30 Aralık 2009 Çarşamba

Yıl Başı Zırvalıkları...

Bu başlığa kızmayın nolur ama elimde değil.Marry Christmas yok bilmem ne noluyoruz yahu?Ne zaman Marry Christmaslı olduk?

Orta sınıf yetişkinleri tv başında kola-çerez,orta üst ve üst sınıf üyeleri dışarda biyerde yemek-içki yada evde hobarey artı çam ağacı,hediyeler falan,tüm bu kategorilerin dışında kalan öğrencilerin bi kısmı şarap artı kargaşa burgaşa kalabalık ,benim gibiler içinse içinse geldi mi geçti mi farketmez noluyor yahu diyerek geçen bir gün...
Yıllar geçmekte ,birinden birine son sürat atlamakta,bizse doğumgünlerinde bir yıl daha yaşlandık diye kendimizi avutup ,güya sevinirkenki yaptığımız gibi bilmem kaç yılına geldik lay lay lom diye seviniyoruz.Hem her yeni gelen yıla sövüyoruz yok eskiden şu şöyledi,eskiden bu böyledi,hem de aman ne güzel yılbaşı geldi ikibinleri arşınlıyoruz gittikçe diye havalara uçuyoruz.Noluyoruz ki?İnsanlar kutlamalar ilk Sidney'de başlıyor diye oralara gidiyorlarmış,yer kalmamışmış.Aman ne hoş...Neyse zaten kafam bozuk,kelimelerim de bozulacak diye korkuyorum,nezaket sınırlarını zorluyorlar çünkü yada bahsettiğim herneyin sınırıysa işte....



Bir şu kart resimleri hoşuma gider,karlı marlı sıcacık ,bacası tüten kulübecikler ...Bir de böyle kardan adam yapmak ocağın soğuğunda ama şimdi apartmanlardan kar tutacak temiz bir yerimiz bile yok,hadi toplama kardan biryere kondurduk diyelim o bile faciayla sonuçlanır mazallah araba çarpar da kurban gidiverir o da,yanında da hayal kırıklığı...

Sonuç itibariyle 31 Aralık 12'ye yaklaşırken insanlar saniye sayıp farklı statükoları,yok efendim sınırları içerisinde eğlenicek,tozutucak,azıcak ya mülayim mülayim oturacak...Bense her gün ne izliyorsam onu izleyeceğim,büyük ihtimal hergünün aksine erken uykum gelecek löp diye yatacağım ve hurafelere göre de bütün yılı uyuyarak geçireceğim...Bu kadar sövdükten sonra iyi yıllar dileklerimi en içten klişeğimle sunarım,bari insanlar bu yılbaşı günü sınırını geçmişe bakmak için dönüm noktaları olarak kabul etse de atladığı nokta bir işe yarasa...Neyse bakalım ,bu arada suratımın mahkeme duvarı hali yazıma da yansıdı mı acaba?Bunları sinirimden mi yazdım yoksa gerçek fikirlerim mi bilemiyorum .Neyse gülümsemek güzel,gülümsemek istiyorum az sonra,birkaç saat içinde,hergüne yayılacak şekilde,her anı bal tadında yaşatacak şekilde falan ve filan....

29 Aralık 2009 Salı

Çıkmadan iki satır...

Gözlerim yanıyor ama iki satır yazasım geldiğinden mühim değil.Sevgili Müzeyyen Hanım'ın kitap ödevlerini yetiştirmek adına erken kalkıp noktayı koyayım dedim.Daha sonra belki bahsederim onlardan.Mecburiyetle başlayan okuma Allah'tan kitapların çekiliciliğiyle normal hale dönüştü.Neyse burayı ödev günlüğüne evirmeye çalışmıyorum.
Şu an kendimi amaçsız hissediyorum.Sanki kimseye karşı negatif ya da pozitif hiç bir şey hissetmiyormuşum gibi de aynı zamanda.Ama öyle değil sadece şimdi öyle geliyor.Arkadaşım yokmuş gibi ya da tamamen yalnızmışım gibi...Öyle de değil varlar çünkü ama öyle geliyor...Her insanda vardır belki hani nihilizme dalarsınız kendinizi kaybedersiniz meselesi var ya doğru olsa gerek,bir şeyin hiçliğini düşündükçe herşey domino gibi gittikçe hiçleşiyor...

Konuyu değiştireyim beynimde değişsin,makine lazım bana bir günlüğüne - ve şöyle profesyonel olanından -benimkisi istediğim şey için işe yaramaz çünkü- amma kimseden isteyecek de halim yok.Ha neden almıyorsun o zaman derseniz,param var da almadım mı derim size, siz de heee diye kalırsınız...Neyse bulursam haberiniz olur ve de yaptığım şeyi de görme imkanınız olur...

Çıkmam lazım şimdi,metrobüs,otobüs,yürüyüş hepsi beni bekler...Bundan iki saat sonra okulun üst kanitninde masada kahvemi içiyor olucam,derse kadar bir arkadaş da bulursam iki muhabbet tıngırdatıyo olacağım olmazsa da kitaba talim...Haydi eyvallah.

27 Aralık 2009 Pazar

MEŞGUL EDİCİLER,BENCİLLİKLER VE ÇOCUKLUKLAR

Ne garip şuan bana üniversite hocalarının verdiği ekstra ekstra ödevlerden söylenirken hatta sızlanıp kafamı duvarlara vururken diğer yandan kafama takıldıkları için çok memnunum.Başka şeylere odaklanmamı engelliyorlar.hem de öyle bir döneme denk geldiler ki...Sadece şu yazıyı yazarken aklımdan geçenler hoşuma gitmeyecek biliyorum sonra zaten sıkıcı ödevime dönerim,en azından bir süre daha idare ederler beni.Tabi birkaç haftadır devam ettiğim bilgisayar kursu da yardımcı bu konuda,sabahın körü vs diye söyleniyorum diğer yandan da bir uğraşım daha olduğuna,oyalanadığıma seviniyorum...
Şu jelibon sergisi yüzünden burayı tamamen kamusallaştırmaya niyetim yok,yani orada güzel bir iş yaptık evet ama ben buraya yazmak istediğim ,içimden gelen ne varsa koymaya devam edeceğim.Demek istediğim öznelliğine devam edecek.Ben bencil biriyim.Kalabalığın içinde de olsam,bin kişi tarafından izleniyor da olsam benim olan vardır benim için,paylaşmakla çoğalır ama benim olmaya devam eder.Kıskanırım hem de çok eğer benden çıkarsa...Tek kardeş olunca da kıskanç olur denir ya ve de bencil.Ben çok kardeşli biriyim ama hala bencilim ,belki de en küçük olduğumdan.Aslında bu soyut şeylerde yani fikir vs bazında çoğunlukta da olsa somutlaştıracağım.Benim 2 tane olan şekerimin birini arkadaşıma seve seve veririm,bende bir şeker varsa yarısını da seve seve veririm,yarım şeker varsa yarımı direkt ona da veririm.Amaaa paylaştıktan sonra bende kalan yarıma dokunulmasına izin vermem,vermem derken dokunulursa kötü olurum ,parçam alınmış gibi.Bir yandan itiraz edemem ama diğer yanım o beniiimm diye bağırır.Bu örnekle de fazla basit oldu biliyorum,bir şeker için hiç böyle hissetmedim zaten ...Neyse bunu yoğun olarak hissetmek kendi açımdan da rahatsız edici,biliyorum evet bu bencilce,olmamalı vs vs ama böyleyim işte.Benim olan benim kalsın istiyorum,benimle anılsın...

Bir başka meseleden bahsedecektim aslında daha doğrusu son günlerdeki rahatsızlıklarımın başlıcasından,güzel günleri kara bulutla kaplayan olaylardan,çocukluklardan...Eskiden olsa gerçekten anlardım,çocukluk işte yapılır böyle şeyler vs...Ama olgunluğun kıta sahanlığına girdiğimiz şu yaşlarda ,günleri saçma kin duygularıyla geçirmek,hem de boş yere,belki de haksız yere ne kadar doğru?Gerekçeyi boşverin,insan önce kendi içine dönecek,kendini bulacak ardından bakacak karşısındakine.Çünkü kendine bakmaktansa karşısındakini çöpe atmak kolay gelir,insan kendini kusursuz görecek kadar kibirli,kendinden başkasını duymayacak kadar gururlu olabilir kimi zaman.İşte bunadır sözüm...Diyeceğim yahu sevgiye bırakalım tüm akışı karşılıksız ve öylesine bir sevgiye,insanları bir arada tutan sevgiye...

25 Aralık 2009 Cuma

AWAKING THE JELLYBONS -VOLUME 1

Bu başlığı çok mu aradın diyeceksiniz yok ilk aklıma gelen film afişi nitelikli ismi seçmeye çalıştım ki gayet uygun olmalı.Her zaman ki gibi Bim'e gitmiştim,bu sefer bir farklılık olsun diye haribo değil de jelly-belly yazan paketi aldım,almamla birlikte kafamda kocaman flaşlar patlatan bir ampül yandı.Geçenlerde de nette rastladığım üzere jelibonlarla farklı kompozisyonlar oluşturmak ve bunları fotoğraflamak.Okula geldiğim gibi bir Elif buldum ve oda çağrıma kulak verdi,bu kutsal görevde birlikte savaşmayı kabul etti.İkimizde yorgunluk,hastalık ve açlık kıyısında yüzdüğümüz dakikalarda bile olsak yılmadık,motive ettik birbirimizi.Çalışmaya başlamadan evvel kantinden ve çantamızdan materyaller edindik.Dışardan jeli jelileri mıcnıklayan deliler gibi gözüksek de bakışlara aldırmadık ve yılmadık.Tabi onları yemekten korumak zordu ama başardık.Kendi nefsimize ise öncesinde göz hakkımızı vererek doyurmaya çalıştık.Setimizi kurduk ve ya bismillah deyip çekimlere başladık.Kah sıkıldık,kah sızlandık ...Herşeye rağmen eğlendik dilerim eğlendiririz de...

Bu ilk denemeydi ,eminim kendimizi geliştirip daha güzel çekimler sunabiliriz gelecek günlerde ,yaparız bence.Yoldaşım Nelife teşekkürlerimi de sunarak ,bu kadar felsefeden sonra sizi jeli jelilerle başbaşa bırakıyorum.




Jelisan samuray kılıcıyla bir kelleyi ikiye ayırırken...






Jelisan samuray kılıcıyla bir kelleyi ikiye ayırırken ama başka bir açıdan...






Jeli Jeli Final Destination 4-Türkçesi:Jeli jeli Son Durak 4






Jeli jeli cemaati ve taptıkları IV.KESİK BAŞ JELİ





Jeli jeli kutsama töreninden...






Bütün jeliler toplandı toplandı,sordular niye ham yapıldık?






romantizma jeliler... ilk denemeydi





iki jeli bir fidanın güller açan dalıdır ...ikinci denemeydi






Jellylight...Böyle bir eli kimse reddedemezdi ve etmedi,herşey bir ısırıkla başladı ve herşey o ısırıklara olan bağımlılıkla devam etti,jellylight'te hayat sonsuza dek devam edecekti...







Ve beklenen an...İşte Awaking the Jellybons-Volume 1 'in set arkası ekibi,yönetmeni,prodüktörü,senaristi ve herşeyleri...Nelif ve bendeniz...

