31 Ekim 2010 Pazar

Boşa Gitmeyelim Diye...

Aslında uzunca bir süre yazmama kararı almıştım, bahanelere sığınarak değil gerçekten yazmamak. Yazamadığımı farkettiğim zamanla paralel bu. Yani gerçek şeyler yazamamak. Daha evvel yazılanların pek çoğunun şu an ham görünüşü. Kimi günlük gibi yazılmışlardı belki fakat burasını günlük olarak kullanmadım hiç. Tek bir yorum duydum ''tıpkı bir günlük gibi'' insan günlüğüne iç hesaplaşmalarını,yaşantılarını tüm çıplaklığıyla yazar, günlük tek kişiliktir, günlükte yapılan çıkarımlar hem az hem de bencildir. Dünya barışı, terör, eğitim hakkından bahsetmezsiniz günlükte bir haberi, bir karakteri eleştirmezsiniz. Demem o ki burası bir günlük değil . Benim üzüntüm,benim bilmem nelerim kimene ki zaten, sadece kendi yaşantılarımı düşünceleri anlatmada araç olarak kullanma söz konusu olabilir ancak. He kimi zaman şımarıklık yapar ve bunun dozajını kaçırırım o ayrı.

Şu süreçte okumayı öğreniyorum, gerçekten okumayı ve görmeyi , farkederek görmeyi. Heybeme bişiler dolduruyorum. Yazmaksa eskisi kadar basit değil. Ahkâm kesmeye varıyor bir yerden sonra yani kaynaklarınız sağlam olmazsa, size o akışı sağlayan, kaleminize güzel biçimde ve doğru şekilde, sorgulanabilir şekilde düşen kelimelerin ne kadar anlamsız kaldığını farkediyorsunuz. Gökhan Yorgancıgil Senaryo Atölyesinde şöyle demişti dün ''Seyircilere sunduğunuz konu hakkında onlardan daha fazla şey bilmek zorundasınız''. Bunu hemen her konuya yaydığımda eğer burada da bir anlamda çıkarımlar yapıp , bence gibi kisvesindeki genel yorumlar yapıyorsam onların da bunu içermesi gerektiğini düşündüm. Yani ben kim oluyordum da daha bir yere varmadan varacaklara ikaz edip, öğüt veriyordum. Hepimiz kimseyiz ama pek azımız belli olgunluğa erişip bize yol gösteren olacak. Çoğumuz yazacak ama pek azımız yararlı olacak. Bilmiyorsanız yazmayın. En azından bu öğüdü verebilirim değil mi? Bu kadarına hakkım olmalı kendimi bodoslamış gibi hissettiğime göre. Bilmiyorsan yazma, yaşamadıysan öğüt verme, bildiğini sandığını halâ göremiyorsan yazık sana. Şu söylediğim sadece benle ilgili değil sevgili okuyan sana da bu lafım. Koy kendini artık nereye istersen.

Herneyse şimdilik hoşça kalın, hoşça yaşayın, hoşa gidin...Yeniden geldiğimde her şey muhteşem olmayacak sadece ben kendimi daha az suçlu hissedeceğim , zamanlamam dünyasal zamanda ne vakte denk düşer bilemiyorum.Üç vakte beş vakte herneyse...

26 Eylül 2010 Pazar

Boğazımda bir yanardağ var , fazla acıtıyor ve bir süre yazmayacağım.

21 Eylül 2010 Salı

Başlığı olmasın olur mu?

Bu tınılar ne kadar bizden, aynı renkte gibiyiz. Ondan mı herşeyin aynı notalarla aynı ritme ve şekle girmek istemesi. Belki insanlardan istenilen de budur. Yani ikinci bi şahıstan.Bir ritmi olması, sihirli notalar barındırması kalbinde. Belki de böyle biri yoktur, belki de olmaması saçma olurdu. Belki,belkilerin çokluğu umutsuzluktan belki de umuttandır. Çelişkiler şaşırtmak için değil mütevaziliktendir belki.

Sanki damdan düşer gibi yazıyorum , sanki öyle havadan rastgele bırakırmışım gibi. Bir nevi öyle olsa da , olmayan, içimden gelmeyen tek bir kelime yok. Yaşanmayan tek bir kelime yok. Yok işte. Diğer türlüsü olmazdı. Ve beklediğim bu. Tek istediğim bu. Yalansızlık değil bahsettiğim sonsuz bir samimiyet...

korku ve benlik

Dünyaya kendimizi anlatmak için gelmedik bu sözü hep haykırmak istiyorum...bin defa on bin defa kafa alıp da delininceye kadar, bu sözü anlayana kadar , kafalarına kazıyana kadar. yeter deyip bırakmak istiyorum, insanlarla uğraşmayı , hemen pes etmek, korkaklığımdan ölesiye korktuğumdandır geri çekilmiyorsam hâla. Korku yanında bi sürü gereksiz, mutsuz şey getirir, acı getirir, kararında olanı yerinde olsa da... Düşünmek de korkuludur, bilmediğin şeyi çok düşünürsün, çok da korkarsın, bilmediğin şeyi bazen seversin, sevdiğin şeyden bazen korkarsın, korktuğunda bunun neden olduğunu çözdüğün anda korkun zararsızlaşır, yararlı parazitler gibi. Saf olan, saygı duyulası, lekesiz olan da korkutur fakat başka bir korku güzel kokuludur bu. İçten olan işte bu öyle olmayanı kendinden eder , korktuğundan habersiz bir korkaklıktır bu, en kötüsü, ne olduğunu bilemeden o olman,işte en berbatı bu,en saçması, en çok küfür gerektiren ya da kibar olman gerekiyordur mecaz işte saptırmanın lüzumu yok neyse ...

Nolur, nolur, ''ben'' olmasın her yerde, sen ''ben'' dedikçe yoklaşıyorsun, ''ben'' dedikçe benliğin soğutuyor, ben ben ben yoksun yoksun yoksun, hiçkimsesin, hiçkimseyiz, zerreyiz,zerreciğiz, toz parçaları kadarız şu dünyada, çektiğin acı da kimse yaşamadı bunları dediğin tüm saçmalıklar da öyle tek olduğunu zannetiğin anda bitersin o zaman zerren de kalmaz. nolur nolur bilinse bu nolur...

2 Eylül 2010 Perşembe

o renkli gözlü kız için...

Tanımıyorum onu. Tek bildiğimse hikayesi ve adı. Belki hayatının minicik kesiti, belki söküp atmak istediği dönüm noktası. Bazen hiç tanımadığı bir insan ve yaşamı üzerine düşünülebiliyormuş. Bugün senin için yazıcam. İyi biri misin kötü biri misin, seninle bir daha hiç görüşmeyecek miyim yoksa farklı mı hiç bir fikrim yok, bunlar üzerine de düşünmedim. Sadece kendimi yerine koyduğumda ne kadar garip hissettim, bir yere dokundun sanki aynı dünyadaydım ...Eve gidince anneme sebepsiz sarıldım . Anlamıyorlar, anlamazlar demiştin...Belki de haklısın. Çok az da olsa , senin gibi olamasam da anladım desem inanır mısın? Belki alıştın içinde yaşadığın şeye, elinden bir şey gelmemesi seni yordu belki...İnan ne denir bilmiyorum. Ne söylesem hafif kalır, sana deva olmaz. Sadece hazırlıklı olman gereken çok şey var, nolur kendini, ruhunu, aklını koru, ne olursa olsun hasar almasına izin verme. Gülmek , gülmemek bunlar mühim değil sadece yaşadığını bil. Sen yaşıyorsun ,şu an bir şekilde nefes alıyorsun, biliyorum katlanmak zor, insan için bu yük çok ağır çok hem de...Of daha fazla ne denir. Tanımadığım renkli gözlü kız herşeye rağmen çok güçlüsün. Öyle kal. Senin için yapacağım bir şey olsa , minicik, minicik...İçini güldürebilsem minicik...Elimden bir şey gelir mi?

10 Ağustos 2010 Salı

Doğuyoruz...

Ben doğdum,dünya öldü...

1 Ağustos 2010 Pazar

GELECEĞİ GÖRMEK İSTEMEM

Bu sabah sadece geleceği düşündüm. Uyandığım dakikadan itibaren, olasıkları, olmayasılıklıkları. Mutsuzluk, getirdiği şey buydu, geleceğin ne getirebileceğini tahmin etmek bile umuttan , meraktan yemek demek. Yaşayacaklarımızla yediğimiz meyveler arası bağlantıyı kurunca, meyvelerde durumun daha güzel ve basit olduğunu görüyorsunuz. Muzu seviyorsanız, muzun yumuşak hissine bayılıp, ağzınızda kalan tadına yalanıyorsanız ,yani nasıl hissedeceğinizi önceden biliyorsanız da yediğinizde mutlu olursunuz. Bilmeniz sizi sadece daha da heveslendirir. Gelecekte ise kesinlik güvenlik ve risk azlığı sağlasa da yanında sıradanlığı barındırıyor. Daha fazlasından mahrum ediyor. Hayal kurdurmuyor. Mutluluk seviyesinin geleceği maksimum yeri bildiğinizden nötrleştiriyor. Demem o ki, olasılıkların fazlalığı bizi hem en çok korkutan hem de en fazla mutlu edebilecek şeyi taşıyor olsa gerek. Hani tek bir hareket ya da sözünüzle geleceğin bambaşka hâl aldığı filmler vardır, hayatta keşkeler ya da iyikiler olarak karşılık bulan hamleler yani...Bu sık sık kafamı kurcalar, tek bir sözüm beni nereye getirdi veya götürüyor. Geleceği görmek istemem, geleceğin küçük mutluluk plânlarını verseler de bilmezler bu yarın su içerizle aynı orana gelene dek basitleşir. Sürprizler daima hoştur, hoş olarak kalmaları için biraz susmayı bilsek, düşünelerimizin de sesiniz kıssak nasıl olur?
Aklıma dün gece Elif'le yaptığım sohbet geldi de, kamuya açık olan kısımlarından bir sonraki yazımda bahsetmeyi istiyorum zira hâla üzerine düşünüyorum...

30 Temmuz 2010 Cuma

Bu yazı epey kişisel baştan söylemeliyim, hiçbir sosyal içeriği,mesajı zımbırtısı yok,gecenin köründe kimseye söylenemedim ve buradayım işte. Beynim örümcek ağlarıyla kaplandı benden beklenense örümceği yerine koymak. İnsan karmaşıktır, hepsi birbirinden farklıdır şu bu tamam biliyorum bu zırvalıkları, sadece düşünce okuyamamak ne zor. Yalan söylemek için herhangi bir nedeni olmayan ve yeterince net olduğunu bildiğiniz bir insanın sözüne inanır mısınız?Ya önceki doğruları şu an gerçek sayılanı zan altında bırakıyorsa. İşte çıkmaz burada, bu düğüm nasıl çözülür? Elbette konuşmak tek yapılabilecek şey ancak bundan tatmin olmak zor. Şimdiki zaman, geçmiş zaman, yakın geçmiş zaman tüm zaman mevhumları birbirine karışmış zihnimimi talan ediyor ve ben üzerine düşünemeyecek kadar tembelim. Olurya düşünürsem derken kendimi hoop içinde buluyorum. Sonuç:kendini değersiz hisseden ve hesapsız kandığı için kendine şöyle bir saydıran küçük hanım....

29 Temmuz 2010 Perşembe

YENİ EROZYON ADAYI

Yanlış falan yazmadım hemen etiketlemeyin adamı canım,okunduğu gibi yazdım.Komik oluyormuş cidden, herneyse ben adayımı koydum arkadaş Trt'yi arayıp bastırıcam bakalım ne olucak?Manga iyi olmuştu tabi,onca politikanın arasından gene iyi sıyrılıyoruz vallahi.Heh ne diyordum adayım "Umut Kaya" . İlk duyduğumda pek karakteristik gelmişti sesi ve bu sesin en az 35'lik bir abime ait olduğunu düşündüm nedense ancak daha taze çıktı kendisi.
Adam da tarz var,müzik var hem bir yol tutturmuşlar üzerine güzelce yazıyorlar,hem gazetede şurda burda da görmedim yanisi işini hakkıyla yapıyor daha ne? Yalnız zorlama olunca ıkına ıkına garip parçalar çıkarabiliyor sanatçılar- geçmişin lekelerinin de gösterdiği üzre-.Yok yok yapmazlar bi daha TeReTe al şu çocukları yamacına...

Ah bu arada müzik tarzına ne ad versem diye düşünmemiştim ama "alaturka rock" deniyormuş-nitekim yerinde olmuş-ve "yanıma yataydı" ,"mevsimler geçerken","mor yazma" gibi fazlaca duyulan şarkıları yanında ,"bana kelime yapma ","senin", "rakı", "anma arkadaş -coverladıkları-" gibi parçaları da gayet hoş seslendirmişler...

28 Temmuz 2010 Çarşamba

Aşağı in de yeryüzüne bak ...

Benmerkezci , egoist, bencil, kibirli,kırıcı, hükmedici, oyunbozan, duyarsız ve bunun gibi ne kadar sıfat varsa hepsine dahil olduğunuzu hissettiniz mi hiç? O kadar "ben"ininize inebildiniz mi? O kadar "ben" olabildiniz mi?
Halâ kabullenemesem de beynim duygusuzca kırbaçlıyor direnen benliğimi. Yeter diyor yeter artık! Kendini bir an olsun düşünmekten vazgeçsen ne olur? Bir an olsun af diletmektense affetsen ne olur? Gurur dediğini cebine tıkıp, başını kuma gömmesen ne olur? Ölür müsün? Bir insandan değerli mi yaptıkların? On kişiye iyi davrandın bir kişiyi paramparça ettin adalet mi? Suçlu aramayı bıraksana artık , ömrün şüpheyle, güvensizlikle geçer mi? İki dakika gözünü kapasan sırtından mı vururlar seni? Çekmeden kim seni çeker he kim! Dünya kötü oldu dediler diye bulutlarda mı yatacaksın? Bas artık ayağını yere, bas! Toprakta kirlen, kırıl, parçalan insan değil misin? Koş artık ,durmadan koş! Ayağın kanasa ne olur kalk artık kalk!

