31 Ocak 2010 Pazar

Taşlanamayan mutsuzluk nesneleri

Şu an yazmak istemiyorum ,aslında yazamayacağımdan istemediğimden değil...eğer söyleyecek sözünüz çok fazla ve içiniz hüngür hüngür yağmur bulutlarıyla kaplıysa konuşamazsınız...Bir zaman sonra ne kadarsa işte o süre,bir boşluk açılır dökülmeye izin verir,buyrun efenim gereksizleri ,şikayetlikleri,sitemleri boşaltın diyerek...Orası bilmem ne çöplüğüne dönene kadar gelir gider bir torba bırakırsınız,kafanız bozulur çöp kutusuna bir tekme atarsınız ,ortalığa saçılır içindekiler...Zaman gelir ,ansızın gelen bir çöpçü toplar onu,şanslı iseniz eser bırakmadan yüklenir gider,yoksa da yaşarsınız kalan pislikle işte,torbalı ya da torbasız.İncesaz'ın pek ince müzikleriyle bir bardak çay bile işte bu çöplüğe yüz çevirmeye yetmez oluyor.Mutsuz mu olalım o zaman ,seni gidi pasak ruh ,kara varlık demeyin olur mu , hep mutsuz yaşanır mı, olmaz,elbette sevinmek , gülmek gerek 'yaşamın gerek'i' ,ruhunun gereği o...Bundan ayrı o dediğim bundan ayrı...Her şey ,her zerre birbirinden ayrı gerçi,ayrı ayrı nizam...Hımmm ne denecekti bundan sonra unutuverdi kısa süreli aklım,nereye gidecekti,kime taş vuracaktı,kime çiçek atacaktı bu yazı?Heh geldi aklıma emme bu seferde bulutlar çoğaldı,kalemin kısmeti kapandı,bre taş atamadığım taş kafalı gereksizler yeri gelecektir taşlanacağınız satırların.Vakit gitmek ister.