23 Aralık 2009 Çarşamba

Gözgöze gelmek ve otobüsün dörtlü koltuğu

Neden gözgöze gelmekten korkarız?Neden gözlerimizin taa içine bakamayız?Tamam insan pekala en yakın arkadaşına bakabilir ama onlar zaten ufak çaplı şizofrenliklerimize de göz yumanlar değil mi,yani diğerleri üzerinden açtım ben aslında konuyu...Açmama vesile olansa bugün otobüste cam kenarına yapışmışken karşımda otobüste bana bakacak şekilde duran ama bakmayan kadın...Bakmaması değil aslında mesele,o bakmasın da ben baktım hem de gözlerimi kaçırmadan ,neyse sonra bi anda başka tarafa çevirdi kafasını,farkettiğini farkedince gıcıklık değil mi bir daha baktım -bu arada otobüsler kırmızı ışıktaydı- bu sefer de gözlerini direk saatine indirdi.Güldüm kendi kendime ne garip sanki başını kaldırıp baksa bir şey olacak...Yani düşündüm de bir erkek olsaydı yerimde ya da cins tipli bir kız belki de aynı şeyi yapacaktı ama farklı bir rahatsızlıkta...Yani bir insan ona bakanın her hangi bir art yada cins niyet olmadan sırf insan olduğu için baktığını anlarsa daha çıplak hisseder kendini gibi geldi bana...Kalabalık bir ortamda markaja alınırsam özellikle izleyen kadınsa -çünkü erkekse direk niyet değişikliği akla gelir,bu bazen yerli bazen yersiz olsa da içgüdülerimizi -savunma vs- değiştiremeyiz- kıyafetimden,saçımdan başımdan yada her ne haltım içinse işte ondan dolayı bakmadığını bildiğim halde bir garip olurum,niye bakıyorsun niyee diye diye bir gerginlik alır ve neden bulamazsam temelli korunmasız hissederim yalnız bu anlık bir şeydir,saatler,dakikalar sürmez,sadece anlarsınız işte...
Otobüslerde karşılıklı koltuklar vardır ya işte baya bi tartışma konusu olur sanırım.İster uyuyo taklidi yapın ,ister cama yapışın karşınızda size bakan çift diye saymazsak dört tane göz vardır,yani size bakan değil de karşınızda duran diyelim.Sağa baksanız sağdaki sola baksanız diğerine ilişir gözünüz ,hani bir de görüş açımız geniştir ya -başka bir yana baksak da geride kalannın bir kısmını da alır hani- bunu engellemek mümkün değildir.Robotsu hareketlerle sınırlanmak zorunda kalmak bir yana cama bakarken sizin yönünüze bakan kişi sizi izliyormuş gibi bir yanılsamaya uğrar ve rahatsız olursunuz,oysa o da dışarıyı izliyordur,mecburen siz de onun görüş alanı içerisindesinizdir.Hımmm,bunun çözümü de olmaz ki,en iyisi kütük gibi uyumak işte o zaman dünya umrunuzda olmaz,tabi cam kenarında oturmak şerefine nail olduysanız...He bir de öylesi yakın bir mesafede karşınızda uyuyan birine gözünüzü dikmeyi denediniz mi?Tesadüfi mi bilmiyorum ama ciddi bir şekilde baktığınızda bir kaç saniye içinde uyanıyor kişi.Telepati gibi yada böyle olduğunu düşünmek hoşuma gidiyor ama oluyor işte.Tabi uyandığı anda yere bakıyorum ,şey gözlerim rahatsız etti pardon mı diyecektim...
Bir de gözgöze gelmekten tamamen farklı bir biçimde korktuğumuz kişiler vardır amma onlardan başka bir başlıkta başka bir zamanda bahsetmeyi yeğlerim...
Neyse bu konu geyiğe saracak birazdan ,o yüzden şimdi susmak ala,ala...

yokolan izleyici ...

Bakıyorum da mütevazi sayıdaki izleyicilerimden biri yokolmuş...artık okumak istemiyor mu ki?kim olduğunu bilmiyorum ama sırf bunu yaptığı için tahmin etmek kolaylaştı...okuduğun ben değildim ki yazılarımdı...bana küstüysen yazılarıma da küstün...yine de şimdiye dek izleyicim olduğun için sağol ve beni okuyan bir kaç kişiden biri olduğun için...Hımm başka ne diyecektim yok gayrı sustum.

22 Aralık 2009 Salı

Bir garip adam...

Şimdi nerde olduğunu bilmediğim bir adam...
Birkaç ay evvel görmüştüm onu...
Hayatında biri var mıdır acaba?
Bilmem...
Umrumda mı peki?
Hımm,bazen aklımdan geçiyor,bu sayılır mı?
Çok da uzun zaman olmadı aslında,
Yine de yıllar geçmiş gibi...
Beni görse tanımaz diye korkuyorum...
Ya da tanımazlıktan gelirse...
Yoo,sanmıyorum,bir husumet geçmedi ki aramızda...
Bırakın husumeti hiç bişi geçmedi ki,geçemediki...
İsmimi hatırlasa mucize sayıcam ,o kadar az tanışıyoruz işte...
Bi anda nasıl ısınabileceğimi hissetttimki ona ?
Bilmiyorum ...Hissettim işte..Öylesine ,birden...
Mimiklerini unutmamışım,yapabiliyorum...
O aşırı soğukkanlı halini hatırladım da,
İki metre ilerde bir bomba patlasa ,istifini hiç bozamayacak gibi...
İyi duyamadı mı seni,tek kaşını kaldırıp,kulağını yaklaştırır,
Ve onun kepçesine bir şeyler fısıldayınca çok önemli bir şey yapıyorum sanırsın...
Yirmilerinde...Ama yüzündeki olgunluk kırkı geçmiş...
Teni ve dudakları solgun...Belki sigaradan...
Nereliydi sahi?Unutmuşum,çok önemsemem de bu konuyu...
Vücudu pek cılız...
Belki boyuna vermiştir...Belki de düzensiz gözüken hayatındandır...
Hali tavrı epey rahat...
Hani böyle adamların aşkla ,meşkle işi yokmuş gibi gelir ya...
Ama onun ruhu hassasça göründü bana,
O ruha girmeyi başarırsan seni sarmalayacakmış gibi sımsıkı...
Ya da buz gibi soğukta dışardan gelip evdeki köşesine sığındığında ,
Kahvesini içip,sigarasını yaktığında,
Seni de hayallerine dahil edecek biridir o...
Egosu yok denecek kadar az...
Onu nasıl gördükleri umrunda değil...
Belki de en hoşuma giden şeyi oydu...
Kelimeleri özenli ama kendiliğinden...
Olur ya binde bir sinirlenirse basar küfürü...
Ama öyle yerindedir ki zarar vermez ipeksi ruhuna...
Çocuk yanı da yaşamakta kuşkusuz,
Ona dokundurtmaya da niyeti yok,olmasında ...
Sırf insan olduğun için bile edecek iki laf bulabilir seninle,
Görünüşün,dilin ,ırkın,şuyun ,buyun ne anlamsız onun yanında...
Kin ,çıkar vs uğraşak hali yoktur ki ,
Öyle yaşar,öyle de yaşatmak ister...
Nedense baygın baygın bakar,uyuşmuş gibi,
Yine de tam uymuştur üzerine...
Heycanlandığını görmedim,görecek vaktim de olmadı ya...
Onu şaşırtacak ya da ruhunu titretecek tek şey vardır tahmin ettiğim...
Yalnız kırıldı mı da hiç yapıştırılmaz gibi ruhunun parçaları...,
Hani arkamı döner giderim,bir daha baktığımda da yoksundur zaten dicek biridir...
Sakin görünür ya bir yandan da dişlidir,
Hani neyse odur,düşündüğünü değiştirmeye çalışman yersiz olur,
O da zaten seninkine karışmaz...
O an onun yanındasındır ya,onunla konuşabiliyorsundur ya önemli olan odur...
Küçük düşürmeyi sevmez sanıyorum kendini küçük düşürenleri de,
Belki de sevmemekten bile üşenir...
Yerinden hiç kpırdamayacak kaya gibi...
Bir yandan da yumuşacık...
Nasıl olur ki?
Olur işte...Olur...Olmasaydı o olmazdı...
O bu satırları öyle umarsız okurdu ki...
Kendisini anlattığımı düşünmek zahmet olurdu onun için sanırım...
Belki de hiç bir zaman okumayacak...
Onu tekrar görecek miyim?
Bilmem tasasını çekmeyecek kadar az gördüm onu...
Bu kadar satırı kaplayan insanı kaç gün gördüm peki bilmek ister misiniz?
Hayır istemezsiniz...Tüm bu yazılanlar...
Saçma mı?Öyle demeyin kırılırım...

18 Aralık 2009 Cuma

LOKUM ÇOCUK İLE JELİ JELİ KIZ

Zamanlardan birinde bir ülkede lokum çocuk yaşarmış.Yalnız bu ismi boşuna almamış,öylesine iyi öylesine tatlıymış ki, ahali lokum çocuk geldi ,lokum çocuk gitti derken adı öyle kalmış...Bir de jeli jeli kız varmış,ismi gibi kendi de bir garipmiş bu kızın.Ne istediğini bilmez,kolay kolay mutlu olmaz yine de özünde iyi biri olduğundan çekilir bir kızmış.Bir de kendini pek sevmez,bu yüzden de kendine güzel söz söylendi mi hemen yalan söylediklerini düşünür,hırçınlaşırmış.

Bir de hayali varmış jeli jeli kızın .Jeli jeli kız hep bir prens düşlermiş.Pencerelerde bekler ,saatlerce hayal kurarmış.Hayalinde prensini her türlü şekle sokar,birlikte koşar,hatta ayın üzerinde otururlamış.Gün olmuş beklediği prens yerine süklüm ,püklüm biri çıkmış karşısına ,dalga geçmiş jeli jeli kız çocukla,arkasından bir sürü atıp tutmuş.Amma gün gelmiş,nasıl olmuşsa çocuğa tutuluvermiş,ondan bahsettikçe daha da bağlanmış bu çocuğa.Çocuk da onu sevmiş zamanla...Jeli jeli kız pişman olmuş daha evvel söylediklerine,itiraf etmiş hepsini ,üstüne onu sevdiğini de itiraf etmiş.Çocuk pek sevinmiş jeli jeli kızın içtenliğine ,birbirlerine kalplerini vermişler.Pek mutlu günler geçirmişler lakin gün gelmiş kıskançlık tohumları serpilmiş kızın kalbine,çocuğun kendini sevdiğine inanmaz olmuş.Çocuk diller dökmüş,yalvarmış ,onu ne kadar sevdiğini anlatmış günlerce.Amma jeli jeli kız hırçınlaşmış yine,benim sevilecek neyim var ,daha iyilerine git sen demiş kızgınlıkla.Çocuk pek içerlemiş jeli jeli kızın sözlerine ,aşkıma inandıramadım seni,öyleyse bana gitmek düşer demiş ve gitmiş.Jeli jeli kız çok pişman olmuş yaptığına,ağlamış,dövünmüş aylarca ama gururundan hiç bir şey de dememiş...Yıllar geçmiş ,jeli jeli kız çocuğu unutmuş ,kendinden şikayet etmeyi de bırakmış ama mutlu da değilmiş.

Derken lokum çocuk çıkmış bir gün karşısına.Pek iyi anlaşmışlar.Jeli jeli kız görür görmez lokum çocuğun ne kadar iyi biri olduğunu anlamış.Aynı zamanda çok kibar ve düşünceliymiş.Jeli jeli kız kendini lokum çocukla iyi hisseder olmuş.Amma öyle bir zaman gelmiş ki jeli jeli kızın karar vermesi gerekmiş.Lokum çocuğa bir şey diyememiş başta çünkü jeli jeli kız aşık değilmiş ona.
Yalnız lokum çocukla öyle iyi vakit geçiriyorlarmış ki onu kaybetmek zor geliyormuş.En iyi doğruyu söylemek demiş jeli jeli kız, zamanında kalbimi verdim,şimdi taş oldu kaldı sevemez oldum demiş,yalnız yanımda ol,göz kulak olalım birbirimize demiş.Lokum çocuk hiç kimseyi üzmek istemezmiş,jeli jeli kızın isteğini kabul etmiş.Günler böylece geçer olmuş...

Şimdi jeli jeli kız kendi hayaline geri dönmüş,lokum çocuksa yeni hayaller satın almış,yine de birbirlerini bırakmamış,destek olmuşlar,böylece kimse üzülmemiş.Yalnız bundan sonra her birinin hayatına kim girecekmiş,prens ve prensesleri onları bulacak mıymış bunu da anca zaman bilirmiş...

Not:Hikayeye ilham olanlara ayrı,isim anneliğinde yardımcı olana ayrı teşekkürlerimi sunarım,hayatımda olmaya devam edin efenim...

Anıları mumyaladım,üzerine kıymetli dokunmayın yazdım ,bir de üstüne onları hep sevdim...