27 Temmuz 2010 Salı

Cansız manken , kırmızı ve yavrucak

Kadın olmak zor arkadaş, zor işte çilesi de konuşmak istediğim konu bu değil. Geçen gün her zaman ki yol hattımda ve her zaman ki saatlerde minibüsümle birlikte trafik yüzünden yolda oturmuş bekliyor idik. Minübüs insanlarıyla camdan dışarı bakıp olur ya değişik bir vukuat görürüz diye bakar iken bir veledül kızın giyim mağzasının cansız manken hatunuyla cebelleştiğini farkettik.


Minik kızımız cansız bedenin giysisini çekiştir çekiştir ediyordu ve mankenin bir kısmını açıkta bırakmayı başardı, hepimizi güldürecek bir kısmını...Sonra bu veledül yavrucak yan dükkanın masaları arasına koştu ki yavaşça yaklaşan dükkan sahibi bayın şerrine maruz kalmasın. Tabi cin göz sahibimizse anında mankeni düzeltip kızımızın bulunduğu yere doğru kırmızı lazerli bir bakış fırlattı ki mazalllah minübüsümüzü dahi yakacaktı.

Yavrucak şanslıydı ki ailesi karşıdan karşıya geçiyordu ve mağaza bayının dürten bakışlarına nanik yapıp minübüse doğru gülümseme isabet ettirerek ablasının tişörtüne yapıştı. Mağaza bayı ise kırmızının güzel tonlarında içindekilerle birlikte dükkanı bomlatacaktı ki gelen velinimetine ayıp olmasın diye içinde patlattı ve trafik açıldı. Yüzlerimizde kalansa kocaman tebessüm...

17 Temmuz 2010 Cumartesi

Coming soon...



Pek yakında yazmaya devam edebilceğim, çok mu kesin oldu? Buna dair umutlarım yüksek diyeyim o zaman. Hayat akışı yoğun vs. gibi klişeleri kullanmayacağım , bir şekilde yazamadım işte yazmadım. Şunu söylemeliyim ki sıcak ekmek yemeyi ne kadar özlediysem blogumu da öyle özledim -sağlıklı beslenme, haydi az ekmek yemece, amanın azı da beyaz ekmek olmasın zırvalıkları uğruna sıcak ekmeğin arasına yatırılmış peynirden oldum beh!-.

Ne diyordum efendim şimdi okul biter bitmez seyahat çelebi modunda epey gezmenin vicdan azabıyla yazım da boş geçmedi yahu diye sallamak için başladığım stajım halen devam etmekte.Sabır, erdem ve bunun gibi özellikler daha ne kadar süreceğini belirleyecek bu da demek oluyor ki uzun bir süre olmayacak -zira sabır taşının küfrü bastığı insanlardanım- . Çalıştığım iş hakkında uzun bir makale yazayım mı? Hiç sanmıyorum, ben de öyle düşünmüştüm. Neyse ne diyorduk , hımm yazacaklar birikti fakat beynimde istirahat halinde olmalılar şu vakit. Fotoğraflı ,cıngıl bıngıl bir kaç yazı hazırlamayı düşünüyorum. Aralık'ta sinemalarda ...Ah, sinema demişken Nicholas Cage'e kendinden mahrum bırakmadığı için sinemayı şöle büyüğünden bir teşekkürler. Fantastizm hayranlığını mı zekasını mı bayıldığım oyunculuğunu ve duruşunu mu övsem bilemedim, ondan sebep konuyu değiştiyorum.

Bu arada yorgunluğum hayallerimi azaltıyor hasta mı oluyorum acaba? Hem jelibonu da bıraktım , zaten canım sıkkın.Geliş yazısını kısa tutmak lazım, ben filmime bakayım azıcık vaktim var iken...Yakın zaman içinde görüşmek üzere...

1 Haziran 2010 Salı

BİR SONBAHAR GELMİŞ YAZIN SICAĞINA...

yeni yine kırılmalar,kendinden geçmeler ve dünyanın cızlatan yönüne dönmeler...bu saatten sonra bunu yapabilecek olansa ancak dostlar ,dostum sayılanlar.bu saatten sonra parçalanacağım belki yegane varlıklar.en azından böyle düşünelesiler.nedense vazgeçilmeyesiler.belki vazgeçebilenler belki bu yüzten sızlatabilenler.neden aynadaki halimle kalplerinde değilim?neden göremiyorum kendimi gözbebeklerinde?yok muyum aslında?varlığım hissettirmedi mi?sevgim hissedilmedi mi?kör olan ben miyim?önemsendiğimi zannetiğim zirve düşüşüme neden belki...sevdiğim akşamın sabahına gömülmek denir buna.buna ne dendiği de önemsiz belki.insan geçmişimin yığınlarından tepecikler yaptım kendime.farkedemedim çukurlarını.gözlerimin kuyusundan gözükmüyordu ,su tertemiz, berrak sanıyordum. bilemiyordum.kimin neresinde olduğumu göremiyordum.minicik çağlayanlar hüzülerini akıtıyorlar bu defa ,sertçe dökülüyorlar kırıkların üstüne,kırıklar deliyor organları ve oluk oluk kan.hoşgeldiniz kırmızı dünya.siyah fonuna arkdaş dünya.ve dostlar çığlık atar.içerdeyse kalıntısı dahi duyulmaz.deldiğin zara ne diye seslenirsin.madem seslenecektin neden ölmeden evvel söylemedin?her şey bir zamanlamadır derler.bu da öyle dostum sseni,sizi ,onları sevmem zamanlama.beni ,onu ,onları hatırlamanız zamanlama.bunu benim anlatmam saçmalık.bunu sizin yapmamanız ihmalkarlık dostlarım.üzgünüm,üzgünüm,bencilliğime üzgünüm.üzdüğüme üzgünüm,sevildiğime emin olamadığımdan üzgünüm,kaba ruhuma üzgünüm,çığırtkan öfkeme üzgünüm,şeytanın vesvesine üzgünüm,bildiğime kımıldayamadığıma üzgünüm.gene kaybettiğime üzgünüm.bana üzgünüm,beni üzgünüm,benle üzgünüm.dostlarıma üzgünüm,dostlarıma seviyorum,dostlarımı üzülüyorum.ben,bana,bizi,hepimizi.sevilerek,severek,unutarak yaşıyorum.unuttukça yaşıyorum.unutamadığım için acıyorum.unutamadıkça büyüyyorum.büyüdükçe yaşlanıyorum.yaşlandıkça ölüme gidiyorum.sondan değil son olmadan bitmekten korkuyorum....

22 Mayıs 2010 Cumartesi

'KENDİ' İtirafı 2:

Bazen öyle şeyler keşfediyorum ki ,yaptıklarımın,istediklerimin basitliği karşısında yıkılıyorum.Yine de öylesine kalakalıyorum ki yerimde ,az önce kınadığım kendimin istifini asla bozmuyorum.Her şeyi bildiğimi zannediyorum.Ve bazen kbirimden ölüyorum.Bazense yaratanın benden pişman olduğunu düşünmek düşüncesi içimi çok acıtıyor.Hiçmişim gibi,geldiğim dünyaya zerre yararım yokmuş gibi.Hayatta kimseyi bir kere bile gülümsetmemişim gibi.Yaptığım iyilik varsa da ,hemen ardından içine etmişim gibi.
Çocukluğumu içimden asla atamayacakmışım gibi.Benden nefret edenleri asla bilemeyecekmişim gibi ya da sevenlerimden asla emin olamayacakmışım gibi.Önemsediğim anda elimden kayop gidecek şey için asla yola çıkmayacakmışım gibi.Çıkarsam da benden olacakmışım gibi.Saygısız ellerim bir pastanın tepesindeki çileği asla haketmeyecekmiş gibi.Aslında çileği hiç sevmemişim gibi.
Küçümsemek mesleğim olmuşken,uykuda olduğumu farkedememişim gibi.Sanki hiç anlaşılmamışım,sözcüklerim uzay boşluğunda kendilerini kaybetmişler ve delirmişler gibi.Belki de ne söylediğimi,ağzımdan çıkanları hiç bilmemişim gibi.Güzel sözcükleri hiç haketmemişim gibi.Hantal bedenimin layıkı dünyaymış gibi,dünyanın en çirkin yeriymiş gibi.Koca kafamın(!) içinde neler döndüğünü asla biri farkedemeyecekmiş gibi.
Ve bütün bunlar havada kalan yağmur rutubeti ve ferah karanlığın hürmetine yazılmışlar gibi.Sanki hiç yazılmamışlar gibi...

'KENDİ' İtirafı 1:

Ne olduğunu bilmiyorum,sanırım sadece yaşıyorum.Öylesine bencilim ki bunu kendimde hararetle farkedebildim.Bana mutluluk getirmeyecek hiç bir adıma ,bir başkasının mutluluğu adına yanaşmamak.Özveri,hoşgörü gibi kavramları rafa kaldırıp.yerine koca bir boşvermişlik kavramını,duyarsızlığı getirmek.
Taş olduğumu sanıyorlar,kimseyi önemsemeyen ,insanları oynatmak isteyen ya da onların üzerine kahkahayı basan .Fakat öyle değilim,lanet okumak istemiyorum ama kahretsin ki öyle biri değilim.İçimde olanlara aldırış etmiyorum sadece,sürekli fırtınalı bir denizde yol alır gibi bir aşağı bir yukarı gidişlerden,ruhun bir dibe,bir ışığa doğru sallanıp dengesizleşmesinden bıktığımdan.
Gülüşlerim tıpkı duvardaki tek kat sıvalar gibi,dışta kalmış ve çatlakların üzerine perde olmuş.Ve öylesine yapışmışlar ki tuğlalara,içeride olanları ben bile göremez olmuşum.Gömmüşüm saatlerimi,akıp duran en yararsız hayallerime,gerçekleşmesi rüyalarda mümkün düşüncelere.Düşünmemenin rehavetini hissetmek istemişim,fikir denizinde kurbalağama ve çeşitli şekillerde kulaç atarken.Sana ne olduğunu hatırlamıyorum.Tek bildiğim şu an yüzmeyi bilmediğim.Bilmediğim sularınderinlerine yaklaşmakta tereddüt bir yana,ona ayaklarımı bile sokmuyorum.Ayaklarım yokmuş,kollarımı hissetmiyormuş gibi davranıyorum.Ne yapıyorum?Neyin acısını,acısızlıktan çıkarıyorum?Ben kim oluyorum da bana ,bunu yapıyorum.Her şeye rağmen değerli insanlar var değil mi?Değerli gözle görülemez şeyler...Onları duyumsamak ve nerede tam olarak ne yapacağını bilmek gerçekten gerekli mi?Ateş yakmadan aydınlık göremeyecek miyim?Sönmüş meşaleye ne gerektir ki?Ya da gaz lambası halâ kullanılıyor mu ki?

11 Mayıs 2010 Salı

müzik başlasın ve akan zamanı sorgula

Kan akışı son hız ve yine başlasın müzik ve yine aynı nakarat,anlamıyorum hiç bir şey ve sadece zevk alıyorum bu anlamsız tınılardan,aklıma gelmiyor üzücü yada gereksiz hiçbir şey ve çekmiyorum bilmediğim şeylerin acısını.uyuyorum bu ritme ki kapılayım akışına.biraz gıcırtılı bir gırtlak ve hoş bir gitar işte şimdi tüm olan bu ve dünyayla birlikte dönüyorsun sadcee ritmini duyuyorsun ve düşünmüyorsun,düşünmüyorsun.kim var yok umrunda değil.ha ha ha insanların önem verdiği gereksiz ayrıntılar,hayatlarını heba ettikleri gereksiz kişiler,duygular.bütün bunların önemi yok sadece senin ne istediğin önemli ,amacın önemli ,amacına takoz olacak her şeyse uçsun gitsin dünyandan ya da ezebilirsin seni zorlarlarsa merak etme kabalık değil bu sana yapacakları yanında,sana kaçırtacakları zaman yanında.

Akan şeyden hesap soramazsın öleyse zamanı yakala ve onun sensiz akmasına izin verme.biliyorum az sonra bu kadar etkili gelmeyecek tüm bu olanlar ama gene de felsefen yok olmayacak çünkü gerçekleri biliyorsun,yaptığın hatalar canına tak etti bundan daha büyük tecrübe olur mu?ve ve rehberini dinle bırak sana yol göstersin,çünkü tüm yaşadıklarından sonra göreceksin ki sen oyun tahtasındaki piyon olmaktan ancak bu rehberle kurtulursun yoksa sadece öne doğru birer kukla gibi hücuma sürüklenirsin ya da bir anda yenilirsin,ham edilirsin.dinle ve sadece oku,öğren ve yolunu bul.bul ki yaratanın seni yarattığına şükrünü sun,geç olsa da bul,izin verme şeytana geçmiş geçmiştir de ve geç,biliyorsun o hep senin geçmişini dünyan yapacak,bundan sonrasını kurtaramazsın diyecek ama o ne bilir ki içine bak içine bak içine bak!

9 Mayıs 2010 Pazar

Herkesin İçinde ...

Hayallerin,fantazilerin ya da adına her ne diyorsak tehlikeli olabileceğini düşünmemiştim.Belki de içten içe biliyordum ama itiraf etmemiştim.Şimdi bildiğim halde çıkamıyorum.Gerçek dünyadan kaçmak için bulduğum bir yol daha.Düşündüğüm şeylerin sorumluluğunu almak zorunda değilim,acısını çekmek zoruda değilim ve o anlıkta olsa mutluluğunu düşünebilirim.Yani çekici olan tarafı buydu en azından.Bu o matrix dünyasına alışıp da gerçek dünyayı yadsımak gibi.Şimdiyse bunu yapmakla ne kadar hatalı olduğumu düşünüyorum.Bir yanım halâ saplantılı ,diğer yanımsa çırpınıyor.Bilmiyorum tamamen döndüğümde haberim olur sanırım.O zamana kadar dünya daha iyi bir yer olsa iyi olur.Otizm nasıl bişi acaba,bilinmeden girilen ve bilinçsizce orada ,mutlu olduğu sanılan ,belki hiç çıkamayacak olan.Neyse bu kadar ağır düşünmeme gerek yok,en azından inanç olmasa insanın kendini kaybetmesi çok daha kolay olurdu diye düşündüm.
Tutunacağımız,yalvaracağımız,ağlarken dua edeceğimiz ...Bazısı içinde olsa da inkâr eder ama pek çoklarını haLâ ayakta tutan budur,henüz bilmeseler de...Biliyor musunuz,ne yaparsak yapalım,ne yaşarsak yaşayalım ve nerede tıkanıp kalırsak kalalım ulaşacağımız yer belli.O yüzden şimdiden bilmek ya da bilmeyi bilmek gerekli sanırım.Her zerre için şükürler olsun,bunu itiraf edebildiğim için de ve henüz o ''insan''olamadığım için üzgünüm,dilerim buna ulaşmadan gitmem bu dünyadan.Bugünkü dileğim de bu olsun ve herkese selam olsun.