Bugün kağıda yazdım,burada cimri olacağım ondan muhakkak,söylediklerimin baskısını çoğaltamam,aktardım ve onlarla işim bitti.Belki yeni bir kaç şey varsa onlar üzerinden bir kaç kelime söyleyebilirim...Bu sıralar okuduğum kitabın da etkisiyle kendimi şizofren adayı olarak görmeye başladım,en azından ona yakın bir şey işte...Bazen kendimize en yakın bulduğumuz şey,en fazla isteyebileceğimiz şey anılarda saklıdır ve onlar özellikle cımbızla ayrılıp,organları canlılıkları boşaltılıp mumyalanmıştır ya...Ya da bir kısmımızın öyle yaptığını düşünmek,kendi yaptığımı meşrulaştırır düşüncesiydi bana bunu söyleten...Onları öylesine özenle saklıyorum ki...Zaman zaman tozlarını alıyorum,pürüzleri varsa düzeltiyorum falan...Yalnız sorun şu noktada başlıyor benim açımdan,en ufak bir umutsuzluk ya da mutsuzluk anında sarılıveriyorum canlıymışcasına,daha evvel yok ettiğim tüm canlılık izlerini her seferinde yeniden veriyorum o an...İşte bu gerçeklerden kopuş aşamasında çok riskli...O anılar beynimde o değerli,tapılası ,korunası haliyle yerleştikçe,değer çitası daha da yükseliyor ve karşılaştırılıp daha az değerde kalanlar eleniyor...Bu istemsiz yapılıyor,çok değerli bir taş bile kıymet görmeyebiliyor nezdimde çünkü daha değerlisi zaten korunmada olmuş olabiliyor...Neden bu kadar simgeleştirdim bilmiyorum,acaba bence aşikar olan şey başka bir okuyanca da öyle mi?

Bir çözüm aramak,bunu denedim,gerçekten denedim...Şimdilik yok...Kendiliğinden iyileşir belki...Bu derde bir de bencil b,r ego eklenince gerçekten kolayla karbonat gibi çok uyumsuz bir şey çıkıyor ortaya,dilerim bir gün bu dengeyi kurarım,dilerim mumyalaradan kurtulabilirim tamamen,dilerim onların yerini taptaze şeyler alabilir artık,dilerim rahatsız rahatlığıma kavuşabilirim bir gün...

11 Aralık 2009 Cuma

Garip:Hımm garip bir nokta...

Hımmm...Garip...bu kelime sadece ucube durumların tanımlayıcısı mıdır?yoksaaa anlamlandıramadığımız ,bir şekilde kapsama alanımıza daha evvel dahil olmamış durumlar için anında dalıverdiğimiz bir sığınak mıdır?Bir şey güzel ya da çirkindir,olur ya ikisini de söyleyemezsek gariptir...Garip...Bu kelimeyi hiç gariban anlamında kullanmadım,türk fimlerinde öksüz garibanlara verilen isimdir hani...Hep olumlama ya da olumsuzlamanın dışındaki üçüncü türün kelimesidir benim için de...Nasıl hissediyordun? -garip... Hımm ,neden peki?Çünkü şöle,böle ,öle ...-heamm evet garip o zaman...Garip değil mi bu düşünce?Garip demem de garip,böyle zincirleme bir bunaltıcılıkta devam edebilirim...
Ben.. bir çekirdeğim,sadece eksi ve artılarım olmasın,sadece eksi yada sadece artı yük ağırlıklı da olmayayım,sürekli çekişme içinde olayım zaman zaman biri ,zaman zaman diğeri galip gelsin.Beni rahat ettirmesin,kendime hakemlik yapmak zorunda kalayım,başımı yastığa ya mutluluktan ya hüzünden koyamayayım ...Akış koştursun beni peşinde,nerdeyim dedirtsin,hey ben buraya çekiliyorum neresi olduğunu bilmiyorum ama gideceğim dedirtsin,tökezletsin gene gideceğim dedirtsin.Garip olsun yani...Garip hissetirsin,gariplikten ağlatsın ,gariplikten saçmalatsın,sırf gariplikten sevdirsin...Beni benden etsin özetle akış...

Göz kapaklarım ve beynim anlaşıp yazıyı durdurdular git sen diyorlar...git başkalarını gıcık et...gidiyim o zaman ben...gittim.

8 Aralık 2009 Salı

Bir Kurabi Bir İnsan...

Nevet dün gece yaptığım kurabilerle dolu bugünkü yazım,hatta yazı yok kurabi var.Her ne kadar yaparken hafif üşengeçlikten yüzleri gözleri kaysa da neşeli dakikalara vesile olduklarından pek güzel gözüktüler gözüme.Kimisi sade,kimisi çokodamlalı kurabilerime tarçınlı şeker de döktüm.Burası pasta börek bloguna döndü.En iyisi smileyli kurabilere ve yiyicilerine bırakayım sözü - üzerlerine bir kere tıklarsanız daha büyük ve keyifli gözükecektir-...



kurabi surat yarışması birincisi





kurabi surat yarışması bir buçuğuncusu



geri kalan tüm adaylar ikinci olmuştur...















kurabi yiyicilerine teşekkür ediyorum,ödülleri yakın zamanda öpücük cinsinden, yanaklarına gönderilecektir...

Bu sefer düşünce yok...

Anlaşılmaz olan ne?
Kelimelerin perdesini aralamadan onlar sana gözükür mü zannediyorsun?
Gizem söyleyenle mi çözülür ki,cevabı sorandan istiyorsun?
Karşındaki taş mı sanıyorsun ki hamlelerinle oynatmak istiyorsun?
Sen hayattan ne istediğini biliyor musun?
Tam şu an tam şu dakika kimi düşündüğünü söyleyebiliyor musun?
Çekindiğin bir şey mi var kaçıyorsun?
Kaçtıkların seni kovalar mı sanıyorsun?
Kaç kere konuşmaktan öldün de susuyorsun?
Sen ,sen neyi bekliyorsun
ve neden artık gelmiyorsun?


Daha fazla yorum yapmam gerekir mi?Sanmıyorum,satırlarım bazen düşünmeden çıkar ki bu da hislerimin hakim olduğunu gösterir ...bunun gibi durumlarda çıkan kelimeler klişe bile olsa umrumda olmuyor çünkü beni yazıyor içine,çünkü aklım devrede olmayınca çekinmiyor duygularım şarkı söylüyorlar bir nevi...

6 Aralık 2009 Pazar

Serendipity gerçek mi?Aborjinlerse zaten gerçek değil mi?

Tesadüf(Serendipity)...bu filmi daha evvel televizyonda izlemiştim aradan birkaç yıl geçti,sevdiğimi hatırlayıp buldum ve yeniden izledim.Her ne kadar eskisi kadar hoş bir şekilde izleyemesem de -çünkü mantık zincirinden kopmak gittikçe zorlaşıyor- ,böyle şeylerin olasılığını düşünmek bile güzel...Mesela bugünlerde hiç aklımda yokken kitaplığımda alıp,okumayı unuttuğum kolera günlerinde aşka başlayışımla -filmde sera'nın içine adını ve telefonunu yazıp,kader onları birleştirmek isterse onun eline geçer ,böylece ona ulaşabilir diye Jonathan'dan habersiz bir yerlere bıraktığı kitap- serendipity'i izlememin aynı ana denk gelmesinin altında birşeyler aramak isterdim.Sara kadar çılgın olup,bazen kaderin gerçekten bize işaretler yolladığına inanmak güzel olabilirdi.Hiç aklımdan geçmiyor mu peki,elbette geçiyor,bir yanım hala hayallerini sürdürmekte,benim umutsuzluklarımdan yer bulduğu ölçüde akıp gitmekte...

Her an her dakika bilmediğimiz şeyler olmakta,duymadığımız şeyler konuşulmakta,asla bilemeyeceğimiz düşünceler seli akmakta...Bazen yaşayıp görmekten başka çaremiz yok...Hayatımızın bir dönemi kameraya alınsa bütün bir bakışla, ne kadar çok ayrıntı gizli olduğunu ve bizim farkettiklerimizin ne kadar yetersiz kaldığını görürdük sanırım.Farkındalığımız ,hislerimiz,ön sezilerimiz el verdiğince elimizde kalan neyse onunla yetinmek zorundayız şimdilik...Şimdilik diyorum çünkü bunun ötesinin varolabildiği düşüncesi içimi rahatlatıyor.

Aborjinler geldi aklıma ,bir çift yürek diye bir kitap vardı ilk orada rastlamıştım bu insanlara.Ruhlarını o kadar serbest bırakıyorlardı ki,anlaşmaları için konuşmaya bile ihtiyaçları yoktu,en uzak mesafeden bile birbirlerinin dertlerini anlayabiliyorlardı...ya da gizemli bir şekilde tüm hastalıkları iyileşiyordu,birbirlerindeki enerjiyle ...bir antropolog aralarına dalıp yazmasa bunları bir kenara atardım belki de yazılanları,bu ancak masal olur derdim.Demek böyle şeyler gerçekten olabilir.Sonra düşündüm, o kadar ufak şeylerle kirletiyoruz ki ruhumuzu ve zihnimiz öylesine çöplüğe dönüşebiliyor ki bunu başarmak ancak erdemle olabilir...O erdemi bulmak,hımmm zordan biraz daha zor...hastalıklar yok,kendini anlatma derdi yok,huzursuzluklar,çelişkiler, kavgalar yok...Bunu düşünmek ondan da zor...

Umutsuzlukla bitmesin diye ekliyorum bu son satırları,biliyorum çünkü bazen en kötü sonuçları doğuran şeyin ardında kendini patlatmaya hazır düşünceler yatar.Hakim olmak gerek,beklemek gerek,beklerken karanlıktan kafayı kaldırmak gerek,yürümek ve yürümek gerek...

5 Aralık 2009 Cumartesi

KARA KALEM ÇALIŞMALARIM :2

Nevet bu da mini serginin ikincisi,teknolojik buhranlardan ötürü ancak yüklüyorum,diğer başlıktaki dileğim burada da geçerli...



Bir garip adam...




Nicholas



bir yavrucak...





gerçek bir Sahra...





girdaba yakalananlar...





masumsun...



çelist...



o sadece ibrik...



ürken bir melek...



ıslak...

Şimdilik bu kadar...Yarım kalmış ya da eskiz şeklinde olan çalışmaları yayınlamayı şimdilik uygun görmedim,eğer kara kalem nasıl çalışılır gibi bir başlık açmaya karar verirsem orada görebilirsiniz...

Lunatic Ay

Bu defterde sabit yerim olmayacak mı?Hep sayfa değiştirmek neden?Bir sayfanın içinde yaşamak mümkün değil mi?Öyle bir sayfaki içinde hapsolmak ,özgürlük olacak...Filozof olmayan Yalın'ın dediği gibi -ezgili bir şekilde- sorun ben demi anlamadııımm...Bu arada iki gün evvel gördüğüm ayın güzelliğini anlatmazsam içimde kalacak.Düzenli olarak gördüğüm o şey neden bu kadar hoş gözüktü gözüme diye düşünüyorum şimdi.Üzerindeki sis perdesi olmalıydı ama karamsarlıktan değildi,sanki gözleri dolmuş gibi ama hüzünden değil mutluluktan.Eski defter yaprakları rengindeydi,etrafı tonu gittikçe açılan bir lacivertti.Bir süre bakakaldım sokağın ortasında gökyüzüne ama veda ettim hemen,komşular -komşum yokki benim,annemin pencereden konuştuğu insanlar ya da konuşmadan da hakkınız da yorum hakkına sahip olanlar- görüp bu kız deli mi demesinler diye.Ne de olsa delilik kriterleri kitleden kitleye değişir...Neyse güzeldi ,ayın üstüne oturmak isterdim önceden,oradan insanlara bakacağım derdim ,şimdiyse ona bakmak istiyorum...

pufffffffffffffffffffffffffffffffffffffffffffffff ve ardından gelen koca of'lu bir iç çekiş içindeyim, tam şuan, tam burada.f'leri fazla yapınca sıkıntım daha mı fazla demek,sadece rahatlayabildiğim kadar yazayım istedim...Şu lunatic -dolares- ne kadar da uyuyor halime,tedirgin bir tınısı var,dolares'in yükselen sesi bile tam anlamıyla umut dolduramıyor içini şarkının,babam az evvel bir tartışma programında konuşan bir adam onun düşüncesine uyan bir şekilde konuştuğu için benim yerime konuşuyor demişti,şimdi de ben diyorum benim yerime söylüyor ,benim duygularım yerine sesindeki titreşimleri veriyor...Yalnız lunatic değilim ya da öyle olduğumağımı varsayıyorum,yok yok değilim,o mertebeye daha var...
Günün sorusuyla bitireyim mi: Neden?

çelişkiler,makarna ve renk doğrusu...

Aklımdan korkuyorum bazen çünkü o düşüncelerimi silaha dönüştürüp yönünü bana çeviriyor.Kendimden korkuyorum bazen çünkü beynim bedenimi etkisi altına alıp insanlara çeviriyor yönünü ve bu sefer korkması gereken ben değilim onlar...

Bu sözleri söyleten çelişkiden an içinde hoşnut olmasam da, sonradan kendini öylesine meşrulaştırıyor ki içimde özlüyorum...İnsan tek düze yaşamaktan bıkar zaten.Mutluluğunda bile monotonluğa gelemez,arada bir çelişkilere bulaşmak da normal ve olması gerektiği gibidir bu yüzden.İşte aklımız böyle zamanlarda alır eleği başlar ortaya çıkarmaya taşları.Sorgulama aşaması da işte bu işlemden sonra olur, taşların buradaki işlevi ne,bana ne kadar zarar verir,hatta onlar var mı gerçekten yoksa hayal gücüm mü yerleştirdi onları önlem olsun,set olsun bana diye...İşte böyle uzayıp giden sorular ,değerlendirmeler,ah ,of gibi iç çekişler yada heee,hımmm şeklinde farkına varışlar...Konunun fazla öznel olması hali vardır ya bir de .O zaman işler biraz daha karmaşıklaşır.Beyni bilgileri işleyen ve iki lobun içeriğinden yararlanıp,hesap kitap edip yorumlayarak çıkaran bir fabrika olarak düşünürsek,içine attığınız hamurdan makarna yapıp çıkarabilir ama attığınız şey zaten makarnaysa,yani o karışık yapıya baştan sahipse...Makarna, normalde bu yazıda ne işim var diye gelmeye çekindi ama sevdiğimden onu da dahil ettim .Neyse ne diyordum ,işimiz zor ya bazen,bu kısaca.Yine dikkatim dağıldı bakılmasın kusuruma ondan bu bitirişlerim pat diye.Müziğin etkisi de yüksek,dinlendirirken ,dağıtıyor da..Ve diğer düşüncelerin...

Umut ve umutsuzluk arasında ne kadar ince bir çizgi olduğunu farkettiniz değil mi?O alanda ara renkler ne kadar fazladır...Grinin ne çok tonu vardır aslında...Ve biz ne kadar çok tonda ne kadar çok şey yaşarız ve yaşamaktayız...İnsan olmak beyaza programlanmak gibi gelir bana.Tamamen siyah bile olsanız ve bu doğruda bir uç siyah bir uç beyazsa ,siz griye bile adım atmak istemez gözükseniz de ,yerimden memnunum deseniz de özünüz onu istemektedir hani...Ona ulaşamamak korkusuyla tutunmuştur zaten siyaha,hiç değilse ait olduğu bir yeri vardır çünkü...

Siyah güzel renktir bu arada...Asildir...Önceden tek tercihimdi...Şimdiyse aldatıyorum onu ,üzerine başka renkler kokluyorum...Yine de içi rahat olsun asla cart kırmızıya kaymayacak gönlüm...

Bu paragrafı tamamiyle kendime ayıracağım,sadece ben geçecek içinde,ve benim duygularım ...hatta dökeceğim içimi burada,içimden geçenleri anlatan tek noktalama işaretini koyarak kelimelere boğmadan beni anlatacağım bu paragrafta...

3 Aralık 2009 Perşembe

sen artık yazma ...

Bir hoş içim...Bulanık su kıvamında,düzenli aralıklarla içine taşlar atılmakta...Tam durulacakken bir taş daha...
Bazı şeylerin nedenini anlamazsınız sadece yaşar ve görürsünüz...Neden hissedilenler ve görülenler paralel gitmez peki...Birinden biri zahiridir...Bu korkutur ,zaten şüpheci olan insan henüz bilmedikleri için de görmedikleri için de korkar...Gelecek olan zamanın kavgasını eder içinde ...Bazen kaybeder,çöker,gider...Soru şu ben çöküyor muyum?Bildiğim şu, en iyi ihtimal aynı yerdeyim...
Neden yazılarımdan sıkılmaya başladım,neden yazamamaya başladım,bilmiyorum,bilmiyorum ve gittim...

30 Kasım 2009 Pazartesi

kısa yazı

Bir ağırlık çöktü yine...
Çizgilerim oluşmamış henüz ne garip olsaydı daha da derinleşirlerdi şimdi
Ruhunuzun hantallaştığını hissettiniz mi hiç?
Yavaşça sırtının kamburlaştığını ,vücudunuzu da kilitlediğini...
Evet,zordur böyle zamanlar,
Aşılanamayan ruhun hastalığıdır belki de...

İşte bu satırları yazarken aniden bıraktım...Satırlar devam etmiyorsa susmalı insan,sonra saçmalanıyor kendimden biliyorum,el bıraktıysa yazmayı diretmeyeceksin.
Şu benim vurgunu olduğum 'one last goodbye'ın sözlerine baktım yine ,nasıl sözlerdir onlar ,etkilenmemek namümkün müzikle birleşince...Nerden mi çıktı şimdi bu ,bilmem geldi öyle aklıma işte...Bir de az canım sıkıldı,neden mi bilmem öylesine işte...Bu yazı kısa kesilsin mi?Evet sesini duyar gibiyim.Pekala ...bitti.

29 Kasım 2009 Pazar

Evren ağır mı işitir?

Evrenin kulakları sağır mıııı!!? Diye bağırmıştım geçenlerde...Bu soruya bazen diye yanıt verdim sonra , belki de her zaman duyması iyi olmazdı...Şu düzen ,denge ve bilgimizin üstündeki kader meselesinin işleyişi açısından yani...Yine de şikayetçi olmaya hakkım var,kim verdi bu hakkı peki,kendim verdim gitti...Bu arada evren mevren dediğime de bakılmasın yaratıcıdan gayrısı yalan...Birşeyi kalpten istersen olur der teyzem ama gereksiz şeyler istemeyeceksin...İstediğim şeyler o kadar çok ki bunların olmaması şaşırtmıyor beni,arzu halciler varmışya eskiden dert dinleyen saray katında,heh onlara gitsem git suya yaz isteklerini biz yardımcı olamayız derlerdi herhalde...Gerçi bir ben değilim ki,insan olmak böyledir,her zaman bir şeylere açsındır,birşeylerden yoksunsundur,birşeylere ulaşmamışsındır henüz vs vs...Zaten yemi ,suyu verilince susan varlıklar olsak ,yani hayat içgüdülerimizden ibaret olsa,biz biz olmazdık dünyadaki herşey de biz olurdu...Yalnızca şu var gerçekleşmedi diye mutsuz olmak işte buna her zaman hakkımız yok...Ruhun nefsi açtır ama gördüğü bir pastayı yiyemedi diye can vermez,hatta arada diyet yaptırmak gerek ruha yoksa rahata ,sefaya alışır da zamanı gelince yoksunluktan ölüverirsiniz.

Öylesine geldi ki uykum bu satırların gelecek miydi bilinmez sonu yerine rüyalarım beni sabaha tebessümle bağlatır mı diye düşünmekteyim, demek ki gitmeliyim...İyi geceler,iyi geceler,her kim geceye şahit oluyorsa ona iyi geceler...

26 Kasım 2009 Perşembe

KARA KALEM ÇALIŞMALARIM:1

Nevet,burada son iki senedir çizdiğim resimlerin bir kısmını bulacaksınız ...Mini sergimi iki kısma ayırdım ,ikinci kısım daha sonraki başlıkta yer almakta...Ayrıca kara kalem çalışması yapmamla ilgili ayrıntıları daha sonra ekleyeceğim yazıda okuyabilirsiniz...Resimlerin üzerlerine bir kere tıklarsanız gerçek boyutunda görebilirsiniz...Göz zevkinizden bir şey eksiltmemesi dileğiyle...




bir bebek...





uyuyan genç bir adam...





sahipsiz bir göz...









yerli bir kadın...









bir sanatçı eli ...











yalnız ve bitmiş bir adam...











bıçak tutan el...












keman kemancısıyla...

23 Kasım 2009 Pazartesi

Tarla Faresi ve Melek

Küçücük bir tarla faresiydi o...O kadar minik ve o kadar şirindiki vücuduna bir numara büyük parlak gözleri, ona fare demezdiniz...En yakın dostu Frank ile aynı delikte yaşıyor,aynı arazinin nimetlerini çalıyorlardı pardon onlara göre bu yiyecekleri buraya koyan Tanrıydı ve doyacakları kadar almak haklarıydı.Tarla faresi Damon ilk defa yanına Frank'i almadan keşfe çıkmıştı,hergün aynı kökleri yemekten bıkmışlar ,ilerde meyveler ve taptaze bitkilerin olduğu bir bahçe olduğunu duymuşlardı.Frank ise dün gece bir çiftçinin kazma darbesiyle küçük ama hareket etmesini zorlaştıran bir darbe almıştı ve şimdi yaprağına örtünmüş dinleniyordu.Damon her zaman hızlıydı ve dikkatli. Bu yeni yer içinse heyecan duyuyordu,bu yere ulaştıktan sonra her türlü kökten birkaç parça tadacak ve bir kısmını Frank'e götürecekti,eğer beğenirlerse de burası bir süre ziyafet çektikleri şahane bir restorant haline gelecekti.Damon bir kaç saattir hızla ilerliyordu ve nefesi kesilmişti.Neredeyse pes edecekti ki birkaç insan sesiyle irkildi
-hayatım begonyaları suladın mı?
-evet,yalnız budanacak birkaç şey var makası bulamıyorum.
-garajda olmalı ,geçenlerde Tim koymuştu.
-o karışıklıkta nasıl bulacağım ki of,peki bana soğuk bir bira açsana biraz nefes alayım sonra dönerim

Kulak kesilen Damon boş kalan bahçeye doğru süzüldü.Burası oldukça küçüktü ama bir o kadar da zengin.Her çeşitten tadımlık azar azar vardı ve ağız sulandırıyordu.Hemen yanında getirdiği kendinden büyük çuvalı çıkardı ve yiyebileceği herşeyden hızla toplamaya başladı.Tabi bir yandan da tatlarına bakıyordu.Çuvalı taşıyabileceğinde ağır midesi patlayacak kadar şiştiğinde dinlenmesi gerektiğini anladı.Hatta bir ağaç dibinde kestirmek muhteşem olacaktı.Mümkün olduğunca bahçeden uzaklaştı ve ormana doğru inen patikada bitkilerin arasına ilişti veyemek çuvalını yastık yapıp uykuya daldı.
-Damon neredesin,lütfen oyun yapma çık ortaya
-Burdayım sevgilim,sadece yokuluğumu ne zaman farkedeceksin merak ettim
-Saçmalama Damon ,seni her an yanımda istediğimi biliyorsun
-Biliyorum ama olsun,sana beni ne kadar özlediğini hatırlatmak için bir fırsat vermiş oluyorum
-Ukala,hıh
-Gel buraya ,tatlı meleğim