5 Mayıs 2010 Çarşamba

NAPIN ?NEDİN ?SİZ BİLİRSİNİZ AMA BUNLARI DA YAPABİLİRSİNİZ...

aynaya bakın gülümseyin gördünüz mü hiçkimse bana gülmüyor diyemeyeceksiniz...başınızı puf yastığınıza koyun, o gün yaptıklarınızı düşünün ve huzursuz eden şeyler yaptıysanız ,gereken yerden artık yaratıcıya yönelik bir halt mı işlediniz ,yoksa sadece kendinize mi ettiniz herneyse af dileyin işte gereken yerden...en güzel, en istediğiniz herneyse onu düşünün ,valla çok da uçtuysanız biliyorsunuz gerçekleşmez ama olsun yahu o an, gerçek sayın, mutlu olun tutan mı var nadide biribiricik okuyucum , sizden sana geçtim farkettiysen ee o kadar satırımı okudun haliyle samimiyetimiz oluştu biraz neyse kendini sevme lüksüne sahipsin ee ne duruyorsun yap ozaman, sadakanı eksik etme paran yoksa gülümse o da yeter ,yalan söyleme biliyorsun en azından bir kişi bunu farkeder ,sonra hırsızlık yapma falan bunları zaten bilirsin,içinden geleni yap,istediğin herşeyin peşinden koş hayallerinin ve onları çok çok istedigin sürece bırakm,a insanların seni sevmelerine izin ver, bırak sevsinler, büyütsünler dünyanı... bu arada sen de sev... ve tüm bunlardan sonra yapacağın herşeyin mesuliyeti sana ait.şimdi istediğini yapmakta özgürsün, seni azad ediyorum bu yazıdan ve benden...

hoşça kal, hoşça yaşa hoşça sev ,hoşça sevil ...Sürçülisan dolu yazımdan ötürü önce rtükten- ne alaka -sonra tdkdan en önemlisi de sizden defalarca özür dilerim ,yine siz oldunuz çünkü ciddi birşey söylüyoruz burada hemen kendini birşey sanma sen oluverirsin işte böyle haydi tamam yeter git ,şaka şaka var olun emi?

2 Mayıs 2010 Pazar

Bütüne giden...

Bir gün daha öldü ve sabahına uyandık.Tembelleşmiş bedenler örtüden sıyrılamadı.Gaflet ,kendini bilmeyen benliklere elbise gibi uydu . Dünya uydusuna göz kırptı ve güneş acımadan onu perdenin arkasına itti.Her şeye kanan insanlar bir kez daha günün parlamasına aldandı ve 2 saniyede geçecek günün ardına takıldı.Bu gün de geçiyor ,yarına ulaşacağımız meçhul olsa da şimdiki zaman beyinlerdeki tek zaman.Onları sona en çok yaklaştıran zaman da şimdiki zaman.Şeytanın bizimle oynadığı zamansa her zaman.

Hayatı tebrik ediyoruz tabi ,bahar rehavetine kaptırıp da nefesinden üflemeyi unutmadığı için.Belki de yanlış yapıyoruz asıl yaratıcıya şükür sunmadığımız için.Kusursuz olmadığımızı düşündüğümüzdeki kusrumuz bizi içten yiyorsa da aldırmıyoruz,kendimizi sevecek birini hep buluyoruz ve meşruluğumuz hep devam ediyor.Gerçekten varolduğumuzu ise zerremizin küçüklüğünü sezdiğimizde kazanacağız.Bütünden kopan,bütüne gider ve biz de öyle yapacağız.Bu olduğunda biz olmayacağız,muhteşem bütün gözleri kör edecek ışıltısıyla ve sevinçten ağlayacağız.Çünkü bütün tüm bedene,akla,ruha sirayet edecek ve bütün o hep var olacak...

1 Mayıs 2010 Cumartesi

Dünya insanı olmak...

Dünya insanı olmak ne zor.Sadece kendi ülkesinin,şehrinin,hatta sadece kendi mahallesinin o da yok sadece kendi evinin insanı olan insana ne yazık.Sadece kendi kendisinin insanı olansa yaşıyor mu bilinmez...Dünyayı gördüğün gözlerin şahitliğidir onun için olan,oysa gözlerin toplamıdır ,tüm gözlerin gördüğüyle vardır dünya.Sen teksindir ama dünya herkestir.Bu herkesi görebilmelisin ,her uzvunla düşüncenle duygunla,kulağınla,gözlerinle hissetmelisin onları.Hissetmek yetmez,onlar olabilmelisin.Dünyayı kavramak için yapmalısın bunu.Senin, senden gelen kibrine düşmemek için..Kibrinle ötekini yakmamak için kafanda örülmüş kirli paslı her yargıyla.
Dünya insanı olmalısın çünkü dünya sadece senin üzerinden kurulmadı.Sen dünyaya gelmiş en iyi örnek değilsin,kalbinin renginin hangi kutba yakın olduğunu göremeyecek kadar körsün tek başına.Yine de beynin kumanda olacak ve insanları istediğin gibi yönlendirmeyi ve yönetmeyi emredecek değil mi?Sen yine o mükemmel kamil insan olacaksın değil mi?Sen halâ benim insan olduğum yeri bilmezken,ben senin insanlığını nasıl kabullenirim.Gözlere çekilen perdeden ve dünyanın maddi,pis yüzünden sözederken ,korunaklı zannettiğin kalbindeki fitneye ne olacak?Kalbinden kirli su akarsa beni nasıl temizleyeceksin?Sen bunu kendine soracak mısın?Yoksa maddeliğin elverdiğince ,vazife saydığına devam mı edeceksin?Farketmez,ben yokum...

27 Nisan 2010 Salı

yazamamaktayım...tek kelime bile.kelimeler her nereye saklandıysa kendilerinden gram koklatmamaktalar.bu rahatsız ediyor mu?belki biraz.yine de yazamamama sebep olan ruh halinden pek şikayetçi değilim...yazmak dilerim yakındır.

26 Nisan 2010 Pazartesi

adsız

huzur,aranan huzur.henüz bulunmamış.görülse kalmaz,görülmese yaşanmayacak.yaşanmadan geçmeyecek.bitmeyecek ömür .huzur-suz bitmeyecek .gece olmadan duyulan hissi .kendini yürür gibi hissedersin gün ışığı doğarken.sesin titrerken dokunamazsın geçen saniyeye.gülüşüne bakarsın ve sert bir bağırtı.kanında olan şey kontrolünde olmasa da aklının bir köşesi hazır.bir şey arkada bıraktığın,asla sahip olmadığın ,özenli hayatın.ha ha bekle rüyalarının gerçekleşmesini ve rüzgara kapıl ki aklın gene hazır.bu sefer ki tını alacak onu yerinden ,çizgiye basmasan da düşeceksin.adım gibi biliyorum bitecek.bitmeyeceksin.

8 Nisan 2010 Perşembe

Anaaa! Yemekteyiz

Show Tv 'deki meşhur ''yapmacıklar yemek yapışıyorlar'' güldürü programından kaza eseri duyduğum bir repliği vermeden edemeyeceğim.Şimdi zavallı toy delikanlının biri rus salatası yapmaya çalışıyor ,akbaba kılıklı kadıncağızın biri de bizim oğlana '' gel şuraya otur da uzaktan savaş yapmayalım ,iyice bi eleştirelim '' diyor.Aynı gaflet ve dalâlet sahibi konserve garnitür kullanan gence ,''niye taze bezelye koymuyosun tamam hadi o neyse dondurulmuş da olurdu,hatta daha iyi olurdu'' diyor.Toy yavrucak da ama ''dondurulmuş konserveden daha kötü değil mi,konserve işte ''diyor.Kadın insanın verdiği cevapla beynimin espri sahanlığı 3 kat genişledi yahu; ''insanları donduruyorlar artık dolayısıyla donmuş bezelye mantıklı''...Şşşş ses yok sadece alkış.

3 Nisan 2010 Cumartesi

İstanbul'da Ulaşım Aforizmaları no:1

Zincirlikuyu Metrobüs Durağı

Saat:12.00 ,13.00 veya 17'ye kadar olan herhangi bir vakit

İlk sıraya gider ve rahatça binersiniz.Trafik kabusuymuş,bilmem neymiş akılınıza bile gelmez.Tıkış-pıkışlıktan bihaber mutlu mesut ilerlersiniz.Hayat aslında ne güzeldir.


Saat:17'den sonra 19.30'dan önce herhangi vakit -bilhassa 18.30-


Artık buranın adı,metrobüs kalınca 1 kuyruğu durağıdır.Cehenneme düştüm sanırsınız,her çeşitten insanı görünce,biraz ittirilip kaktırılınca anlarsınız ki,yaşıyorsunuz.Ve beyninizden tüm süreçte geçen sesli düşünceler şunlardır ya da bunlardan biri mutlaka olacaktır:

Birinci sırada mı eklesem ,ikincide mi?Ayakta mı gitsem çok kalabalık,oturma şansım az?Enayi miyim ilk durakta ayakta kalıcam.Yola çıksam ezilir miyim?Off amma da uzun adam var burada.Tüh,geride dursam binecektim.Teyzeme bak be o bile bindi.Önüne geçtiğimi farketmedi inşallah.Nolur ,kapı önüne denk geleyim, nolur.Üç dediğimde kendimi içeri atıcam.Bu sefer olucak.Geldi işte geldi,adrenalin pompalaması başlasın.Ahh,çantamm,ahh bacağımm ya da ah biyerlerim.İttirmeyin beee.Ben oturcam oraya,önce ben kestirdim.Hmen etrafa bakın.İlk seçenek sağ ve ya sol köşe koltukları.Tamam yanları da olur.Hiç değilse ters köşe olsun,uyurum.Ters köşe yanı mı,neyse hiç değilse oturdum.Ama ters midem bulanıyo benimm yaa.İlk kalkanla yer değiştircem.Atak davran hadiii.Püü ,Allah yer kalmadı gene.Ayakta kaldık iyi mi?Tüm emeklerim boşa gitti.Neyse tutunacağım köşelere gidip yaslanayım.En azından bir koltuk başını tutayım yoksa.Peki ,peki bu seferlik plastik tutmaçlar nasılsa fazla manevra yapmıyor.O da mı yok tamam be kapıya yanaşayım bari.Olamaz bu sefer ortada kaldım.En yakın kişiye bak nereye tutunmuş,heh evet 2 cm boşluk var.Koy elini koy gerekirse o kaldırsın.Ohh,neyse.Müziğin sesini çok mu açtım.Teyze dik dik bakmasana aynı otobüsün fanileriyiz burda.Telefonunla oya,telefonunla oyna dört tarafında çevrili insanlara bakmak zorunda değilsin.Off bu koku da ne Allah cezabı versin emi.Cam yok mu cam.Burası niye sıcak.Kızım sen de kokarca gibi ne süründün bu kadar yaa ?Tutmayın inicem.Daha var mı?Cevizlibağdan sonra hangi durak geliyordu?Ne zaman biticek?Oh,boşaldı bu durakta.Yerimde rahat,neredeyse oturabilirim,heyt be.Neee bir durak mı kaldı?Ben böyle...Yol verin inicem,sinirliyim zaten.Hepiniz yüzünden bacaklarım sızım sızım sızlıyo bee!Kpıya yapışmış hödüğe bak,çekilsene hoop!Ve duracak,duruyor,Allah allah!Ohhh beee!Dünya varmış,hava mis mis.Bay bay zavallı insancıklar,ister balık istifi olun ister sucuk ,home sweet home!

30 Mart 2010 Salı

Nitelikli Yalan Söylenir!


Duyduk,duymadık demeyin nitelikli yalan söyleriz.Evet o en temizimiz en saf görünenimiz bile her an yalan söyleriz.Bakın şuan doğru söylüyorum mesela ama buna da inanılmaz,çıkarımın ne olduğunu bilemezsiniz ki.Belki de sizi etkilemek için hiç inanmadığım şeyler söylüyorum,belki de inandığım şeyleri inanmamışım ki yansıtıyorum bunu da bilemezseniz.Dilin ikiyüzlülüğünü bilseydik hepimiz kalpten giderdik.Hem kendimiz ediyoruz,hem de kendi batırdığımıza şaşırıyoruz bu ikiyüzlülük değildir de nedir yahu?Neyse hep aynı zırvalar değil mi?Hımm,napsak,susamam da,en iyisi siz gidin.
Ben de devam edeyim.Aklıma geldi de, havaalanında valiz kontrolünde ,içini olduğu gibi gösteren ekran var ya o diyorum insanların kalplerini gösterseydi.Sonra da ayıklasaydı,senin kalbin kararmış ''failed'',seninkin de hala umut var ''passed'' ,hey sen sen burada ne arıyorsun dünyada yaşıyor olamazsın,sanırım sigara kullanmıyorsun ondan hımm ''excellent''...

Dil derken ...