Damon aniden uyandı ve aldığı hızlı solukları yavaşlatmaya çalışarak düşündü.Rüyasında bir insandı ve bir karısı vardı.Afallayarak,neden böyle bir rüya gördüğünü anlamaya çalışıyordu.Bir kere insanlarla arası pek iyi sayılmazdı,daha doğrusu onlar Damon'ı sevmezdi,ne zaman görseler ellerinde ne varsa saldırır,onun için kapanlar hazırlarlardı.Bu olsa olsa kabustu.Heralde çok yorulmuştu ve bu bahçenin sahibinden etkilenmişti.Bu sırada rüyasındaki eşini düşündü,melek gibiydi gerçekten ve insan olsa onun için eriyebilirdi.Sonra saçmaladığını düşündü .Tükürme gereği hissetti sonuçta şuan bir fareydi ve rüyasında da olsa bir insanı öpmek iğrençti.Çuvalını sırtına aldı ,hemen eve gidecek ve günün ganimetlerini Frank'le paylaşacaktı,sahi o nolmuştu acaba.Yanıbaşına bıraktığı yiyecekler ona birkaç gün yetecek kadar vardı nasılsa,rahat olmalıydı.Yavaşladı birden az sonra hava kararacaktı ve bu da yolculuğa devam edemeyeceği anlamına geliyordu.En yakın ağacın kovuğuna saklandı,güneş doğuncaya dek burada kalır,sonra da yola çıkardı nasılsa.Rüyasını tekrar düşünüp ,kafa silkerek derin bir uykuya daldı.
Bir patlama sesine uyandı,küçücük vücudu ani irkilmeyle birlikte büzüş büzüş olmuştu.Biraz merak biraz da korku içinde dışarıyı izlemeye koyuldu.Bir yönde gözünü alan bir ışık kümesi dikkatini çekti ve ne olduğuna bakmak için ışığa doğru ilerlemeye başladı.Minicik ayakları gecenin karanlığı ve sessizliği içinde yapraklardan çıkabilecek en hışırtılı sesi veriyordu.Damon gibi biri için bile durum korkutucu sayılırdı ama korkusunu dinlemezdi içgüdüsübün ne zaman boşuna ne zaman gerçekten sinyal verdiğini ayırt edebiliyordu.Adımları hızlandı fakat yaklaştıkça ışık küçüldü ,küçüldü...ve vardığını sandığında önünde gördüğü ,ucunda kehribar rengi bir kristal olan bir kolyeydi sadece .Etraf normal gözüküyordu.Herhalde yanlış yöne gelmişti,patlamaya dair hiçbir iz yoktu.Gözleriniyse kolyeden alamadı,antika gibi gözüken birbirine geçmiş halkaların üstünde göz kamaştıran bir taş.Tabi Damon’ının boyutunu düşününce kolye onun yarı boyundaydı.Sırf güzel diye de bu ağırlığı çekmek...Arkasını dönüp geldiği yere gitmeye karar vermişti ki bunu yapmadı.Onu uyuduğu yere taşısa belki..Sonrasını düşünürdü nasılsa.Zincirleri halat gibi beline doladı ve taş kısmını yerden sürükleyerek ağır ağır yürümeye başladı.
Vardığında nefes nefese kalmıştı,son gücünü kolyeyle kendini kovuğa atmakta kullandı.Öeylesine yorulmuştu ki bir şey daha düşünemeden,uyuya kaldı...
Gün doğarken o da gözlerini açtı.Hemen aklına kolye geldi fakat,fakat kolye ortada yoktu.Köşelere bakındı ,kendiliğinden yok olmuş olamazdı.Rüya olması mümkün müydü?.Hayır,her şeyi çok net hatırlıyordu,hatta gece yarısı yorgunluktan kasılan bacaklarının acısı hala geçmemişti.Öyleyse nerede? Bu kadar kolay vazgeçmeyecekti,bu gece de burada kalıp neler olduğunu öğrenecekti.Frank kesin şimdi söyleniyordur ,gerçi daha iyidir şimdi hem beni aramaya çıkması için 2 günüm daha var,anlaşmamız böyleydi bir başka bölgeye gittiğimde 3 günden önce beni aramaya çıkmayacaktı diye geçirdi içinden.



devamı yazasım gelen en yakın zaman diliminde yazılmaya devam edecektir...

20 Kasım 2009 Cuma

ŞİMDİ:YILLAR ÖNCESİNİN GELECEĞİ OLAN...

Seninle henüz başlayan bir binanın inşaatını izliyorduk,
Otobüs durağındaydık ve ne zaman biter ki bu diyorduk,
Bitti...Hatta çalışanları gezinmeye başladı içinde şimdi...

Senin sevdiğin rengi seçip ikimiz için bir saksı çiçeği almıştım ,adını ne koyacağız diye düşünmüştük,
Hep kararsızdın zaten bulamamıştın,sonradan koydum adını 'muallak'
Ama soldu,çok oldu,ben de yerine bir başka kök diktim şimdi...

Çok sevdiğim bir eldivenim vardı ters taktığım,ellerim üşürdü hep çıkarttırmazdın,
Bir teki birinde kaldı,tekiniyse kaybettim şimdi...

Sana aldığım bir anahtarlık vardı, bir çifti de bendeydi,
Hatta adın Murtaza koymuştum,bacakları koptu onun,
Dolabın bir köşesinde olmalı şimdi...

Birgün yağmurda sırılsıklam olmuştuk çünkü ben şemsiyemi unutmuştum,
Artık hava durumuna bakıp da çıkıyorum dışarı,şemsiyemi de unutmuyorum şimdi...

Otobüste burası evimizmiş oynardık,sen hayatım gene ne çok insan çağırmışsın,
Yol geçen hanına döndü burası derdin,misafirlerle kalamıyorum metrobüse biniyorum şimdi...

Bir kitap vermiştin Sartre' den çok beğendiğini söylemiştin,
Bitiremediğim için verememiştim,bitti o,hatta iki kere bitti,rafta duruyor şimdi...

Sevdiğin tek bir renk vardı ve ben de bir onu sevmezdim,
Dolabımın yarısı o renk şimdi...

Bir dostum vardı sen çok kıskanırdın ,küfredersin hayatımda olduğuna,
Savunurdum onu bende ama koptuk onunla çoktan,görüşmüyoruz şimdi...

Sen tembelliği severdin hep öğleden sonra kalkardın,bense sabah namazı dikilirdim ayağa,
Öğlene kadar uyumak normal oldu ,alamıyorum uykumu şimdi...

Kahveyi ne severdin ve yakıştırırdın kendine,bense alışmaya çalışırdım,
Vazgeçilmezim oldu her gece içmezsem yoksunluk çekiyorum şimdi...

Taksimi hiç bilmezdim,ne nerede senden öğrenmeye çalışıyordum,
Öğrendim neredeyse bıktım şimdi...

İstanbul'dan şikayet ederdim,Bursa'm pek güzeldi derdim,
Üvey evlat oldu Bursa ,İstanbul'u keşfetmeyi seviyorum şimdi...


Seni yaşardım,seni solurdum ,ihtiyaçtın bana çünkü,
Tüm bunlar olduğundaysa solmuştun çoktan,yılları da ekleyinde silikleşmiştin,
hatta yoksun şimdi...


Gelecek,geçiş bağlantısı hep kurcalamıştır kafamı,bu yüzden olmalı ki kalemi elime alır almaz bunlar döküldü dilimden.Hatta otobüste kitap bile okuyamazken normalde,bir anda bir defter çıkardı elim diğer elimse kaleme dadandı ve otobüse göre hızlı sayılan bir kilometrede yazmaya başladılar.Bilmiyorum nedense yorum yapamıyorum,çünkü gerçekler beni korkutur ve burada yazdıklarım gerçeklerden ibaret...Belki geçmişi altın çağ sayıp abartanlar gibi bende abartmışımdır bazı şeyleri...Bilmiyorum...Sanırım onun bendeki şimdisinin etkisi yüzünden bir duygu yoksunluğu var satırlarda bir yandan hüzün gösterir gibi ama bir yandan da demirin soğukluğu gibi merhametsiz,aldırışsız...Bu yazı uzamamalı bitmeli burada ,gittim haydi eyvallah...

18 Kasım 2009 Çarşamba

bu gecenin hatrına

BEN NEYMİŞİM?

bu gece kötümserlerin rakısında ölümcül zehirim ,
bu gece bitmeyen aşkları bitiren aşıkların sigararasındaki yanmaya ramak kalmış sünger parçasıyım,
bu gece ilk günahın ısırığındaki eşsiz lokmadaki riyakar kurtçuğum ,
bu gece rüyalar aleminin baş konsolosluğunda akılsız büyükelçiyim,
bu gece kimsenin geçmediği ıssız yolda yanlış yol gösteren bir tabelayım,
bu gece karısının dırdırından bıkmış adamın çekebileceği son ses zerresiyim,
bu gece pencere kenarında biriken pisliklerin en dikkat çekeniyim,
bu gece kötü bir küfürün hecelere ayrılamayan işe yaramaz parçasıyım,
bu gece uykusuzluğuna çözüm arayan bir insanın göz altındaki en halkalı yerim,
bu gece dolapta bir pastanın kalan son dilimini arayan yumurcağın hayal kırıklığıyım,
bu gece bir gerilim filminde hızlanan müzikteki hazırlıklı korkuyum,
bu gece romeo'nun ölmemeliydim diyebildiği bir romanda öteki dünyayım,
bu gece annesini dinlemediği için üşüten koca bebeklerin yine mi serzenişiyim,
bu gece onu bekleyen benin ensesindeki bitirici hamleyim,
bu gece daha neler nelerim aslında ama uykunun kollarına yenik düşen bir ölümlüyüm aynı zamanda...
kim yazdığı şiirimsiyi böyle bitirir tabiki eti puf yazarımsı birki üç dört beş altı yedii...Böyle şeyler yazabilmem için daha doğrusu belli bir düzen yada tutarlılık içinde olması için illaki bir neden arar beynim,kalbim yazan hangi parçaların kombinasyonuysa işte.Anlatmak istediğim olmadı bundan evvel ki cümle demek istediğim ucundan köşesinden o nedene sahip olmam şart,bu nedeni hayal etmem de yeter...Mutluyken neden yazası gelmez insanın?Bir keresinde öylesine kasmıştım ki kendimi inanılmaz havada hissettiğim bir zamanda,daha çok polyannanın ıslahat fermanına benzemişti.İşte o zamandan beri böylesi ikilem içinde kalmış garip duygu karışımlarını beklemekteyim pusuda...Hımm güzel birşeyler olmakta ta içimde sertoninle hayak kırıklığı hormonu diye birşey varsa onun arasında sıkışıp kalmış çıkıcam ben buradan diyen.Hey herneysen o garip şey daha kötü bir evrimleşmeye girme sakın.Herşey an itibariyle yerinde kalsın amaa yarın ve yarınlar onlar çok daha fazlası olsun,olmayanı oldurtsun ,beni benden etsin ne bileyim işte içime otursun birşey hiiiç kalkmasın...Uyku var,yarına yorucu olacak bir iş günü var o halde gitmek zamanıı...gittim..