Bir anda nasıl yeşermeyi bekliyor o şey.Tek bir dokunuşla nasıl da başını kaldırıyor siz ölüyor sanırken o tatlı arzunuz.Nasıl da insanız halâ ve nasıl da ve nasıl da ve nasıl da...
Kelimelere hapsolmayın gibi bir cümle vardı bir sayfadan takılan aklıma,çünkü sadece onlar değilsiniz ama onlarsız da değiliz değil mi? Freud'un şu ünlü mitine göre ilkel bir kabile şefini yiyor -haklı sebeplerdenmiş-,sonra da suçluluk duygusunu ifade edebilmek için dilini kazanıyor ,sonrasını da kendini tanımlamak için kullanıyor.Bu rivayete göre her şey bir suçluluk duygusuyla başladı.Ne saçma az evvel yaşanan şey kafamı darmadağın etti ama tam da dille ilgili.İnsanların dillerini gebermiş vicdanlarının sesiymiş gibi göstermesine şahit oldum.Ne üzücü...Keşke gerçekten inansaydın söylediklerine kişi.Keşke gerçekten insan olsaydın .Neden böyle olduk ki.Ne zaman kalplerimizle dillerimiz ayrıldı ve acınacak hale geldik.Bilmiyorum sadece üzüldüm işte,üzüldüm.Böylece her şey birden darmadağın oldu,ne yazım tamamlandı ne aklım tatmin oldu.Bitti.

28 Mart 2010 Pazar

Ben Kimim ki?

Uyuyordu.Nefesi öyle sessiz ve yavaştı ki,öleceği korkusu içimi sızlattı bir an ama hayır bu sadece kaybetme korkusundandı.O zaten böyle uyurdu.Ne tatlı ,ona bakmak için mi yaratıldım?Teni yumuşacık,uyandırmaya kıyabilsem ellerim yüzünde dans etmek isterdi.Gülümsüyor mu?Rüya görüyor olmalı.O rüya her ne ise onu kıskandım,çok kıskandım.Her gün aynı şeyleri yaparken ,sıkılmadığım tek aynı şeyimsin.Üzerini örtmeye hakkım varmı?Lütfen ,üşüyeceksin yoksa ,uyanırsan kızma olur mu?Ya sana dalmışken yakalarsan beni.Gözlerini diktiğin an eriyecekken ,sözlerin ondan önce silahı çekerse ve ''hizmetçi parçası,işine baksana ''dersen bana...

TAŞLAR ,ONLAR VAR

Ben yürümeye başlayınca denizlerin üstünde
Karalarda koşanlar durup bana baktılar.
Ben de gittim
Sığınacağım adaları birer birer batırdım.

Demiş Asaf...

Sığınacağım adaları bir bir batırdım evet ,diğerlerini cesaretsizliklerinden ötürü suçlarken ,adım atacağım taşları yitirdim.taşlarım geleceğimdi,taşlarım arkadaşlarımdı,anamdı ,babamdı,hayallerimdi,bir sıcak kahvemdi mahvettim .taş oldum da gene iflah olmadım,ibret almadım .ben insandım ve aklım yetmedi yaratanın taşlara koyduğu manaya.ve üzülürüm gidersem taşları görmeden bu dünyadan .

27 Mart 2010 Cumartesi

üzgünüm

Ya sevdiğim filmleri ve sezon dizilerimi izleyecektim ya da kafamı buraya gömecektim,ilkini seçtim bir süredir üzgünüm.Sanki çocuğuma kötü davranmışım gibi hissediyorum.Bahanelerime -yoğundum,şunum vardı...-sığınmıyorum onlar hep vardı,sadece kış mevsiminde yoğunlaştırdığım aklımı ferahlatıyorum,belki daha az düşünüyorum ama daha fazla nefes alıyorum.Şimdiyse mecburiyetlerin sırası,okuduklarımı belli süreler dahilinde bir kağıdı püskürtme sırası, haydi hayırlısı...Ama unutmadım aklımdasın.

9 Mart 2010 Salı

SEN

''Sen '' ne kadar da içimden gelen bir kelimesin.Yüklemlerimde saklanman bile hissini yok edemez.Sen bir şekilde varsın ve''sen'' hayatımdaki konumun seni yücelttiği sürece daha da senleşeceksin .Sen hem içine başka bir varlık almayacak kadar bencil ve biricik,hem de herkesin içinde seçilebilecek kadar elcil ve genelsin.''Sen'' bir yerlerde ateş böceği gibi kendini göstermek için çırpınmaktasın.Sen küstahlığın ne zaman peçen olmazsa o zaman gerçek ''sen'' olacaksın .Sen gerçek olduğundaysa ,benle bir olacaksın,benliğin kaybolmayacak ana bütünün ahenginde sen,seni unutacaksın...

sesler

1.tür ses

Ne zamandır yağdığını bilmiyorum.Başımı koltuğa dayayıp,yarı hayal düşünce bulutlarım,tıkır tıkır sesleriyle ,ufaktan irkiliyor,ne olduğunu tahmin etmekttirmektense,bulunduğu alanı korku çilleriyle kaplatıyordu ki gözümü açtım.Perde zaten açılmayı bekler gibi ellerimden kaydı ve tıkırtıların sahibine bakmamı emretti.Sonra da pencereyi açıp havayı koklamamı.İsi değil,varlığını hissetmemi istiyordu.Bense sadece üşüdüm.Ağzımdan çıkan dumansılara bakıp,acımadan camın diğer tarafına ittim ve çığıran perdeye kulak tıkadım.Yazı anıma döndüm ki yazım ölmüştü.

2.tür ses

Anlamadığım dilde melodiler çalınmakta kepçeme.Hep aynı ritm ve yanında insan uğultuları.Havadaki tek koku coşku.Derken sustu her şey,kafamsa kendi seslerine boğuldu.Olsun,halâ yaşıyorum.Tıngır ,tıngır ve mikrofondan gelen bed ses,gene başladık.Gittikçe yükseliyor.Arabaların sesleri küfrediyor atmosfere,üstüne egzozunu da salıveriyor edepsizce.Sesise aldırmıyor ,daha da yükseliyor.Bu sesi bizim evde kimse dinlemiyor diyorum,kulağıma sormadan girmese ,ben de dinlemezdim.Ben bittim,ses bitmedi.

2 buçuğuncu tür ses

Duvarımız yarı geçirgen seslere karşı,anne-babanın tartışma mahremiyetleri askıda.Hakkımda konuşmadıklarında mıdır nedir, hiç dinleyesim yok.Sonrası ablamın uyku sesleri.Olur olmadık yerde pat diye gelen ve üzerine battaniye örttüren vicdan çanlarım.Bir kaç dakika içeceğim suya kadar,tam iki saat masrafsız bir ''vatandaş'' olarak yaşadım.Çok zordu anlatamam.Masraf dediysem maddi olanı,yoksa zamanı harcadım gitti.Babamı en son on sekiz saat önce görmüştüm,en iyisi görmeye gideyim,nasiplenelim sessizliğimizden.Yan odaya beş dakika kala damağım kurudu,iç güdüler sevgiden önce geldi ve babamın üstüne su içtim,kalemimin üstüne ise babamı gördüm...

2 Mart 2010 Salı

AYRILIK


Kopma hali . Bu bir kopuş ki, bütün iki şeyden hangisi giderse gitsin, adı yine o olur.Sanırsın bir tek sen yaşar,sanırsın bir tek sen yalnız kalırsın.Sen ağlarsın gidenin ardından.Böylesi bir durumda ,dünya başına yıkılsaydı diğer insanlar nerede yaşardı?Demek ki o dünya hep yerinde .Sen de öyle.Bir de giden var .Onun maddesi mi ruhu mu dur giden bilinmez.Biraz da üzer insanı bilmek ,varsın bilinmesin.Giden gitti diye değerin silinmesin.Gelenle var olmadın , gidenle yok olmayasın.Ayrılığı dileme ama gelirse de sövme .Kullan ruhuna verdiği ilhamı ,dinginliği,terbiyeyi...
Eğer ayrılık tanımlansaydı ,yok edilmek istenirdi. Belki de bu yüzden korur kendini o,herkesten, her yere her varlığa uğrar , kokusunu duyduğunuz anda kaçar gider, ona suç atamazsınız , onu göremezsiniz, ondan nefret edemezsiniz ama onu sevemezsiniz de.O hiç bir şeydir...Peki neden tartışılır hiçbir şeyse?Çünkü onun varlığı da yokluğu da bir .Sevene de uğrar sevmeyene de .Ayrım yapmaz iyi olana da kötü olana da.Yaşatır varlığını ,sonra yok eder kendi kendini bir sevgi parçasıyla.
Kişi sevdiğinden ayrılsa gerek,
Acı çekse ağlasa gerek,
Zamanlar geçse unutsa gerek,
Bir başka ışık konsa yüreğine ,
Ayrılık kaçsa gitse gerek.
İşte yazdığım cümleler kadar basit ve yine onlar kadar tanımsız bişidir o. Ve bilir misiniz ,derler ki iyi şeyler olmadan önce hep kötü şeyler olur.Bu böylece sürüp gider.Her şey zıttıyla var bilirsiniz, biri yoksa diğerinin anlamı yok .Ne iyi ne kötü bilemezsiniz.Siz sadece yaşar ve görürsünüz.Madem her şey bizim için ,buyuralım soframızda ne varsa tatmaya.Ağzımız yansın bazen, bazen de içimiz ferahlasın ,yeter ki bir tat bulsun dillerimiz.

Hayyam'ın sözlerine uğrayalım bir de;
Sevgiyle yuğrulmamışsa yüreğin
Tekkede, manastırda eremezsin.
Bir kez gerçekten sevdin mi dünyada
Cennetin, cehennemin üstündesin.

Onun da dediği gibi sevmek ayağını ne cennete ,ne cehenneme tam basar çekmez ayağını ikisinden de.Sokacaktır bizi suya da ateşe de...

23 Şubat 2010 Salı

gerçek kesit-flash tv 'deki değil canım yanlış anladın sen

Geçen bir kedi gördüm.Bir tatlıydı,bir tatlıydı,ölüyorum sandım.Yok canım ne ölmesi kedi işte ama tatlıydı.Ondan bağımsız peşisıra iki tane siyah kedi gördüm,ödü koptu batıl olmayacağım ama gidin uleyn şurdan diye bağıran aklımın.Sonra falımı okudum,cebimde kalmış çilekli falım sakızından gene iyi saçmalamışlar,bunlara kalsa dünyadaki milyar kıza milyar prens izdiham halince dört nala koşarken,mutlu yuvalar diyarındaki mutluluktan göz gözü görmüyor sayın seyirciler diye aklımdan geçirdim.Sonra tepemde konuşan bir insana ey insanoğlu ,yok ey sıkıcı konuşma sertifikasını altın yıldıza boyamış elçi dedim var git yoluna da beynim accık dinlensin dedim,dedim ama içimden,kaba olmamaya çalışıyorum çünkü ...en azından olabildiğince.Neyse işte otobüste bir tıklım tıkış o gün hey mübarek İstanbul bu otobüste yaşıyor sanırsın,bir kadın dayanışmasıdır aldı otobüsün girişe yakın kovuğunu tıkışıklığa tıkışıklık katan ve bundan hiç rahatsız olmayan erkek nüfusunun eziciliğinde...saatime gerekli -gereksiz baktım arada,askerim yeşil -siyah rengini ve bağırsaklarını yarı transparan gösteren yapısını pek sevdiğimden...sonra kafama biri dank diye bir balyoz indirdi sandıydım da meğer kolunu üç yüz altmış derece çevirmeye çalışırken, otuz dereceden fazlasını faturaya yazan alanı sonradan farkeden ,bir özür bakışını sezdiğim kadını gördüm.Sonra,sonrası şimdilik yok hadi iyi geceler bu gecenin son satırı olsun artık...

Geçen bir kedi gördüm.Bir tatlıydı,bir tatlıydı,ölüyorum sandım.Yok canım ne ölmesi kedi işte ama tatlıydı.Ama öldürmeyen tatlılık