17 Kasım 2009 Salı

hayat kopuk,insanlar kopuk,bağlantım kopkopuk

Nevet abim yıllık izine çıktığından ve evde bulunduğu zamanın yüzde seksenini strateji oynayarak geçirdiğinden notebook'una transfer oldum,o yüzden çok rahat değilim,şu sayfalar durağan olduğundan mıdır nedir,sorun yok ama aktif herşeyin bağlantısı kopuk halde.Alışık değilim ben bu merete yahu,sadece bilgi copy'de zaruri işlerimi hallederken kullanırım,alıştığım şeylerin değişikliğini sevmem ,her parçası bir yana dağılmış ama kapı gibi köşesinde duran yanına kahve bardaklarını koleksiyon yaptığım,cd dağlarından mouse'u zor bulduğum o şeyi seviyorum ben.Bu insanda göçebe hissi uyandırıyor.Yine de hepimiz birgün notebook olmadı netbook bay ve bayanları olacağız gibi görünüyor.Çevremde kim varsa ya yeni aldım ya da alıcam diyor.Dediğime bakmayın ben bile öyle...Neyse bu iyi mi kötü mü yok teknoloji bilmem nesi mi olduk gibi tartşmalara girmeyeceğim,sadece bir hocamın dediği şey aklımı kurcaladı acaba bundan 15 yıl evvel ,cep telefonu çıkmamışken,aman bilmem ne yollayayım telefonla arkadaşıma ,sabaha kadar sevgilimle telefon kulağıma yapışık konuşayım diye yakınıyor muyduk?Ya da bu tür şeylerin yokluğundan eksiklik çekiyor muyduk?Demek ki bir şey patlatıldığı anda meşruiyetini de yanında getiriyor ve bir anda hayatımıza kök salıp ,temel parça haline geliyor.Mesajla kredi almak olayı misal,bırakın 15'i birkaç yıl evvel mesaj ne kadar lakayıt bir şey sayılırdı.Sadece gençler birbirine yazar,onun dışında resmi bayram mesajları falan olurdu genel arasında.Şimdi en saygın kurumlar telefonun içinden parazit gibi sesleniyorlar size.Madem herkese en kolay ulaşacağım şey bu ,tamam be sen de gel mesaj sen de gel facebook sen de gel daha bilmem ne dıtdırılar...Bunların kullanılmasına lafım yok yahu ben de dibindeyim bunların sadece nasıl olup da sınırların bu kadar kolay eriyip,prensiplerin ne kadar muğlak esnekliklere sahip olabildiğini tartışıyorum.
Şu face'in adı geçti benim de kafam kaydı başka konuya haliyle.Kumdan prensiplerimce üye olmam diye diretip aylar sonra tamam be derken ,geçmişimin'çeyrek/2'sini geçirdiğim Bursa'dan arkadaşların beni bulmasıyla hafif bir neşe kırıntısıyla madem öyle kalıyorum dediğim facebook.Sonradan gelen mesaj ve davetlere eshef edip,kalanlar yüzünden çkip gidemediğim facebook.''Hemcinslerim abazanlıktan oduncasına yanarken'' demiş ya sagop insan ,işte,bahsettikleri sararken bulunduğumuz evreni-net evreni- dünya gibi buranın da kokusu çıkıyor.Trojen yada truva atı bir rotası olur bunların,şuraya şunu yapınca git dersin ama bu insanlar heryerdeler ve heryerde aynı amaçtalar, hergün sorsam da niye yaşamaktalar,durduramamaktayım oksijenim bir şekilde yine tüketmekteler...Hımm şarkı mı yapsam acaba kafiyeli çıkıvermiş.Yok çok denedim ama kolay iş değilmiş.En sonunda aklıma mesneviden bir kolaj yapmak geldi,onun da etiğini düşündüm kafamda hala da düşünüyorum.Neyse dedim bari hazırlardan yola çıkayım,aldım bir Can Dündar denemesi okudum Hüsnü'nün klarnetinin üstüne oh mis,hımm peki neye benzedi, ortaya garip ama güzel bişi çıktı ,valla yapın siz de, kendi kendinizin şiir okuyucusu,rapçisi,rockçısı,bilmemnecisi olun.Kendinizi bilin yalnız pek bir halt değilse yaptıklarınız,kendi miinik çevrenizden çıkmayın,kendi çöplüğünüzün horozu olun.Aaa olmaz ki işte gene konu kaymış gene kaymış,bu benim gibi beyniminde odalarının dağınık olmasından mı yoksa dış etkenlere mi yıkmalıyım suçu?Neyse madem bir çöplük laf ettik geri almayalım,kalsınlar burada kokarlarsa haber verin neydi adı bilmem ne çöplüğüne aktarırız bunları,he bir de şey yok o kadar değil iyice karışacak ortalık sonraki yazıya hadi hadi kış ,gittim...

16 Kasım 2009 Pazartesi

Bir şeyler karaladım ben de bir şey anlamadım...

Birgün uyanırsın ve küfredersin doğan güne,
Beynine gidecek iki lokma oksijene acıkırsın bu pis havada,
Yağan birkaç damla yağmur yeşertmeye yetmez ruhunu,
Çünkü içindeki sağanak canavar köklerini yolar koca bir orakla,
İçten içe bitersin ve tam yokoluyorum derken çektiğin acıya uyanırsın...
İşte böyle başlayan bir şeyler karaladım kağıda nedense devamını buraya yazasım gelmedi ,hatta kağıdı olduğu yerde unutma ve annemin de onu oradan çöpe doğru yolculuğa çıkarma ihtimali çok yüksek,yani gerisi birkaç güne kadar somut varlığını da kaybedecek ama önemi yok.Farkında mısınız hala çırpınmaktayım ısrarla kalemimden gerçekten bir şeyler çıksın diye,inanıyorum bir gün gerçekten olacak.Okumaya kendimin bile doyamadığı satırlar yazmam mümkün olacak...

Hım bugün neden bahsetmek istiyorum,şimdi bana bu saatte yazdırırsanız ülkenin ekonomik paranoyalarından ya da domuzumsu hastalıktan bahsedecek değilim,elbette beynimin sağ tarafı aktif olacak ve elbette sola kıvrık parçam sesini hafiften daha fazla çıkaracak.Elbet hayaller nöronlarımın arasına saçak saçak yayılacak...O sebepten ben cümleleri pelte pelte yaymadan ve romantizmin aşırı dozundan ruh düğümlenmesi yaşamadan keseyim yazımı,her zaman böyle yapmam ama bazen yaymak da iyidir.Neyse bu bitsin,gittim...

12 Kasım 2009 Perşembe

Arkadaş:hımm,iyidir onlar,iyidir...

Arkadaş iyidir,varolduğunu hissettirir insana çoğu.Olmalıdır onlar...
Bunların çay ısmarlayan çeşitleri vardır misal tadından yinmez.Birde üstüne koyu kıvamlı bir muhabbet oldu mu oh oh...Konuşmayı iyi biliyorsa ayrı,dinlemeyi iyi biliyorsa ayrı zevk verir bunlar.Başın çatlasa da ,böğrüne bıçak saplanmış gibi hissetsen de, hem aspirin hem bandaj yerine onlardan alırsın bitane iyileşiverirsin...Ortalık da dolanıp sadece sen de pek şişmanlamışsın,yok bilmem nerenden sivilce çıkmış,saçın dökülmüş kel kalıcan gibi demeçler verenleri vardır ki normalde at çöpe gitsindir . Tabi tek kusuru buysa çöpün dışında da yaşayabilir.Düzenli aralıklarla yenisini isteyebilir insan,taze kan isteyebilir.O zaman sosyalleşelim der kimi de bu laftan pek hazetmem,ülkemizde pek çok kelimenin varlığını evlatlık başka bir anlamla sürdürmesi gibi onun da anlamı kız-erkek ilişkilerine döndü.Neyse işte gidersin bir tane daha alırsın kısaca.Hımm bu kadar basit değil tabi,süre belirtmediğim için sorun yok.Ne diyordum evet ,iyidir onlar seni en uyuz anlarında çeker kimi oy oy o nasıl bir insan evladıdır,iyiki gelmiştir dünyaya.Çıkar için dinleyeni varsa da kafası kopsun tabi(!). Bir taneyle iki taneyle yetinmemeli insan ,bissürü bissürü olmalı.Ortalık çöplüğe dönmesin tabi görünce tanımalı,şusu şöyleydi,dananın tekiydi vs gibi tanımalamalar yapabilecek genişlikte olmalı çevresi.Yüzüne bakmayanları vardır bunların ,selam kelam etmezler,hani öylesine arkadaş sıfatına girivermişlerdir,aman boşverirsin onları ,dursunlar köşede zararı yoktur,asıl dışından selam verip içinden nanik yapan cambazlara takılmak lazım gelir,at gitsin onu da .Kalmaz deme yahu gerekeni atacaksın,yoksa kurumuş dal gibi tüm ağacı kurutur bunlar.Bir de anan -babandan yakın olur bazıları,ne haltlar yediğini ne kadar rahat anlatabiliyorsan o derece yakındır bir nevi.
Düşündüm de kendimce birkaç özellikle bitireyim.Arkadaş dediğin kendini iyi ve güzel hissettirir adama,tamam arada bir dürüstlüğü üst doz tutmak iyidir de bu başka meseleler için gerekli.Neyse onun yanından ayrıldığında içindeki bütün irin boşalmış olmalı,kuş gibi olmalısın.Çene kaslarında bir gerginlik hissetmelisin hem konuşmaktan hem gülmekten.Evet tabiki arkadaş dediğin güldürecek de adamı.Kalasa da anlatırım ben derdimi,farkını belli etmeli bu sebepten .Misyonu çoktur demek istediğim,daha da çok var ama yazıyı uzatmaya taakatim pek yok.İyidir onlar iyidir bulundurun...

11 Kasım 2009 Çarşamba

mumlu bir gece,ışıksız kalmış umutlu ruh...

Bir mum,kalem,kağıt ve ben varmışız gecede,

Başımı koltuğa dayamış,

Havada dolanan kelimelerimi bekliyormuşum,

Mum ışığına dalmışım sonra,

Getirmekte olan yavaş yavaş sonunu...

Bense acımışım haline,

Karanlığıma aldırmadan üfflemişim yavaşça onu,

Oysa önce soğumuş,donmuş kalmış sonra,

Bense diner acıları sanmışım,

Mutlu olacağını sanmışım,

Ama farketmişim yanıldığımı hayat belirtisi göremeyince onda.

VE o an anlamışım ki mum yanarak yaşarmış,

Erirmiş,erirmiş ama bitmekten hiç korkmazmış,

Çünkü o cenneti ateşin içinde ararmış,

Çünkü o ışığı için ölmeyi seçermiş...

işte 2008 yılının soğuk ve karlı şubatında ,elektrikler kesildiğinde mum ışığını izlerken bu satırları karalamışım...İtiraf ediyorum bazı yerler klişe olmuş.Bende isterdim her tarafı sıfır model,en orjinalinden bir şiir yazmayı.Umutluyum bu konuda hayat bana çizikler attıkça ben de kağıtlara kolayca karalayabileceğime...Yalnız yukardaki şiirden sonsuz kere güzel olan yazılırken bulunduğum andır.O anı oluşturan herşeydir.İçimde duyguların taştığını hissettiğim ama onları muma yansıttığım için dilimden dökülmemiş olanları hatırlamaktır.Hatırlamak,henüz tazeyken geçen zaman acıdır ama bu kadar ay ve artıklı 1 yıldan sonra hımmm ufak bir gülümsemeyle,ne güzeldiii ne güzeldii diye Nil'in şarkısını söyleyebiliyor insan...

10 Kasım 2009 Salı

yakınlar yakın kalmalı

Nevet günler sonra yine buradayım,dinlenmiş hatta dinlenmekten yorulmuş bir biçime gelmişim.Deniz,yeşillik,sakinlik ve sevilen insanlar...Haftaların toksinini atmaya birebir...Diyeceğim,yakınlarınızı ihmal etmeyin ,vücudunuzun buna ihtiyacı var,tabi onların da...Onun dışında bir ay boyunca hiç denize bakmadıysanız,yeşilliklerin arasında birkaç saat kalmadıysanız,trafik sesi olmayan bir sokakta hiç dolanmadıysanız uzun süredir bilinki inflak etmek üzeresiniz...Pim çekilmeden harekete geçmek lazım,zamandan çalmak onu tıngırdatmamız lazım,lazım,lazım...

3 Kasım 2009 Salı

elektrik gittiğinde, romantizm, mum ışığı hepsi boş...



Nevet ders yok eve kaçtım oh derken,eletriklerin gittiğini farkettim mahallede.Zar zor çıktım merdivenlerden ,annem her zamanki gibi mum arıyordu ve herzamanki gibi bulamıyordu.Üç-beş mum alıp geldim bakkaldan.Bir yandan yaktım bir yandan söylendim,kırk yılda bir erken geldim de ,onda da karanlıkta kalınır mı da,şu da buda...
Normalde karanlık ve mum ışığı pek özel çağrışımlar yapar insanda.O mecburi ama tatlı karanlıkta hayallere dalınır,şiir miir yazanlar olur hatta.Ben ne yaptımd ışardan geldiğimde çok yorgun olduğumu görüp madem ışık yok erken uyurum dedim.Tabi bu kadar mı odun oldum demedim mi evet dedim.Mesela iki kış evvel,yine elektrikler gittiğinde erimiş çikolata gibi hissediyordum kendimi,sanki lütuftu mum ışığı.Ateşinin sağa sola en ufak hareketeni izleyip,büyüye kapılıyordum bir nevi.Etrafında birkaç dize yazdığımı bile hatırlıyorum.