İstanbul'dan bahsedecekken hem köşesinden, hemde aklından sıyıran yazı

garip şahıs diye bir şey yoktur sadece bazı larıdaha fazla anlaşılmayı gerektirir gibi bi cümle gördüm sevgili Robbins'in kitabında pek bir hoşuma gitti,bu adam garipleri,garip diye etiketlemiyor hakkaten de.... gerçi karakterlerinden de anlamak mümkün, her gün karşılaştığımız tiplerden bahsediyormuş gibi anlatması yok mu,hem illet ediyor hem sevdiriyor...Keşke hayatta da böyle bakılsa değil mi?Cins diye kimse kenara atılmasa,kabuklarına çekilenler ,kozasını yarı aralık bırakıp arada aydınlığa çıkabilseler böylece...Herkesin bir umudu olsa ama kocamanından,bitmeyeninden,bazen seni yitirmeyeninden...Var mı zaten?Varsa iyi canım ,öylesine söyledim,evrensel bir dilek olsun diye...Ne garip,kulağımdaki müziğin bazen cızırtı bazen de dalınası bir şey gibi gelmesi,algı meselesi de var.Heh bundan bahsedeyim,çevremizde bilmem kaç tane uyarıcı olmasından ve bizim isteyerek-istemeyerek bunlardan bir kısmına karşı tamamen ya da kısmen duyarsız veya hakim oluşumuzdan...Böyle bir dünyanın,böylesi İstanbul'unda ,merkezle her şekilde bağlantılı olabilecek şekildeki yaşantısında ne çok şeyle karşılaşıyoruz,ne çok şey görüyoruz,ne çok şey karşısında otobüs camında yapışık ,pervasızca uyur gibi bir tavıra girişiyoruz...Bunu yaptığımız yarı bilinç düzleminde, -tam blinç halininin ancak bir dağ kovuğunda yaşamayı seçerek mümkün olduğunu düşünür oldum da- görmeyi seçtiğimiz şeylerin kaçı işe yarar... Ya da bilmem kaç tanesi boş işten yapmayı seçip günümüze sığdırdığımız şeylerden...Tamam ,tamam bu kadar genelleme biraz fazla,dolu şeyler yapanlar,dolu şeyleri daha fazla seçenler de var tamam.Bu kadarı bilimselliğe ihanet değil bıkkınlığın armağanı sayılıp mazur görülmeli...Ne diyorduk,İstanbul yaptı bizi böyle diyelim mi geri kalan Türkiye'yi şimdilik ve kötü niyetli olmayan sebeplerden dışarda bırakarak...Diyelim bence de...İstanbul...Senin üzerine yazılacak hiç bir şey var ve bu hiç bir şey her şeyi de kapsayan kocamanlıkta o yüzden sana özel bir başlık yaraşır şimdi git bakıyım buradan tıpış tıpış,he şöle biz insanları konuşuyoruz.Oradan oraya koşuşan ,evdeki iki tıngırdatıp eğlenme vakitlerini bile işlerine adayanlardan ,sivilceleriyle boğuşup öss'nin sonsuz mantıklılığındaki yarışında depar atmak isterken gözünü çerçeveli cama hapsedip ,beyninin muslukları kirli su akıtanlardan,muhteşem üniversite kapısından damsız girebildik diye sevincinden tek göz odasında bilmem kaç şişeyle sızıp kalıp ,sevgili özgürlüklerini fondibine kadar yaşayıp hiç bir halttan eksik kalmayan ahlak timsali kişiliklerden, yüzüne yaptığı badanaya ya da vücudunun dış cephe kaplamasına ayırdığı bütçeden bizim oralara yol olacaklardan , otobüste ,kahvede,durakta,bakkalda -çakkalda,kuyrukta,sokakta buldularsa her nerede siyasetin,sporun,haberin anladıkları ,pek çok sıkıntının yaşadıkları kısmından her fırsatta ahkâm kesen ya da vardır bi bildiği amcalardan, küçüçük boylarına sığmayan teknoloji alıcılığındaki yetkinliğe şaşıp kaldığımız oyun hastası, hastalıklı hastalarımızdan , eli çamaşır suyu kokan,hijyeni sevdiğinden değil içinden çıkamadığından çırpınıp duran ,ya sabır dileyen akşama ne pişiriyimcilerden, den den den -diye uzayıp giden-...işte tüm bunlardan bahsedebiliriz ya da akşam akşam ne kafamı boğucam deyip burada kesebiliriz ,hatta yapalım bunu gerçekten ,bilmem kaç saatlik yolu kaç yüzüncü defa aşmışken,pat diye düşüp uyuyabilecek haldeyken,nefis kitabıma doyamadan sabahın meşguliyetleri getirecek yüzüne şap diye bir öpücük konduracakken ne gerek var bunları konuşmaya değil mi?Yo ciddi değilim ama naciddi de değilim...Derken tavana parlasın diye aldığım plastik parçaların parlamadığını ,onların kemik renginden olanlarını alırsam belki parlayacağını öğrendim ,tavanımda parlamayan yıldızlar sürüsü yapıştırılıyken ve geçen gece ay dedesi kafama düşüp de rüyadayım kardeşim deyip de hissetmezken....gözlerim minicik damar yolu ağlarını kırmızıca örmeye başlamışken gitmek isterim ama saate kayınca gözüm tavuk musun bre pehlivan derim,kanlı savaşçımı ,kansız tavuk mı olayım?Buldum kansız savaşçı olucam nasıl mı?yazımı bitiricem ama uyumak için değil bitirmek istediğim için,bitti,tıp.

20 Şubat 2010 Cumartesi

ruhun tükürüğünü mukaddes sayan akıl var ya ona ,ona tükürmek gerek...
ne diye şaşarsın? beşerliğine sığındığında geri mi kalır boynuzların?
sen mükemmel insan ,bazen ne boşsun ve de satırların ne kadar nahoş...

hain

gözümden akmış kalemin karalığı mahvetmiş utançtan kızarmış yüzümü,
saçlarım harpte, bakılmayası, omzun kavisinde...
kokusu başka dünyadan...
ürkek ten ne sıcak ve tüm bunlar ne kahrolasıcalar...

çoluk çocuklu yazılara merhaba

büyüdük dedin ya ,hani bende evet demiştim,
hah ha yok be arkadaşım naptın çocuğuz hala baksana,
biz hala bir şeylere çocuğuz.
biz hala aç karnına en sevdiği çikolatayı yiyen veletleriz...
bizim kalbimizin gözü miyoptur,
anahtarını yuttuğumuz ince bağırsaktan geçerken ki acıda vardır ancak...
moruna hayran siyahını giyen çocuğuz biz,
yeşil ayakkabılarımızın bağcıklarına basar düşeriz...
uf oluruz,af dilemeyi bilir , somurtarak küfrettiğimizi sanırız...


arkadaşım söylesene biz çocuksak onlar kim?
çocukluğumuza niye acımıyorlar arkadaşım?
arkadaşım bir şey söyle nolur?
ağlasın mı çocuklar yoksa ?
ağlarsam gerçek olur muyum,ağlarsam gerçekleşir miyim ki?
çocuğum evet, inandım da elalemin çocuğundan banane
neden yanaşsın benim elimdeki küflü şekere...
arkadaşım biz yaşlı çocuklar olalım mı ?
yaşı büyük çocuk demek ama hala masum...


Çocuk kelimesini öyle severim ki,farkında olmadan üçüncü seferdir çocukla gidiyor yazı aklım daha da gidecek belli bıkılmasın,bıkılırsa hiç okunmasın...Bu yazı da burada bitsin...

Yalan çocuk

Doğruları inkar etmiyordu ama onları bulamamıştı ki,
Gördüğü tek şey düzmeceydi...
O bir iskambil kulesinde ,tek ayak yalan söylerdi
İftira ne masumdu ,günahsızların sözüydü o
Buradaki çirkinliklerin yanında…
Onu ne çok seven vardı kim bilir?
Beni bir sevseydi yalan çocuk,yalandan dokunsaydı yanağıma
Sonra yalan olsaydı,
Yalandan yanan dilimle kurtulsaydım,
Yalan çocuğun kederinden…

Batık çocuk

Batmıştı çünkü hiç karada olmamıştı
Karanın kuru rahatlığı onun ayaklarına batıyordu
Dipteydi çünkü en iyi bildiği yer orasıydı…
Konuşmuyordu orda,
En içten sözcükleri ,titreşim hallerinden önce kaybediyordu…
Balık zihninin file evrimi hiç bu kadar kolay olmamıştı…
Buradaki suların tadı ;tuz, ana kucağı; gözdü…
Batık çocuk aslında batmayı hiç istememişti
Sadece yürümeyi öğrenmek ona henüz nasip olmamıştı…

16 Şubat 2010 Salı

Yalnızlıktan korkmayın desem yalan,ne desem yalan

Yalnızlıktan neden korkuyoruz?Neden tam kendimizle baş başa kaldığımız anda tedirgin oluyoruz?Vicdan ,geçmiş saçakları,günün yargıları vs vs hepsi bu zamanlarda hücum ediyor değil mi?Yalnız kalmak istiyorum der ya filmlerde ergen kız ya da erkeğimiz ailesinin yüzüne kapı çarpar vs…Biraz büyüdüğümüzde ise kapıyı açar ve neden yalnız bırakıyorsun beni diye bağırmaya başlarız…Yalnızlık hep korkutur bizi…Kelimesine bayılırız bizimdir ,bize hastır,hoştur… mecburiyet değil seçim olması durumunda çekilesidir yalnızlığın içinde olmak….yalnız birini gördüğümüzde empati yapamayız ,eğer tam o an biz de yalnızsak onu anlarız,arkadaşım yalnız gözüküyorsun demeyiz kimseye daha da sarılırız yalnızlığımızdan uzak tutan insanlara ve şeylere,hastalık gibidir o an gözümüzde yalnız insan, suratımızı başka yöne çeviririz aman bize de bulaşır…Bir an gelir etrafımızda kimsecikler yoktur, o zaman da o aynı şeyi yapar ,yalnızlıklarımızın intikamını böylece alırız …bilmem ne bookta 500 tane arkadaşın varsa da yalnızsın,mesajların bilmem kaç tane geliyorsa da …Yalnızlık dibinde bekler çünkü ona arkadaş olanlar çıkar mı çıkar elbet ama biz onunla arkadaş olmayı öğrenmediğimiz sürece düşmanımız olur,katilimiz olur,olur da olur…Yalnızlık ürkütücüdür çünkü gerçekleri ört pas etmek zordur ,dalgasını da geçemezsin tek başına ,yokmuş gibi de davranamazsın,düşünmek zorundasın ve hesaplaşmak her şeyle…Düşünmek güzel gelir ama yalnızken savaşmak gibidir,eninde sonunda birkaç ölü yaralı çıkar ,çizikler nişanesi olurken, suratımız bayram yerine dönerken savaş bir dost sesiyle biter tüm bunlar,sevgilinin hayali kurtaramamışken daha evvel...Kafamızdan gelen seslerin tümünü ciddiye aldığımız an durum tehlikelileşir zira bilincin sıcak fırınına henüz gelmiş düşünceler hamdır ve kaçı doğru kaçı eksik belirsizdir…Bu zamansa yalnızlığa dahildir… uzatmayayım…diyeceğim yalnızlığı ne sevgili edinin ne düşman…yaşayıp gidin işte…

14 Şubat 2010 Pazar

BEYAZ HIRKA ...

Üstündeki ince gri kazağı bile yük gibiydi.Gıcırdayan sandalyesinden kalktı ve pencereden yukarı baktı.Hava oldukça soğuktu,bedeniyse bunu pek az hissedebiliyordu.Masada duran sigara paketini aldı ve portmantodan soluk parkesini giydi.Kapıyı çarparak apartmana fırladı.Merdivenler ne kadar dikti bugün ve ne kadar fazla…Sokağa çıktığında havayı patlayıncaya dek ciğerlerine çekti.Bir sigara çıkardı paketinden ,üstünü aradı ama ne kibrit ne çakmak.Sinirlice yere attı elinden sigarayı.Saat epeyce geç olmalıydı.Köpekler bile ortalıkta gözükmüyordu gerçi kendini onlardan farklı hissetmiyordu ya…Sokak lambaları olmasa ,sokağın ölüden farkı yoktu.Kaldırıma yığıldı ve yere dikti donuk gözlerini ,önünde duran su birikintisinde gördü yüzünü.Belki iki,belki üç gündür uyuduğunu hatırlamıyordu,hoş ,uyumak ve kalkmamak tek isteği olurdu şu anda.Ne kadar da berbat görünüyordu,çoktandır tıraş olmuyordu,saçları ise seyrekleşmiş.düşünmeye çalıştı ama beyni zonkluyordu.O sırada bir araç geçti su birikintisinin üstünden ,bulanık su da yüzü de kayboldu…Üstü ıslanmıştı,yağmur vardı galiba evet evet gök gürültüsü de geç kalmamıştı.Yerinden kalktı ve yalpalaya yalpalaya yürümeye başladı.Darmadağın siyah saçları yağmurla parlıyordu.Neden bişi hissetmiyordu peki?Oysa günlerdir neler…Saçma…Neydi?Aklı oyun peşinde miydi yine?Silinmiş olamazdı…Soğuktan kararmış ellerini cebine soktuğunda bir kağıt parçası fark etti.Çıkardı.Bedenini ateş kapladı hızla.Sol tarafındaki parça nesnelikten çıkmış bedenini yakar olmuştu.Nefes almak neden zordu?Üzerinde üç kelime bulunan kağıdı havada savurdu.O üç kelime;‘’kendine iyi bak’’ tı …Ne diye yazmıştı ki bunu?Vicdan muhasebesi sırasından dökülen kelimeler miydi bunlar?O kendine iyi baksın ki gözüm arkada kalmasın mı demek istemişti?Gerçi şu an ona bu iyiliği yapmaya kuvveti de yoktu…Belki çok düşünmüş sonunda bunlar kalmıştı kaleminde ; ‘’kendine iyi bak’’…Hayatından sonsuza kadar çekip gidiyorum.Hiç bir an ,hiçbir saniye bulamayacaksın beni yanında o yüzden;‘’kendine iyi bak’’…Gitem hayatını sarsacak biliyorum,yapayalnız bırakacağım seni ama ‘’kendine iyi bak’’…Beni arama,sorma,merak etme hiç,sen ,kendine iyi bak önce…Ben bu cümleyle olmadığını düşündüğün vicdanımı rahatlatıyorum ‘’kendine iyi bak…Ben yoluma bakacağım sen de ‘’kendine iyi bak’’…Belki daha fazlasını sığdırmak istedin bu azınlık kelimelere ama…Aklından tüm bunlar geçerken sırılsıklam olduğunu fark etti.Nedenini bilmeden karşıya geçmek istedi .O anda geçen taksiyi duymamıştı bile .Tam çarpmak üzereyken durmuştu şoför ama küfrü de basmıştı camdan…O’ysa duyularını çoktan yitirmişti.Önündeki banka yığıldı ve ufku seyretti.Gözlerini açtığından gün yeni doğuyordu.Kımıldamaya çalıştı ve düşünmeye…Hatırlayabildi,uyuyabilmişti bank köşesinde de olsa.Sahil 20-30 metre ilerdeydi.Denizin onu çağıran bir sesi vardı.Hızlı adımlarla yanaştı ona.Kendini bıraksa…Suyla bir olsa…Bu boş yığını o bile istemezdi ki…Ses,bir ses vardı hayır kesin yanılsamaydı,ortalıkta kimse yok gibiydi.Hayal olsa bu kadar gerçekçi olmazdı.Arkasına baktı.Yok.Sağda evet biraz ilerde biri vardı.Sese kulak verdi.Ağlıyordu ses.Dizlerinin üstüne kapaklanmış ,bembeyaz hırkası ve elbisesiyle…Daha da yaklaştı.Kız adımlarını duymuş olmalıydı ki hıçkırıkları seyrekleşti.Yavaşça başını kaldırdı ,sureti beni rahat bırak der gibiydi.O ise ne yaptığını zaten bilmiyordu.Bankın diğer ucuna oturdu aldırmadan.Ağlamaktan kızarmış gözlerini kırpıştırdı ve neden gitmediğini anlamadığı yabancıya baktı kız,yabancı da kıza…Ne oluyor?Zaman nereye kaybolmuştu?Sanki bir hikaye anlatmaya başlamıştı,kendilerinden habersiz gözleri…Bir an bu kıza ne kadar benzediğini düşündü.Parlayan yuvarlaklardan hayal kırıklıklarını,yalnızlığını,ürkekliğini okuyabiliyordu.Ağlaması da kesilmişti.Yavaşça kızın yüzüne düşen bir tutam saça dokundu ve yana itti.Kız irkilmemiş,geri çekilmemişti.Ne kadar da masumdu.Dün gece her yerini ıslatan su taneciklerinden farksız…Saatlerce izlese…Genç adam ,kapalı duran bir kitabın sayfalarına dokunmaya başlamıştı sanki…Yakın ,çok yakındı ona…Bakışları durmadı…Durduramadı…Neden sonra acıktığını fark etti.Günlerdir ilk defa bir şey yemek istiyordu.Önce kenarda duran simitçiye baktı,sonra cebindeki bozukluklara .Pek de parası yoktu cebinde.Tek bir simit aldı ve yerine oturdu.İkiye böldü elindekini ve kıza uzattı.Karınlarını doyurmayacak büyüklükteki simit ,içlerini ısıtmıştı.İkisinden de ses çıkmadı.Konuşsa her şey biter gibiydi…Kız hafifçe yerinden kalktı çok geçmeden ve yürümeye başladı.Kıza dur demedi,hiçbir şey demedi…Sadece gidişini izledi.Bir yabancıydı işte…Öyle miydi?Oysa bir şeylere dokunmuştu…Sanki bu kız bakışlarıyla seni anlıyorum demişti,kırgın hislerimi izleyebilir,sessizliğimi,karanlığımı paylaşabilirsin demişti…Ama gitmişti işte…Arkasına bakmış mıydı?Niye baksın ki?Kafasını neden meşgul ediyordu bunlar?Günlerdi üstünde duran demir yığını hafiflemişti…Beyni birkaç saatlik zaman dilimini fazla irdeliyordu belki.Ama yalnız hissetmiyordu.Garip…Yaşıyordu…Yaşamak istiyordu…Saatlerce sahili turladı,martılara mırıldandı .Yoruldu ve…Uyandığında gece yarısıydı irkildi birden…Ne?Nasıl?Rüya mı görmüştü yoksa?Hayal?Off off gerçek olamazdı zaten,gerçek olamayacak kadar güzeldi ve güzellikler onu hiç bulmamıştı,bulamazdı da .Önce hiddetlendi hayat,kendine sonra hüzünlendi,gözyaşlarını serbest bıraktı ta ki üzerine örtülmüş beyaz hırkayı fark edinceye kadar…
2007’nin hatırlamadığım bir gecesinde ,oldukça ümitsiz dakikalarda yazılmıştı,aylar sonra yeniden karşılaşınca bu satırlarla kahveli pastama aroma katayım istedim,benim ürkek hikayeme bir merhaba der misiniz?Teşekkürler...

11 Şubat 2010 Perşembe

Bu anam için,şu babam için,o elalem için,peki nerede benim için?

Anneme ne olursam olayım bir gün yazar olacağım dedim…Ses çıkarmadı ,sonuçta bir meslek edindikten sonra olacak olması bunu konuşmaya değmez kılıyordu zira yazarlığı ana mesleğim saysam beni caydırmaya çalışırdı.Para nasıl kazanacaksın kızım derdi,seni tanıyacaklar da ,okuyacaklar da…Haklısın anne,içimden ilk gelen şeyi olsam hüsrana uğrardım…Ressam olmak istesem de bu olurdu,mütevazi bir fotoğrafçı da…Onları parası olanlar mı olur anne?Para kaygısı olmayanlar istediği her mesleği yapabilir mi?Ama anne onlar kazanıyor asıl parayı o zaman benim seçimim ne işe yaradı ki?Para her zaman aynı alanda dönecek onu mu demek istiyorsun anne?Para delisi olduğumu sanma anne kızını tanırsın,ilk amacım seni bir nebze daha mutlu etmek olurdu…Senin yaşadığın şu erklik mevzundan ötürü çektiğin sıkıntıya ,su serpmek olurdu,sana bir yardımcı alsam kızar mıydın anne? Şimdi almaya zaten gücüm yok ki anne,kendime zor yetiyorum.Sana bir çift çorap alınca kendimi mutlu hissediyorum biliyor musun anne?Babam eskiden sana sürekli hediye alırmış,gerçi o zaman hediye denilen şeyler mecburi ihtiyaçlarmış ama olsun ,ben onu da yapamıyorum dimi anne?Sana ev alıcam,hani filmlerde derler ya anacım sana bir gün ev alıcam diye,ev alınır be anne tek endişem yüzünü daha yıllarca görebilecek miyim?Allah sınamak için böyle bir yolu seçerse ben naparım anne?Çok mu acıklı oldu tamam anne biliyorum bir yere gitmiyorsun ama ama işte aklımdan geçiyor bazen…Anne ben istediğim şeyi olayım mı olmayayım mı?Mesela seni bırakıp uzak diyarlarda ilim alayım mı?İyiliğimi istersin ama bunu istemiyorsun diymi anne,benden uzak olma da naparsan yap kızım diyorsun değil mi?Ama her napıyorsan boğazın geçinsin…Biliyorum anne,benim de kaygılarım var,bana da bunları aşıladılar,devlete gir refaha kavuş dediler ….Asgari ücreti biraz geçen maaşla dünyalar benim olurmuş,doğru mu bu anne?Tatillerim olurmuş,çalışma saatim belli olurmuş,yani hapisliğimin sınırları belliymiş ne kadar mutluluk verici diymi anne?Ne giyineceğimi,neye bineceğimi bile onlar belirleyecek olsun diymi anne?Senin için böylesi bile cennet diymi anne?Sana fırsat vermemişlerdi sahi…Dedem,canım dedem huzur içinde yatsın ama seni okuldan almıştı diymi anne?Biliyorum annecim en azından ben yapayım istiyorsun…Kuşkun olmasın da ben ne olacağım anne?Okuyorum,okumayı seviyorum ama ne olacağım?İstediğim şey olamayacak mıyım anne?Memur olursam beni daha mı çok severdin anne?Ayrıca doktor olmadığım için beni bağışla anne,biliyorsun hiç sevemedim o mesleği,en başından belliydi …Yine de sırf seni gururlandırmak için olsam nasıl olurdu diye düşünüyorum anne…İnan düşünüyorum…Ama artık geç be anne,bak okulum bitiyor,bir yenisi başlayacak…Anne ,biliyor musun yazarken sana her şeyi söyleyebiliyorum,yüzüne bakarken içim ezilecek şeyleri de….Biliyorum bana hiç kızmazsın,odamın dağınıklığı dışında laf ettiğin şey az be anne biliyorum….Sadece bilirsin işte her şey söylenmez…Bir de sen hiç kırıldığını belli etmiyorsun ya,ondan da korkuyorum.Ya içerlersen bana gizlice…O bile zor biliyorum ,anne niye bu kadar iyisin kendimi kötü hissediyorum,eziliyorum iyiliğinde…Birazcık kötü ol bari,bak sen konduramıyorsun ama ben neler konduruyorum kendime,başkalarına…İşte bu yüzden kıyamıyorum,bu yüzden karşı çıkamıyorum sana,bu yüzden senin istediğin gibi bir meslekte olacağım anne…Üzülme belki bir gün tüm endişeler bir kenara kalkar,Türkiye başka bir yer olur ve bende orada gerçekten yaşarım anne…Sen üzülme tamam mı?Bu kadar söz yeter diymi anne o zaman sustum…

6 Şubat 2010 Cumartesi

Köpüğü parmaklasakta mı yesek sarımsaklamasakta mı Galata sırık fasülyesi kalır ?


Cappucinonun köpüğü parmak daldırılıp yalanır ,dışarıdaysanız da kaşıkla.Çünkü köpüğü kibarlığınızdan orada bırakırsanız ,yüzde sekseni biten kahveyle dibe çöker ve ulaşamayacağınız şekilde yapışır kalır.
Mesela kupamın boyutu,parmak boyumun bir buçuk katı ve eğer köpüğü baştan almazsam yarıya geldiğinde şansımı zaten kaybetmiş oluyorum ki ,kaybettim işte yazıya daldım derken.Neyse ne diyorduk,geçen gittiğimiz bir yerde köpüğün üzerine kahve atmışlar,tamam görüntü pek hoş da bu kadar zifiri bir tat görmedim .
Kimisi filtre kahve severim der.Neymiş efenim biri sorduğunda filtre kahve severim diyecekmişiz,şöyle çekilmiş çekirdeklerden falan da bahsedin ki sükseniz artsın olur aa oluşmazsa.Çekirdekler ortası yarık yarık görüntü fevkalade ,tadı buruktan buruk.Hikayesi hoş,tadı aşina ama bıkılmamış henüz…Neydi Galata yakından bir halta daha az benziyor,öyle yerden bitmiş dev gibi ama uzaktan asimetrik bir uyumu var yanındaki cücelerle,ekranda görünce aklıma geldi de…Her neyse kafa dağınıklığı bu yazıyı damar tıkanıklığından muzdarip kötü kolesterole sürükler ki bu da okuyucuyu tahtalı,suntalı köylere yanaştırır ve bunu istemeyiz...Nelveda...

TERLİKSİ DAKİKALAR

Terliksi günlerin,terliksiz insanları nereye koşturmaktadır bilir misiniz?Terliklerini aramaya mı?Hayııır,aşkı bulmaya...Amaçları budur da ulaştıkları yer hep değişir.İnsanlar yalın ayak çıkar gönül susuzluğunu dindirmeye...Öyle ya da böyle seferden döndüklerinde ayakları ya kesik ve taze ya da nasır ve ölü bulunur.Nasır olması bir nebze iyidir sanki..Terlik yaparlar belki onu korusun diye..Ama ya kesikli olan ,her adım attığındayırtığın fazlalaşıp daha fazla kan akıtan ,sinir uçlarının çektiği acıyı her seferinde daha fazla hisseden ne olucak?Ya bir daha ki sefere çorak bir yer seçerse ayacıklar?
Akılsız başın kuklası ayaklar,bilinmez,kestirilemez yollara elbet gene kayacaktır .Talihleri ve kaderin boyunduruksuz boyunduruğu onu ne tarafa yatırmak isteyecek de çiçek tarlasına düşeceğiz...
Çorabımdan göremediğim ama yüzüne de hasret kalmadığım ayacıklarım,ayacıklarım deyince beni daha bir şeker gözüktürdüğünü sandığım ayaklarım yorganın altında ne rahatlar...Öyleyse yürümek niye?Niyesi var mı?Gönül rahatsız olmak ister ,yok yok açık açık kanamak ister...

Mahsun kediler çıkmazında...

Mahsun kediler gibi sobanın yanına ilişmissin,böyle dedi annem,ben koca odada kalorifer peteği ile koltuk arasında kalan yer boşluğunda altımdaki ince bir örtü almış otururken...En güzel özelliği o köşenin ,kapıdan bakıldığında kimseyi göstermemesi ve ismim çığrılırken yanı başımda ,sessiz kalmanın anlam ifade etmesi...İyi ,güzel de bir de uyku getirmesi var ...önce vücudun sağa doğru kaykılmalarla mayışır,ardından başa en yakın sert şeye doğru yumuşak bir iniş yapılır,yaslanılır ve gözlerin yarı aralık sessiz direnişinin kâr etmediğini görünce teslim olur,ya sıcak kanlı ve sıcak sulu petek ya da koltuk başı senle bir olmaktan mutlu mesud uyandırmaya yeltenmez ve dalar gidersin...Allahtan uykuyla kenardan sarkan ayaklar ele verir de iki büklüm uyanmak yerine gece gizli bir göz yaşatılmış biçimde kendi yatağında uyanırsın...Neyse sonuçta güzel,mahsun kedi barınağı evet bu olsun ismi...Yalnız bir kedi alır,tonajınız fazla ise rica ederim yaklaşmayınız panosu ise uçan harflerle havada salınır...Köşe ,köşem,köşeler hoştur,barındırır insanı ,barınıldığını zannettirir,bazen gizli kalkanla koruduğunu ...sandırır işte...

3 Şubat 2010 Çarşamba

gerçek gibi geldi belki öyle aklımdan geçti...

Babam,annem ve ben ses çıkarmadan çayın kaydırıcı etkisiyle ekmeği boğazımızdan aşırıyorduk.Birbirimizin yüzüne bakmıyorduk.Önümüzdeki peynir tabağında üç parça vardı ve her birimiz aynı anda ayrı parçalara uzanmış,bunu yaparken sadece tabağa bakmıştık.Anlaşılan yıllar içinde birbirlerinin başına kalacak üç kandaş hafiften kanlıydık bugün ya da kinliydik dünden kalıp bugünü kokutan çöplüğe...Sesimiz içimizde yankılanıp,kalp duvarlarına çarpıp geri dönmüş olmalıydı ki hafif sancılı gururdan biraz da isyanın inancı zayıflatan süngüsünden kaçınmak için susuyorduk...Görünürde olmayan derdimiz ya da dertlerimizi altımızdaki sandalyelerin muşamba kaplı süngerlerini bir demirin rahatsızlığında ve soğukluğunda tutuyordu.Her sabah içtiğimiz çay bu sabah daha bir ziftti.Bu mecburi ,insani merasini ilk sonlandıran her zamanki gibi babamdı,o her şeyi hızlı yapardı kahvaltısı gibi...Çarpan kapı sesinden on saniye evvel mutlaka kapı eşiğinde bulunurdum ki bir mutluluk fotoğrafının kötü kopyası gibi babamı uğurlayayım diye...ama içimden gelmedi,gelmedi bugün...Annemi kendisini hapseden mutfağında yalnız bırakırken bir yanım sızlıyor diğer yanım eline bir kitap alıp bu dünyadan uzaklaşmak için çıngar çıkartıyordu hafif çaplı.Kitabına kavuşunca mırıltısı dinen o diğer yanım uyanınca biliyorum ne var ne yok masada dağıtacaktı ve duvarlarımı çırmıklayıp içimi sarmalayan zarı kanatacaktı ufak ufak...Yaşıyoruz,yaşadığımız ana bakacağız diye çırpınıp duruyoruz,çırpınacağız,çırpınacağımlar...