Sanırım kendimizi yaşlandıran,taşlaştıran biziz,gittikçe aynı katılıkta aynı uyuz değişmez bir düzenlilikte yaşamak isteyen formlara dönüşüyoruz.Ne yaptığımızın farkında mıyız peki?Hiç sanmıyorum,sadece benim gibi,bundan bilmem ne kadar önce şöyle yapardım,şuanki halim de nereden çıktı diye şaşırmakla kalacağız.Kimimiz kendini kurtarabilecek,kimisi daha da batacak...

2 Kasım 2009 Pazartesi

bir dost şiiri ve yanında şekerleme

Yitirdim, ben o şevki bu şarkıda
Artık pek sıradan söz ve müzik
Herkesin diline pelezenk olmuş zaten
Artık sis kokulum diye kime derim ben
Mefkure motorunun beyaz köpükleri ardında
Saçların savur savurken,
Çoktan şarkının içinden çıkıp gitmişsin sen

Kırçıllı hırkama sarılıp,
Bir an körfeze doğru
Ve o beyaz çatılı
Dört duvar arasındakiler kadar yalnız
Söylerken o şarkıyı, sustum hatrına
Şehir beni talan ederken
Ne sen vardın ne bir hatıra
Yalnızca tiz sesli kadın haykırıyordu
Kendi boyadığım ahşap radyoda

Sonu olmayan koridorlu sinema önünde
Beklerken seni elimde bitmeyen kahvemle
Bir tramvay geldi, bir tramvay geçti
Keşke ;
Keşke gelseydin bile demeseydim
Unutucağıma o bakir besteyi
Terketseydim seni, sen beni terketmeden

Ve hediyem, yüreğimdeki şarkım
Ben fütursuz kelimelere sığmam
Hecelere böl unut beni
Ağzımın payını da ver okkalı sözlerle.
Değmezmiş ona, sen haykırdığıma say
Dinlerken seni ışıl ışıl yüzen fenerlere karşı
Hiçbir şey olmamış gibi, sen yine affet beni......

Evet arkadaşım Kerem'in kaleminden dökülenlerle başlamak istedim bugün söze ,aniden okuttu,ben de aniden beğendim bu dizeleri.Ona da söyledim yaşı 35 'e gelmiş karamsar,elinde sigara tüttürerek yazmış bir şair gibisin diye,o demek ki o ruh halindeymişim dedi...İşte bu güzel bir konu...Hergün her an başka bir yaşta olabiliyoruz,elimizde geçmişten ,gelecekten ve yaşadığımız andan o kadar malzeme var ki her kalıba sokabiliyoruz kendimizi.İsteyerek yapmıyoruz bunu,tehlike hissettiğinde renk değiştiren bukelemun gibi ,biz deyaşadıklarımızla renk değiştiriyoruz.Ya da hal değiştiriyoruz duruma göre,bazen bir buz kadar soğuk ve katı,bazense erimiş çikolata gibi sıcacık ve eriyik...Kimi zaman bulunduğumuz kabın şeklini alıyor,kimi zaman bulunduğumuz alana sığmıyoruz,taştıkça taşıyoruz,yayılmak istiyoruz,nüfuz etmek istiyoruz her bir zerreye...Bazen hayat yoruyor bizi,köşemize çekiliyoruz yaş kaç olursa 15 ya da 35...Aslen ruhumuz yönlendiriyor bizi biliyoruz,önemli olan onun canlı kalması biliyoruz,onun sevmesi,onun hissetmesi,onun kendini yok etmek istememesi,bizi evet bizi yaşatmak istemesi...Ruhun da yorulduğu zamanlar vardır işte,bu zamanlarda köşemize iter bizi.Vücudumuz emrindedir,o dinlendim yeter hazırım yeni bir acıya,yeni bir mutluluğa ,yeni bir adıma der ve yerimizden kalkar ve ilerleriz...Zordur söz geçirmek çoğu,çünkü ruh öylesine değişkendir ki, o kendini bıraktığında felç olursunuz.Beyniniz emreder ama vücudunuz yapmaz...Sürekli doyurmak zorundasınızdır onu,susuzluğunu gidermek...Ruhunuz zayıfladıkça,hayattan eksilirsiniz,tamamlamazsanız onu yok olursunuz silinmişcesine ... Doygun ruhunsa keyfine diyecek yoktur,kendisiyle sizi de yürütür semalarda...Öylesine coşar ki içiniz,yer ,zaman bütün mevhumlar kaybolur,toz olur kaybolur rüzgarda...Birgün ruh istemese de ayrılmak zorunda kalacaktır sizden,o zaman siz toprağın ruhunu alırsınız.Çiçeklerin kokusu vardır artık,kökler sarmıştır bedeninizi...Her tohumla can gelir bedeninize ve bu sahip olduğunuz yeni ruh öylesine evrensel ve sadıktır ki ,kainatın sonuna kadar sizinle olacak ve huzur verecektir,her bir hücrenize...Yok olmadınız o yüzden,olmayacaksınız,unutmayın evrende varlığını kanıtlamış hiçbirşey tam manasıyla yok olmaz,hal değiştirir ve siz aslınıza dönmüşsünüzdür...

29 Ekim 2009 Perşembe

Pislikler etrafı sardıkça,ne bakasın gelir ne de...

Şimdi lafa nasıl başlanır,hım bugün 29 Ekim bayram kutlu olsun tabi de burayı cumhuriyet bayramı için kompozisyon yazın köşesine çevirmeye niyetim yok...
Lafını edeceğim varlıklara bir cinsiyet,bir özellik atfederek onları yüceltmek istemem ama bir şekilde tanımlamam gerekiyor.Ey bazı erkekler ve ey bazı kızlar -bu bazının içeriği birazdan tanımlanacak- siz neden dünyaya geldiniz?Size verilen oksijeni pisliğe çevirdiğiniz ruhuza yem olsun diye mi kullanıyorsunuz?Fiziki varlığı vücudunuzda bulunan -beyniniz- ama kendisiyle en ufak bağlantı kuramayan kişilikler,bana yaşama sebebinizi söyler misiniz?Açlık,susuzluk ve cinsellik işte bunlar ilkel bir insanın ilkel bir benliğin yegane ihtiyaçlarıdır.Üzerine koyabildiklerimiz olduğu sürece insana dönüşüyoruz.Sadece bunlardan ibaret olmaksa bir hayvanı dahi tanımlamaz -çünkü onların da gayet zeki davranışları,kültürleri,alışkanlıkları vardır -.Öyleyse bir insan kendini bu denli alçaltmayı nasıl başarır?Yürüyen zombiler demek daha doğru olur sanırım,çünkü zombiler bilinçse gelen bir dürtüyle yaşayan insanlara saldırırlar,düşünmezler,ruhları zaten yoktur...Bundan 5-6 yıl evvel herşey ne kadar da kolaydı,dünya daha saftı benim için,içinde amacı olan insanlar vardı,herkes birşeyler için çabalardı vs vs.Şimdi her yıl daha da zorlaştığını farkediyorum ,yani etrafıma bakınca gördüğüm boş yaşamlar gittikçe daha çok gözüme batıyor,nasıl bir bataklığa bakarsınız ve inceledikçe içindeki böcekleri görür,pis kokuları duyarsınız ve o balçıktan tiksinirsiniz işte böyle geliyor.Yunus Emre geldi aklıma işte o insan sevgisine ulaşmış ne takdire şayan bir zaat imiş,oysa ben bunu yapamam böyle insanları nasıl severim.Kendilerine bahşedilen yaşamı çöplük gibi kullanan bir insan,insan mıdır ki?Cinsiyet ayrımı yapmadığımın farkındasınız değil mi?Çünkü keşmekeş bu tanımladığım alanda her cinsten var.
Bugün okuduğum bir kitapta -psikoloji hocasının biraz yaptırımla okumaya zorladığı ama iyiki yaptığı- bir psikiyatrın toplama kampına düştükten sonra yaşadıkları ve geçirdiği evrelerden bahsediyordu.Ve şuna benzer birşeyler söylemişti:Bir insan ancak ruhsal varlığını koruduğu sürece vardı ve bu insanlık dışı koşullar altında bile bunu başarmak mümkündü,işte ruhu zayıf olan insanlar kendilerini kaybediyor ve bir hayvandan farkı kalmıyordu,hayatta bir amacı yoktu,varlığının tek başına önemli olduğunu asla düşünmüyordu.Tabi ben bu cümleleri biraz yonttum yani o kamp arkadaşlarını direkt itham etmedi ben yukarıda bahsettiğim tipleri itham etmek için bu şekle soktum.
Beyin öyle garip bir şey ki ne kadar taze olursa olsun onu köşeye attınız mı kokmaya başlıyor,çürüyor ve onu tekrar çalıştırmak herzamankinden güç oluyor.Bunu yapmayın lütfen onu kullanın,ne yaparsınız nasıl yaparsınız bilmem ama onu kullanın.İster kitap okuyun,ister bilmem ne okuluna gidin,ister evde oturup kendi üzerinize düşünün ,tecrübe edinin ,olgunlaştıracak işlerde çalışın vs vs her nasılsa bilmiyorum işte sadece etrafınıza zarar vermeyi bırakın artık,görmüyor musunuz bu şekilde bir pislikten farkınız yok!!!

25 Ekim 2009 Pazar

YAŞ ve Yaşlı ,Genç ve Nankör

Bu yazı gecikti aslında Cuma gecesi yazacaktım .Yorgun argın düşmüşüm yatağa fırsatım olmamış o yüzden.Her neyse değişik bir gündü o...Çevremde yaşıtlar değil yaşlılar vardı.Sırf derisi buruştu diye yaşlı damgası yiyenler,aklımı utanıp cebime koyduğum zekasından korkulan insanlar,gülüyor diye dışlanmış mutsuzluğumuza nanik yapan insanlar...İlk Mustafa amca çekti dikkatimizi,bir avuç kişi darülacizacizenin ferah bahçesinde.Belediye emeklisiymiş.Pek bir memnun oldu bizi görünce ,başladı hikayesini anlatmaya.Kulaklarımızın pası silindi,tanımadan da güvenip kendini,derdini anlatabiliyor,sırf dinlemenizi ilaç sayabiliyormuş insan.Varmış yani böyle insan.Oradan radyolu ibrahim amcaya geçiyoruz,az uzağındaki Mustafa amcadan şikayeti var,sakalı var konuşur durur ama burada inanç burada diyor gögsünü gösterip.Çalan türküyü kim söylüyor diyoruz,bilmiyorum diyor ,güzel mi diyoruz bilmem diyor konuşamıyorum onu dinliyorum.Ses telleri alınmış çünkü kısık sesle anlatıyor.Selam amcaymış birinin adı da selam veriyor önce selamımızı alır almaz ağlar gibi oluyor ve uzaklaşıyor yanımızdan.Kantine giriyoruz selamün aleyküm ağalar diye, bir tanesi el öptürmüyor yaşlı mıyım diye.Benden kalem istiyor o amca dolma kalem diyor,bir dolma kalem versen de hatıra kalsa.Ah diyorum kırtasiye olaydı da yanımda vereydim ama yok işte.Çantamın derinliklerinde mor yazan yeşil kapaklı -evvelden yeşilinkini mora morunkini yeşile takmışım- bir tükenmez geçiyor elime,bu olur mu diyorum,olur diyor neşeyle.Şimdi bendek, mor kapaklı yeşil kaleme bakınca hep o anı hatırlarım biliyorum.Bir amca gazete okuyor,bulmaca çözer misin diyoruz,yo nerdee şurada konuştuğumu öbür tarafta unutuyorum,onu nasıl yapayım diyor,hem zaten bulmacadan anlamazdım.Bir teyze dışardan sesleniyor su al bana diye.Bir sıcak su veriyorum eline ,hayır diyor soğuk olsun.Soğuk getiriyorum ,sağol diyor.Meğer ben suyu alırken arkamdan amcalar yine aldırıyorsun suyu seni gidi demişler.Keşke insanlar birbirini sadece 2 kuruşluk su için kandırsalardı ...