31 Ocak 2010 Pazar

Taşlanamayan mutsuzluk nesneleri

Şu an yazmak istemiyorum ,aslında yazamayacağımdan istemediğimden değil...eğer söyleyecek sözünüz çok fazla ve içiniz hüngür hüngür yağmur bulutlarıyla kaplıysa konuşamazsınız...Bir zaman sonra ne kadarsa işte o süre,bir boşluk açılır dökülmeye izin verir,buyrun efenim gereksizleri ,şikayetlikleri,sitemleri boşaltın diyerek...Orası bilmem ne çöplüğüne dönene kadar gelir gider bir torba bırakırsınız,kafanız bozulur çöp kutusuna bir tekme atarsınız ,ortalığa saçılır içindekiler...Zaman gelir ,ansızın gelen bir çöpçü toplar onu,şanslı iseniz eser bırakmadan yüklenir gider,yoksa da yaşarsınız kalan pislikle işte,torbalı ya da torbasız.İncesaz'ın pek ince müzikleriyle bir bardak çay bile işte bu çöplüğe yüz çevirmeye yetmez oluyor.Mutsuz mu olalım o zaman ,seni gidi pasak ruh ,kara varlık demeyin olur mu , hep mutsuz yaşanır mı, olmaz,elbette sevinmek , gülmek gerek 'yaşamın gerek'i' ,ruhunun gereği o...Bundan ayrı o dediğim bundan ayrı...Her şey ,her zerre birbirinden ayrı gerçi,ayrı ayrı nizam...Hımmm ne denecekti bundan sonra unutuverdi kısa süreli aklım,nereye gidecekti,kime taş vuracaktı,kime çiçek atacaktı bu yazı?Heh geldi aklıma emme bu seferde bulutlar çoğaldı,kalemin kısmeti kapandı,bre taş atamadığım taş kafalı gereksizler yeri gelecektir taşlanacağınız satırların.Vakit gitmek ister.

28 Ocak 2010 Perşembe

KAHrAMANIMLA İKiMİZ

Bir hikaye yazmak istiyorum ,benim bile okumaktan bıkmayacağım,sevilesi,çekinilesi,doyulamayası…Adını hatırlamadığım bir yerde ,yazarların aslında yaşamak istediklerini kahramanlarına yaşattığını yazıyordu.Mantıklıydı ,belki asla öyle bir yerde,öyle bir zamanda,öyle bir yaşantıyla var olunamayacaktı ama bunu yaşatabileceğimiz kahramanlarımızın olması mümkündü…Onlara her şeyi yaptırmak mümkündü…Kendi sınırlarımızı da aştırdıysak onlara ne mutlu…Tabi yazdığım tamamıyla benden kopar mıydı diye de düşündüm.İlla yapışacaktır kumaşımdan bir şeyler dedim sonra…Ya eline kahvesini verir küfrettiririm ya da o koyu paltosunu eline verir ,koltuğuna bir kitap sıkıştırırım…Bilmiyorum her neyse işte…Sonra sonra benim kahramanım meselesini düşündüm,bundan sonra yazacağım her satırı da benim kahramanıma atfettim…
Benim kahramanım siyahı sever,morla cezbolur,yeşile boyanır ve beyazla aklanır…Benim kahramanımın bir sürü kötü alışkanlığı da olabilir ama kalbin temizliği tüm pislikleri örtmüştür…Benim kahramanımın derinliklerinde güçlü bir inanç gizlidir,onu zamanla mutlaka bulacaktır…Benim kahramanım köşesine sığınmış melek kadar sessizdir,içindeki çığlıklarıysa ancak kalbine kulağınızı dayayınca görürsünüz…Benim kahramanım zincirlidir bir şeylere ,bir yerlere,ondandır sürekli özgürlüğe engelli adımlar atar…Benim kahramanımın kafası yanıtlayamayacağı kadar çok soruyla doludur,her anında beyninde bir yerlerde birini yok etmişken bir diğeri türer…Benim kahramanım cesaret tablosunu ürkekliğinin üstüne çivilemiştir,göstermez onu ama yaşatır…Benim kahramanımın her mekanda ,her durumda söyleyecek iki çift lafı vardır…Benim kahramanım çirkin ya da güzel ya da yakışıklı değildir,benim kahramanım sadece ve sadece insandır…Benim kahramanım insanlığının farkında olan bir insandır…Benim kahramanım ağlamayı bilir,gözyaşlarını kalıba doldurup buzluğa atmaz,onların tadına bakar,tuzunu alır damağında…Benim kahramanım yuvasına tutunmuştur,sıcaklığın hem içinde hem hasretindedir…Benim kahramanım umutsuzluğunu fener yapar da gene görür önünü…Benim kahramanım dikenli ağaçların arasında yürümekten korkmaz amma onlara dokunmamayı da bilir…Benim kahramanım kimine lafbaz olur kimine lâl …Benim kahramanımın gözlerinin şekli değil içine çeken derinliği vardır,irisi ne renk olursa olsun kara kara bakar…Benim kahramanım denize hayrandır ama yüzmeyi bilmez…Benim kahramanım yürümeyi sever,sürekli yürümeyi,düşerek yürümeyi,kaldırımdan zıplayarak yürümeyi,sürünerek yürümeyi ama yine de yürümeyi…Benim kahramanımın kılıcı yoktur,makas gibi elleri de yoktur,benim kahramanımın elleri pamuk gibidir,dokunduğu yerlerde tüm moleküller onun avucunun hakimiyetine girmek için sıraya dizişir…
Benim kahramanım dünyayı döndüremez ya da durduramaz ,sadece onun dışına çıkabilir,dünyaya üstünden bakar da göremezse eğilir pat gene içine düşer…
Benim kahramanım özlemlidir, hep bir şeylere özlemlidir,ne bittiğini ne başladığını anlar…Benim kahramanım soğukta yaşar,soğukla yaşar ama sıcağı ister ,içi ateş gibi yansın ister…Benim kahramanım bir şey istediğinde sadece söyler olur ya da olmaz…Benim kahramanım tek kelimelik gözükür,sonsuz kelimeyle yaşanır,yaşanır yaşanır da bitmez…Benim kahramanımın beyninde sürekli aynı tınıyı duyarsınız ama öyle hoştur ki her seferinde bir başkası çalıyor sanırsınız…Benim kahramanımın ruhu zariftir,vücudu ise hantallaşmış yanında…Benim kahramanımın düşünceleri, kalbinin içine damla damla döküldüğünden ebru gibi gözükür ilk bakışta,içine düşelesi ebru…Benim kahramanım belli etmez ,belli etmeye çalışmaz,o yaşar siz de anlarsınız…Benim kahramanım çabucak yorulur,halsiz kalır ,bir yardım eden istemez ama olursa da tutunur içten…Benim kahramanım gecenin aşığıdır da kahvesiyle teselli bulur…Benim kahramanım baktı mı saklanacak yer ararsınız,gözleri her şeyinizi açıkta bırakır çünkü,savunmasız…Benim kahramanım sabırlıdır bazı ,bazı da döker dakikasına tüm taşlarını koparması gerekse de kayalardan… Benim kahramanım dokunduğu her saç teline can verir,ipekmişcesine hassas davranır ki eriyiverirler canlandıkları yerde…Benim kahramanı ellisine gelmiş bir çocuk gibidir,ne oraya ,ne oraya aittir.Benim kahramanım dinlenilmese de konuşur,onun içi hiç susmaz.Benim kahramanım sevgiyi sever,sevmeyi sever,seveni sever,sevmeyeni sever,sevildiğinde severse aşkı sever….Benim kahramanım bir bakınca yoktur,ikinci bakışta da yoktur,sürekli bakıncaysa hep aynı yerdedir…Benim kahramanımın ruhu tek kat incecik tül gibidir,sarar ,ısıtır,ama kolayca çözülür,kolayca incinir… Benim kahramanım öyle kolay aldanır ki her türlü iki yüzlü yüzsüzlüğe kanıverir,fark eder de yarasını almadan da kurtulamaz…Benim kahramanım her baktığı zerre de bir sır görür,bakıyorsa eğer boşa değildir…Benim kahramanımın dileği kendini bir başkasının gözünde seyretmektir,orada kendine hayran bulmak ve hayran olmaktır… Benim kahramanım anlatmakla bitmez,bu satırlar ona yetmez ama var olduğunu düşünmeye yeter…Benim kahramanım bir tanedir o da yanımda olsa yeğdir,yanımda olması olmadığında düştür varlığında ruh cennettedir ,gönül bayramda…

nOT:Birkaç gündür buraya erişme şansım olmadığından bir word sayfasında bekletmekteydim yazdıklarımı ,ondandır art arda dizilmiş gibi gözükmeleri ayrı yazıların...

ŞEFKATİN SAKLANAN KOLLARINI ARAMAK

Şefkat ,özlediğim ,aradığım şefkat …Sadece insana insan olmasından ötürü verilen şefkat,verilen ele karşılık verecek bir başka el dışında beklentisi olmayan şefkat…Yazılışını bile unuttuğum belki başkalarının da unuttuğu şefkat,şevkat diye yazmaya çalıştığım,kalbindeki harfi sertleştirmeye çalışıp gafa düştüğüm şefkat…İçte saklanıp da kimseye layık görülmeyen şefkat…Yoksunluğundan çıldıran insanların var olduğu şefkat…Anne ya da babadan başka kimsenin veremeyeceğine inandığımız şefkat…Varlığından bir haberken duyulan sıcaklığa atfedilen şefkat…Nerde saklanmış ki kurtaracağımız şefkat…Neden yok ki hayatımızda yeterince şefkat ,neden karşımdakinden alabilmemi mucize sayarım?Neden şefkat sarmıyorsun dünyayı,alıp içine saklamıyorsun yavaşça…

PÜRE SEVGİ

Pure love diye bir şarkı çalıp durmakta mağazalarda vs, püur değil de püre diye okusam diyorum püre sevgi püre aşk,püre aşıkların püre aşkları...Ezik ,büzük sevgiler,lapalaşmış,her akşam yediğimiz yemekten farksız verdiği zevk…Damağında yumuşak ama midene inince pişmemiş hamur gibi ağır…Püre sevgi, eline sıvanan ve balçık gibi çıkmayan…Leke bırakmakta acımasız…Kattıklarında cimri,aldıklarında cömert püre sevgi…Yaşarken değil bitincedir azabı…Püre sevgi mi püre aşk mı bir diğerinden daha gereksizdir hayata…İkisinden de kurtulmak gerek bilirsin de nerede ,yerini dolduracak nerede?

CANI SAĞOLSUN…

Canı sağ olsun deriz,bir kötülük gördük mü bir kazık yedik mi deriz bunu.Beklediğimizi yapmadı mı birisi canı sağ olsun deriz,beklentimiz geçtiğinden değil sözde kabullenişten…Sanki birilerinin canının sağ olması yetermiş gibi.Sanki dünyaya sadece sağ olmaya gelmişiz gibi.Sağ olmak yeter ve geçer tek dilekmiş gibi.Canın sağ olsun yine denersin,canın sağ olsun sana bir şey olmadı ya…Can sağlığıdır mühim olan,aklın yerinde mi değil,ruhun parampirçik harabe mi yaw canın sağ olsun…Can sağlığı mühimdir elbet,canımızın sağlığına iyi bakmalıyız ama canımızı can yapan her şey de mühimdir,tek başına yetmez,yetirmez…Canım sağ olsun benim de yazım buracıkta bitiyor,canım sağ olsun her zaman ele avuca gelİr şeyler yazamam, hepimizin canı sağ olsun,ruhunuzu öldürmeyin de canınız naparsa yapsın, canınız sağ olsun….

21 Ocak 2010 Perşembe

Vasıfsız işçiyim karnımda açtır benim

Hiç bu kadar çalıştığımı hatırlamıyorum,hem de bu kadar vasıfsız biçimde...Ne garip hiç yorulmadım,acaba yatağıma uzandığımda mı çıkacak...Olsun farketmez,bundan bir kaç gün sonra eskisinden daha büyük bir huzura kavuşacağımı biliyorum.En azından fonda zira bir başka yerlerim dert edinmeye devam edecek,mutsuzluğu yudum yudum içmeye...
Yeni insanlarla tanıştım bugün,beni gerçekten merak eden insanlarla...Hayal kırıklığına uğradılar mı bilmiyorum ama yaptıkları ıslak kek güzeldi,en azından ıslaktı...Aburcubur sever bir anneyle tanışmak beni pek memnun etti,ona bu halim ilerde geçecektir diye umuyordum dediğimde o hayırr alışkanlığın buysa inan artarak devam eder dedi.Nolamaz dedim içimden ...Neyse canım konu bu değil...Konu mekan değişikliği ve buna bağlı her ne varsa...Ben şimideden benimsedim,kendime göre bişi buldum mu böyleyim hemen alışıveririm,ısınırım kolayca...Ne diyecektim başım da pek ağırlaştı,zaman benzin doldurma zamanıdır,midemin otomotiğine basmış birisi elini kaldırmıyor,ah şu zıpır çocuklar neyse gittim....

20 Ocak 2010 Çarşamba

Tarihte babamlı yıllar...

İnsan tarih kitaplarını karıştırdığında yakın geleceğe bile ne kadar şaşırıyor bazı şeylere hayran kalıyor,bugünkü değişime hayret ediyor.Kendi fotoğraflarımızsa tüm bu dönemlerden ayrıymış,bilmediğimiz bir yer ya da döneme tekabülmüş gibi geliyor,oysa tam da içindeniz her şeyin.Şu an içinde olduğumuz zaman ne kadar gerçekse ve torunlarımızın torunlarının geleceğinde nasıl tarih sayfaları olacaksak,kendi anamızın,babamızın,dedelerimizin,geçmişi de öyle gelmeli aslında.Bu öteki denilen şeye bağlasak ,kendimizi herşeyin üstünde ya da tenzih edilmiş görmemizi sebep sunabiliriz. Geçen sene isminde aile geçen bir ders vardı ve köken araştırması yapmamız gerekiyordu.İşe annemle başladım ve yakın geçmişten,onların gördüğü geçmişten öyle şeyler öğrendim ki.Küçükken dinlemekten sıkıldığım hikayeler meğer çok şey anlatırmış,bilememişim...