Mavi gözlü bir amcam var ki sormayın.Adı Halil ama akıllara zarar.Yaşı için iki yedi diyor -77-.Yandaki Dominic amcadan ismini zor öğreniyoruz çünkü nasılsa söyleyemezsiniz diyor.Fedon'la kardeş çocuklarıymış,buraya yedi yıl evvel gelmiş,hiç birşeyi de yok ayrıca filinta gibi giyinmiş,genç bir Karaca gibi.Ben ondan daha mutluyum o pisliğin içinde diyor...Haklıdır diyoruz...Gidesimiz gelmiyor Halil ve Dominic amcamızın yanından.Halil amca siz gelince dünyamız genişliyor,sanki bizim oluyor diyor.Sizinkini bilmem ama demeyi de unutmuyor.Bizimki de öyle emin olsun.Babamdan beş yaş büyüğüm diye de bir bilmece salıveriyor ortalığa,haydi bakalım taze beyinler bulun diyor.Sonra kıyamıyor,babam öldüğünde 72 yaşındaydı ben 77 diyor.Ömür gibi adam yani.Arkadaşın biri hatırlatıyor ki ziyaret saati doluyormuş.Son bir gruba daha uğruyoruz.Pke bir beyefendi olan Mehmet abi -ona amca demeye gönlüm el vermedi- zamanın prodüktör amiri.Yaşlanınca attılar beni aralarından diyor.Oysa gençsiniz diyoruz.Tcerübe diyor,bu insanları korkutur kimse kendinden üstününü istemez,haklar onu.Doğru diyor...Mehmet abi yani Mehmet Konca bize film yaşamından bahsediyor.Rüştü Asyalı -keloğlan- diyor pek efendi adamdı...Sohbetimizi kısa kesmek zorunda kalıyoruz.Gelin beni bulun diyor şu katta,çağırırlar,her türlü yardımcı olurum size...Daha kimlerle karşılaşıyoruz da kalamıyoruz fazla,yine gelmek ümidimiz...Bir amcamda da bahsetmezdem olmaz dört çocuğu var imiş ve 11 torunu,biri de gelmedi diyor yıllardır...Onu avutsak da bizim de içimiz acıyor.Torunları oluyoruz onların çocukları,kardeşleri,en sevdikleri ama en çok göremedikleri...Yinede iyi bakılıyoruz diyor hepsi,işte bu sevindirici...Her bakım evi böyle midir?Sanmıyorum filmlere konu olan,haberlerde görüp insan olamaz bunu yapanlar dediklerimizi hatırlayınca...
Oraya gitmeden şunu dedim birlikte gelen kuzenime,belki de biz de birgün böyle olacağımız için çekiniyoruz onları görmeye,kendi geleceğimizi görmeye korkuyoruz...Haklıydım da...Yine de şu var beynimde yankılanan güzel işşer yaptıysan,hayatında anlatacağın iki satırın varsa ömrün bitmemiştir.Sonrakiler için de varsındır.Bir de gülücük kondurabiliyorsan yüzüne senden alası,senden makbulü yok hayatta.Senin hayatın bitmedi,Mustafa amcanın dediği gibi sadece kiradaydık asıl evimize gideceğiz...

20 Ekim 2009 Salı

Bezgin bekir

Suratımın gülmediğini söylüyorlar bu ara...Doğrudur,ben de çözemedim neden...En güldüğümse eski hocalarımdan birinin noldu sana yaşlandın mı demesiydi...Henüz değil sadece bir şeylere ihtiyacım var...Hayatım tv gibi her kanal var ama renkli göstermesine ihtiyacım var...Peki bu neyle olur?Hımm bu eti püsküütü anlatmak kadar kolay değil -çayda,kahvaltıda yenir...-.Sadece bulduğumda anlayabilirim ve bulduğumda kaybetmek istemem.Çok,çok kıymet vermek ve sakınmak onu ...Olur mu ki?

18 Ekim 2009 Pazar

Şiirli yazı...

Karanlıktır maden kuyusu,
Ama içinde mumlar yanar,
Gece karanlıktır,kapkaranlıktır
Ne ki ,içinde yıldızlar ışıldar.
İnsan ruhu da karanlıktır.
Hem içinde ne mum yanar,ne yıldız parlar.
Sen ey ,ışığım diye
İleri atılan zavallı us!
Gerçekten ışıksan
Buyur kılavuzluk et
Tek adımcık olsun yol göster!
Öte dünya perdesini kaldır
Ölümü aydınlat demiyorum sana.


İşte böyle demiş Macar şair S.Petöfi.Kendisine çiçek pasajında yahu benim niye şiir kitaplarım yok derken rastgele buldum.Bazı milli şiirleriyle haklı olarak bütünleşemesem de ,beğendiklerim de olmuş ki işaretlemişim kitabından.Şimdi adama haksızlık olmasın o güzel yazıyordur da bana uyan bazısı olmuş diyelim...Yukarıdaki de gayet iyi değil mi? Bazen artık bütün sözler söylenmiştir ve ne yazarsam yazayım ya taklit olur ya da bir şeye benzemez gibi geliyor.Sıradan kelimelerin yerleriyle oynayıp orjinal şeyler çıkartanlara hayranım o yüzden.
Yine de gençliğimde şunları da yazmıştım işte deyip yanımdakine böbürlenebileceğim bir kaç satırım olsun isterdim.Hala gençlik sınırlarının en taze yerindeyken ,gerçek bir kaç dize yaratabilmek için ne yapmalı?Şu ilhamiyi çağırmak gerek sanırım.Yalnız o her nasılsa mutsuz ya da mutsuzluğun çizgisinde dolananlara daha sık gelirmiş diye duydum.Kolay mutsuz olurum ben gerçi - hemen mutlu olabildiğim gibi-,öyleyse transit de olsa geçiversin yanımdan olmaz mı ki?
Bu arada hem hiç işim yok ,hem de çok meşgulüm...Hem çok yalnızım,hem yalnızlığın adını hatırlamıyorum şuan ...Ne o, ne o olmak ,sanırım ,sanırım şımarıklık denen şey bu...Neyse ne ,kaçasım geldi yine bu sayfadan,sıkıldım.Gidiyorum , gittim bile...

17 Ekim 2009 Cumartesi

sinek ısırığı kaşınmaz derler ya bazen kaşınmalı...

Gecenin bu köründe benimle hoş bir sohbete dahil olup,o sinek ısırığını kaşıyan arkadaşıma teşekkür edeyim önce.Sinek ısırır,farketmezsin,ufacık bir kaşıntı hissedersin,kaşırsın ve küçük bir şişlik olur,kaşındıkça şiddetlenir ,o şişlik de büyür ,yalnııız o kaşıma evresi pek tatlıdır,daha da daha da dersin.Kendini durduramazsın.Konu mu ne?Tabiki sinek ısırığı değil,duygu ısırığı onun adı yada daha özel adlı bir şey ısırığı ...Kaşısam dert ,kaşımasam binbir dert.Henüz kanatıcak kadar şişmedi gerçi ...Napsam ki...Saat de geç olmuş umrumda mı gerçi uykum olmasa ama var işte...Bir yandan yok da ...Hayal etmek istiyorum ama edersem de olmaz...Olsun ben hayaller durağında bir ineyim,baktım olmadı oradan 97 R ye biner ve rüyalar durağına giderim.Orada herkese yer var ne de olsa.Geç kalırsam ayakta kalırım ,gideyim o yüzden...Söylemeden edemeyeceğim bakışına hayranım demek istiyorum rüyamda .Kime mi hımmm o beni bilmez,ben de onu ,böylesi bir özne üzerinden muzdaribim o nedenle isimler fazlalık.Kapatalım,kapatalım,herşey yerinde kalsın...Hey sıramı kapmasana kardeşim ben durakta oturuyordum ! He a pardon veda etmedim,elveda...

16 Ekim 2009 Cuma

bu işte bir yenik var, bit yeniği ...

Başlık bulma serüvenim ilginç bu blog da sadece yazıma nasıl başlayacağımı düşünüyorum ve alakalı -alakasız aklıma ilk 10 saniyede gelen başlığı yapıştırıyorum.Neyse bugün bir zat-ı muhteremden bahsetmek istedim.Kiremitçi'den ...Hani şair,pek ünlü gerçi neyine yazıyorsam.Neyse o yerinde ünlülüğünü katmerleyedursun ,ben de yazıma devam edeyim.Hee şimdi buldum başlık da esinleme yapmışım aslında ''bu işte bir yalnızlık var'' diye bir kitabı var ya ondan.Daha yeni başladım ,aslında kış günleri için mükemmele benziyor hani benim o ünlü kahveli,yalnız gecelerim için birebir.Soğukkanlı ,az sesli ama içi ses dolu insanlara hayranlık duyduğum gibi böyle kitaplar da hoşuma gidiyor.Aslında Kiremitçi efendi'yi okuyacağım aklıma gelmezdi.Ruhum romantik etkilere açıktır amma okumazdım işte.Hatta lisedeyken o adama deli olan bir arkadaşım vardı,bir gün biz de otururken sıkılmadan koca bir elektro(!) mektup bile yazmıştı ona.Ulaştı mı meçhul tabi.Neyse işte o zamanlar bu tür fanatizmlerden haz etmezdim ..Kiremit Bey'in İclal ile arası iyiydi o zamanlar sonra askere mi gitmiş ne yapmış,kadını bırakmış körolasıca.Gerçi İclal de eski kocasını bırakmamış mıydı yoksa yine mi bırakılmıştı.Neyse canım bu konuda farazi konuşuyorum zaten bir şey bildiğim yok.Bazen aklıma gelir ,hani yazarlar yaşadıklarından pek bir beslenirler ya kimi sömürme derecesine gelip aynen kopyalar ya hayatını sanatına.Heh işte o yüzden hayatına giren insanlara acırım bazen.Aklımda şöyle bir süreç canlanır ve yazarın düşündükleri geçer :
Hani şöyle bir aşık olayım bakayım,sonra biraz gider dört teker ,sonra tek teker patlar ,pamuk ipliğiyle duruyor ilişki derken biter, şöyle bir yalnızlığa batayım ,ohh burası bataklık gibi sinek ,böcek heh en önemlisi de anılar ve onlar üzerine olanlar yığılsın dibime ve ohh malzemeler hazır haydi bismillah yazıyoruuuummm! der...Belki saçma gibi gözüküyor ama cidden yahu şairlere,yazarlara bir yakından bakmak lazım.Mesela adını hatırlayamadıklarımdan bir tanesi ben aşık olmayı severim,kadınları severim falan diyordu.Yazdığı kitapta da aşklarından bahsetmiş,yok efendim hepsi ayrı ayrı hayatına renk katmış, hepsine ayrı ayrı teşekkür edermiş.Böyle de insan kendini değersiz hisseder adamın kitabında yaw.Sanki adamın dükkanı var da ,kadınlarda vitrinde gelip geçen eşyalar...Sağolsun tabi en azından varlıklarını kabul etmiş...
Yaz bitmeden evvel Nazım'ın aşkını okumuştum ,vay be vuu ne aşk derken, yıllardan sonra pat bırakıvermişti kızı başka biri için,sonra o başka biri de ona yüz vermemişti de kürkçü dükkanına dönmek istemiş amma bizim kızımız pek de saftirik çıkmamıştı hani.Bazen insan böyle hayatın diyor...Yani gerisini de diyor da ben yazmıyorum.Edepliyimdir canım yazarken amaaa beynimde birine dibine kadar saydırma hakkını saklı tutarım.Ne diyecektim ben ,heh ne bu yaw nolacak ?Ne ne olacak bak ben de unuttum şimdi.Annemin yüzünden koltuk da uykuya dalıp aniden sıçreyıverdi,hem kendi ödüyle benimkini de patlattı.Kötü rüya gördü heralde ,ablan nerede ,naptı deyip duruyordu.Cevap verdim:nerede olabilir anne,odasında...Olmadı işte kafam dağıldı,yanyana gelmiş birkaç cümle çıkacaktı düzenli onlar da geri gitti,beynim burnunu çekmiş gibi oldu.Keseyim o zaman belki devam ederim sonra ama unuturum ya ben ,olsun yaw yer benim ,kalem benim.Benim üzülen benim,parasız benim,benim o benim vs vs Saçmalama dile gelince kalem kaçar,ben de kalemi kovalamaya ,haydi eyvallah...