Babam yıllar yılı Türkiye'yi dolaşmış,ticaret adamıdır zaten,çok şey görmüş,çok şey edinmiş.Yaşadıkları sıkıntıları hiç gocunmadan anlatır babam...İstanbul'da askerlik yapmış,şanslıydım diyor,gerçi o zamanlar şu an oturduğumuz yerin harabe ve değersiz yerler olduğunu da söyler...Fotoğraflarına bakıyordum da ifadesi hiç değişmemiş,dün birlikte baktık,gerçekten değişmedim mi diyor...Evet ,baba elbette değiştin,kim değişmiyor ki,ama ifaden hala aynı ,duruşun bile öyle ve bu gözleri nerede görsem bu babam derdim diyorum..Başta inanmak istemiyor,onu avutmak için söylediğimi sanıyor.Sonra iç çekerek,demek tanırsın hee diyor...Bi yanı hala inanmamış farkındayım ama onu avutmak için söylemedim,kırışıklar,sarkmalar ,çöküntü bunlar yıllar içinde kiminde yavaş kiminde hızlı oluşacak gerçekler...Amma insanın bir mizacı vardır,bakışı vardır o kalır,kalmış işte...
O kırışmış,siyah beyaz fotoğraflara bakıp dakikalarca incelemek pek hoşuma gidiyor,bazen he he baba bak sen de genç olmuşsun işte baba olarak doğmadın ya diyorum içimden...



Türk filminden çıkmış gibiler değil mi ,özellikle o toplu resim...Herneyse kış geldi,tatil de oldu, e kar da var yazmadan durabilir miyim,yok biliyorum duramam...

Karşı evin Karlı çatısı

Bu kar tutar demişti dün gece Bursa'dan arkadaşım,orada da tutar mı?Belli olmaz demiştim,yağıyor işte.Kalmamış çatılar ve dallardan başka yerde eseri...Karşı çatıda bılık bılık kar yapışmış,her kış ilk oraya bakarım,zaten bakmak zorunda kalırım,cam kenarım... Orada oturan teyzenin adı neydi,Müneccel,Asiye yok o diğernin adıydı,hımm gelmedi aklıma Ayşe Teyze olsun adışimdilik ,hatta yaman Ayşe Teyze olsun,geçenlerde ,geçen dediğim baya oldu, satıcının birine öyle bir fırça kayd ıki pencereden, zavallı adama oracıkta inme inecekti.O kadına fazla dokunmayacaksın,hak ,hukuk konusu oldu muydu 500 metre geride duracaksın ondan,kocası Almanya'da yaşarmış zamanında,tek başına bilmem kaç çocuk büyütmüş ,şimdi gördüğüm güçlü,yaman kadın olmuş işte.Onun büyük kızı lisedeyken dersanemde danışmanlık yapardı,iyi kadındı o da .He bunu da sonradan farkettim,bir gün balkondan bakarken aa o,dersanede gördüğümde ben sizi karşı balkonda gördüm dedim,o da annemin evi orası ziyarete gelmiştim dedi.Bu sırada annesinin benden bahsetmiş olduğunu da öğrendim.Bizim odanın ışığı geç saatlere kadar açık kalır,bazen uyuyakaldığımdan bazen öyle oyalandığımdan,kızına dermiş ki yaman Ayşe Teyze bizim karşı komşunun kızı sabahlara dek ders çalışıyor,çalışkan kız ışığı hep açık ...Pek güldüm,benim saatlerce ders başında kaldığım nerede görülmüş,yapıyorumdur bir şeyler her ne istiyorsam işte...Gene de böyle söylemedim tabi.Beni hala öyle bilir,gördüğünde çalış kızım çalış der,o kadından yumuşak şeyler duymak beni pek memnun eder,herkesle konuşmaz konuştu mu da duman edebilir çünkü.

Yaman Ayşe Teyze'yi terkediyorum şimdi,burada oturmaktan hep şikayet ettim ama insan yerine alışır yahu,öyle de alışır böyle de...Olsun diyorum tabi vardır bir hayır...Çok uzağa gitmiyorum ama sokağımın adını değiştirmek zorunda kalıcam,sanırım caddem de değişik...Bu sabah pek hüzünlü baktım çatılara,sanki yeni yerimizden karlar gözükmeyecek gibi...Aslında pek de görünmez gibi,sanki yaz manzarası için yapılmış,şu var ki ben kış adamıyım...Olsun ona da alışırım,neye alışamayız ki?Hadi çatılara birlikte bakalım:

Baktıkkk,şimdi ne yapalım,hımmm son hazırlıklarımızı yapalım,annem nereye kayboldu,puff bu komşular da pek kıymetli oldu bu sıra,neyse bakalım ,geldi,geliyorum anneee...

Kumdan değil bombadan

Bir önceki yazımdan neden fazla hazetmedim diye düşündüm de neyse hemen herşeyden hazetmeme potansiyelim bulunduğundan konuşmama hakkımı saklı tutuyorum...

yüzyıllar nasılda geçti

nükleer süper güçlere nasıl da dönüştü kumdan kaleler

çiçek ve meyva toplayan eller kirlendiler

nasıl da hoyratça sıkıldı mermiler, o mermiler


işte böyle devam ediyor şarkının biri gerisini yayınlamıcam hem daha da karamsar hem de az biraz klişelik payı olan satırlar bulunmakta...İkinci cümleyi çok sevdim ama harbiden sevdim.Neyse orasını burasını sevmişim kime ne değil mi?Kumdan kaleler yaptım senin için falan filanlı şarkılar da pek sevilir zaten demekki en azından anlatımda sıyrılınmasından hoş geldiii.Şimdi napalım biliyo musunuz,ben uyuyayım siz de bu satırların böyle basamak basamak sonusza uzandığını ve sizin istediğiniz bir gerçeğe doğru uzandığını düşünün,sonra da rüyada buluşuruz,97m nin durağında bekliyo olucam ,Akbilim nerdeydiii kahretsin, anneeee geçen....

Şopen'in içtenlik haklarını verirkenki Ajda sesleri

Ah Zara sesin neden bu kadar titrek.Biliyor musun senin sesin titredikçe benim içimdeki bir şeylerin birşeyleri de titreşiyor sanki...O parçalardan hop beyne ve gözü uyarıyor sonuç puslu irisler...Bak yine oldu.Yazdığımı zor görüyorum.Oldu mu şimdi?İçtenlik...İşte her şeyde etkili olan bir eleman,gerçekten buna sahip olun ve istediğiniz iyiliği ya da kötülüğü dağıtın...İçten bulunan bir insandan gelen bir ok ne de kolay ve derince saplanır tam yerine.Ondan beklemediğinden değildir üzüntün,ondan gelidğine göre haketmiş olduğunu düşünmendendir.Küçücük kalırsın yo küçücük hissedersin...İçtenlik hakkı tanımak istemiyorum bu sebepten,kaçıyorum diplere,köşelere...Ya ben,yüzüme vurulursam...Ya benden korkumdan kımıldayamazsam...İçim ne sabırsız ,kelimelerim hizaya alıyor ,bir anda skinleşiveriyorum,belki de ehlileşiyorum...Ah aklıma ne geldi tam şu an chopin ama azizeli mazizeli yani şopeeeeeennn,ne bayılıyorum o filme,Kadir İnanır'ın kibarcık halleriyle gururlu tavrıları ,Şoray'ın muzip güzelliği ne şeker orda..Ouyyy ilk beşimdesiniz...Diğer dördünü daha belirlemedim ama neyse aklıma Tibet de geldi bu sırada ama ondan başka sefer bahsederim ...Ruhum Türk filmi şuanda ondan onlarla dolu.Onların duygularıyla kaplanıverdim.Böyle aşık olup cup ertesi gün evlenmeye,komik gelir ama filmde pek güzel gelir ama sadece filmde...Ajda Pekkan'ın pek eski sesinden bir şarkı kulağımda.Parçanın hakkını vermiş ki parça da ona ne güzel yapışmış.Dinleyenler yere serilsin hafiften lütfen ama çok hafiften...Abii horlamazdın sen ama şimdi bu ses de ne,neyse horlamasını duyan tek insan olarak pozisyon değiştirdive susturdu kendini.Sev demem,sevme demem,dını nı nı nı nııı...Şarkılardan sonra uykunun kucağında olacağım belki yarım saat bilemediniz 2 3 4 yok o kadar olmaz bir saatten sonra...gittim.

18 Ocak 2010 Pazartesi

Ender Saraç bitkisel çözümler ve domuşuk çözümlemesi

Geçen tv'de mr.Ender Saraç nolur erken kalkııınn diyordu,hani vücudun işleyişinin mükemmmeliyete yakın olması açısından,aslında şu doğru erken uyanınca böyle bir hoşluk nüfuz ediyor,tam uyandığım anda bir sarılma duygusu geliyor ,sağa sola kıvrılıp dünyaya hoşgeldiniz burası işte sizin o bildiğiniz ve hala yaşadığınız,hala aynı yerdir yazısını görünce o şevkatli duygular yerini yataktan çıkılmayasıca hallere bırakıyor.Ne diyordum heh Ender evet dediği doğru da kardeşim ruhumun ileyişi açısından kalıcı olan bir şey söyleyiversene,tükkanlara gidiyosun böyle aktarlara neyin, alıosun karga ,ot burnu ,kurbağa üfürüğü ama bana çözüm bulamıyorsun pek ayıp ,pek ayıp...Şaka ayrı yana doğal çözümlerin yanındayım hani ot çöp,baharat falan iyidir aram,zaten annem hastalandığımda doktordan evvel bitki örtüsüne sarılır,bir de terle üstüne lafını duydum mu kendimi pek rahat hissederim.Ah Ender yazıma da girdin bak ama çık şimdi yahu ben senin üzerine yazmayacaktım ki...

Bıdı bıdı etmek istemem de bu tatil bana yaramayı engelleyecek yoğunlukta seyredecek gibi...Akraba işleri,evimizin bir başka yere konuşlanacak olması ,abla mevzuları...Yaw uğraştırmayın bunlarla beni off olması da gerek napsam ki,katlanıcaz tabiki soruya bak.Hormon dengesizliklerimin hat safhada olduğu şu günde gözüme boğuk gözüküyor her şey...Domuşuk geldi aklıma,hani geniş cevahür-ül sülaleyn'de çığırıyorlar ya balık etli kadıncağıza pek hoşuma gidiyor,ablam da hakeret olarak söylediği domuşuğu sevdiğimi görünce kendisine söylediğim mandalina -birinci kısım vurgulu söyleniyor- kelimesine seve seve tabi oldu.Domuşuuuuukk he he çok şeker değil mi?Sıfatlarım ilginçtir zaten,bir arkadaşım canavar der -ama bi tatlı der bi tatlı der ki-,bir diğeri cadıların başkanı der,biri pika pika der -bunu da pek severim-,derler de derler işte...Neyse ortalığı ben bastı,ben benden bıktım cümle bıkmadı...Öyleyse gidiyorummmm...

17 Ocak 2010 Pazar

renklerin içinde dışında ortasında heryerinde....

sabah yediğin kurabiyenin sıcacık kokusu gibi tazeyse anıların suç

değirmencide mi değirmen taşındamı?

kalp zarın mermerden diye övünüyorsun da dışardaki bıçak mı akıtır kanı

içerdeki mikrop mu asıl?

bazen he-man sanırsın ya kendini güç sende mi sen mi gücün elindesin?

zavallı ruh nemli bodrum katında ne kötü kokar,yıkamakla mı geçer üstünü

sıvamakla mı?


yazıyorum ya bıçaklıyorum ya kelimeleri hain hain,ben mi katil ,kelimeler

mi daha ceset?



ve bir yazı da bu kadar çabuk biter,bu kadar çabuk kapıyı kapatır cuuuv evine doğru havalanır,gider yatağına,ımmm yumaşıcık yastığına sarılır canmış gibi,rüyasına da götürmek ister ya yapamaz sonraa sonrasııı rüyaa....

11 Ocak 2010 Pazartesi

Nostalji...

Hava buz gibi üşüyorum.Ayak parmaklarımda hak veriyor bana .Bir battaniye alıyorum sığınıyorum içine.Az sonra ısınacak o da vücudumdaki belli belirsiz akışla…Bir gazete var yanımda,okuyacağım birazdan.Ama bildiğimiz gazetelerden değil sadece öyküler var içinde.Her seferinde farklı bir öyküye dalıp ‘aa’ bitti mi diyeceğim.Bitecek tabi.Bir diğerinin başlaması için bitmesi gerek .Her şey böyle mi yani güzel şeyleri üst üste yaşasak olmaz mı?Yani illa ki de dünyanın döngüsüyle benzeşmek zorunda mıyız?Güneş için karanlık , yağmur için kuraklık çekmek…
Canım çikolata ve çilek istedi.Kırmızı kırmızı çikolataya batırıp yesem… Immm düşüncesi bile nefis.Çocukluğum -atlattığım kanısına nerden vardım- aklıma geldi.Annem bana çilek alır yemekten sonra yiyeceksin ama derdi.Niye ki tam ona bakıp ağzım sulanmışken mideme indirsem olmaz mıydı?Pırasa yemeğini bir yıl yemesem de olurdu sanki.Şimdi olsa dinlemezdim annemi,midem tıka basa doluyken o hafif ekşi ısırığın tadına nasıl varacağım derdim.Şimdi diyebilirim. Peki beni dünyada tek mutlu edecek şeymiş gibi gelen his o yine gelir mi ki?

Bu satırları yazdığım ruh halini hatırlıyorum da şuan kaymakmış,balmış...Acınası...İnsan herşeyi nasıl da arşivliyor beyninde ve nasıl kodlandırıyor ki o ana dair bir fotoğraf,bir yazı ,bir söz herneyse onunla, bir anda tekrar önüne getirip izlettiriyor...Bu bazen enfes oluyor...Oluyor ve ben gidiyorum,yazamam dedim ama yine buradayım işte,el-beyin kordinasyonum devam ettikçe de zor bırakıcam gibi...gidiverdimm...