28 Ocak 2010 Perşembe

KAHrAMANIMLA İKiMİZ

Bir hikaye yazmak istiyorum ,benim bile okumaktan bıkmayacağım,sevilesi,çekinilesi,doyulamayası…Adını hatırlamadığım bir yerde ,yazarların aslında yaşamak istediklerini kahramanlarına yaşattığını yazıyordu.Mantıklıydı ,belki asla öyle bir yerde,öyle bir zamanda,öyle bir yaşantıyla var olunamayacaktı ama bunu yaşatabileceğimiz kahramanlarımızın olması mümkündü…Onlara her şeyi yaptırmak mümkündü…Kendi sınırlarımızı da aştırdıysak onlara ne mutlu…Tabi yazdığım tamamıyla benden kopar mıydı diye de düşündüm.İlla yapışacaktır kumaşımdan bir şeyler dedim sonra…Ya eline kahvesini verir küfrettiririm ya da o koyu paltosunu eline verir ,koltuğuna bir kitap sıkıştırırım…Bilmiyorum her neyse işte…Sonra sonra benim kahramanım meselesini düşündüm,bundan sonra yazacağım her satırı da benim kahramanıma atfettim…
Benim kahramanım siyahı sever,morla cezbolur,yeşile boyanır ve beyazla aklanır…Benim kahramanımın bir sürü kötü alışkanlığı da olabilir ama kalbin temizliği tüm pislikleri örtmüştür…Benim kahramanımın derinliklerinde güçlü bir inanç gizlidir,onu zamanla mutlaka bulacaktır…Benim kahramanım köşesine sığınmış melek kadar sessizdir,içindeki çığlıklarıysa ancak kalbine kulağınızı dayayınca görürsünüz…Benim kahramanım zincirlidir bir şeylere ,bir yerlere,ondandır sürekli özgürlüğe engelli adımlar atar…Benim kahramanımın kafası yanıtlayamayacağı kadar çok soruyla doludur,her anında beyninde bir yerlerde birini yok etmişken bir diğeri türer…Benim kahramanım cesaret tablosunu ürkekliğinin üstüne çivilemiştir,göstermez onu ama yaşatır…Benim kahramanımın her mekanda ,her durumda söyleyecek iki çift lafı vardır…Benim kahramanım çirkin ya da güzel ya da yakışıklı değildir,benim kahramanım sadece ve sadece insandır…Benim kahramanım insanlığının farkında olan bir insandır…Benim kahramanım ağlamayı bilir,gözyaşlarını kalıba doldurup buzluğa atmaz,onların tadına bakar,tuzunu alır damağında…Benim kahramanım yuvasına tutunmuştur,sıcaklığın hem içinde hem hasretindedir…Benim kahramanım umutsuzluğunu fener yapar da gene görür önünü…Benim kahramanım dikenli ağaçların arasında yürümekten korkmaz amma onlara dokunmamayı da bilir…Benim kahramanım kimine lafbaz olur kimine lâl …Benim kahramanımın gözlerinin şekli değil içine çeken derinliği vardır,irisi ne renk olursa olsun kara kara bakar…Benim kahramanım denize hayrandır ama yüzmeyi bilmez…Benim kahramanım yürümeyi sever,sürekli yürümeyi,düşerek yürümeyi,kaldırımdan zıplayarak yürümeyi,sürünerek yürümeyi ama yine de yürümeyi…Benim kahramanımın kılıcı yoktur,makas gibi elleri de yoktur,benim kahramanımın elleri pamuk gibidir,dokunduğu yerlerde tüm moleküller onun avucunun hakimiyetine girmek için sıraya dizişir…
Benim kahramanım dünyayı döndüremez ya da durduramaz ,sadece onun dışına çıkabilir,dünyaya üstünden bakar da göremezse eğilir pat gene içine düşer…
Benim kahramanım özlemlidir, hep bir şeylere özlemlidir,ne bittiğini ne başladığını anlar…Benim kahramanım soğukta yaşar,soğukla yaşar ama sıcağı ister ,içi ateş gibi yansın ister…Benim kahramanım bir şey istediğinde sadece söyler olur ya da olmaz…Benim kahramanım tek kelimelik gözükür,sonsuz kelimeyle yaşanır,yaşanır yaşanır da bitmez…Benim kahramanımın beyninde sürekli aynı tınıyı duyarsınız ama öyle hoştur ki her seferinde bir başkası çalıyor sanırsınız…Benim kahramanımın ruhu zariftir,vücudu ise hantallaşmış yanında…Benim kahramanımın düşünceleri, kalbinin içine damla damla döküldüğünden ebru gibi gözükür ilk bakışta,içine düşelesi ebru…Benim kahramanım belli etmez ,belli etmeye çalışmaz,o yaşar siz de anlarsınız…Benim kahramanım çabucak yorulur,halsiz kalır ,bir yardım eden istemez ama olursa da tutunur içten…Benim kahramanım gecenin aşığıdır da kahvesiyle teselli bulur…Benim kahramanım baktı mı saklanacak yer ararsınız,gözleri her şeyinizi açıkta bırakır çünkü,savunmasız…Benim kahramanım sabırlıdır bazı ,bazı da döker dakikasına tüm taşlarını koparması gerekse de kayalardan… Benim kahramanım dokunduğu her saç teline can verir,ipekmişcesine hassas davranır ki eriyiverirler canlandıkları yerde…Benim kahramanı ellisine gelmiş bir çocuk gibidir,ne oraya ,ne oraya aittir.Benim kahramanım dinlenilmese de konuşur,onun içi hiç susmaz.Benim kahramanım sevgiyi sever,sevmeyi sever,seveni sever,sevmeyeni sever,sevildiğinde severse aşkı sever….Benim kahramanım bir bakınca yoktur,ikinci bakışta da yoktur,sürekli bakıncaysa hep aynı yerdedir…Benim kahramanımın ruhu tek kat incecik tül gibidir,sarar ,ısıtır,ama kolayca çözülür,kolayca incinir… Benim kahramanım öyle kolay aldanır ki her türlü iki yüzlü yüzsüzlüğe kanıverir,fark eder de yarasını almadan da kurtulamaz…Benim kahramanım her baktığı zerre de bir sır görür,bakıyorsa eğer boşa değildir…Benim kahramanımın dileği kendini bir başkasının gözünde seyretmektir,orada kendine hayran bulmak ve hayran olmaktır… Benim kahramanım anlatmakla bitmez,bu satırlar ona yetmez ama var olduğunu düşünmeye yeter…Benim kahramanım bir tanedir o da yanımda olsa yeğdir,yanımda olması olmadığında düştür varlığında ruh cennettedir ,gönül bayramda…

nOT:Birkaç gündür buraya erişme şansım olmadığından bir word sayfasında bekletmekteydim yazdıklarımı ,ondandır art arda dizilmiş gibi gözükmeleri ayrı yazıların...

ŞEFKATİN SAKLANAN KOLLARINI ARAMAK

Şefkat ,özlediğim ,aradığım şefkat …Sadece insana insan olmasından ötürü verilen şefkat,verilen ele karşılık verecek bir başka el dışında beklentisi olmayan şefkat…Yazılışını bile unuttuğum belki başkalarının da unuttuğu şefkat,şevkat diye yazmaya çalıştığım,kalbindeki harfi sertleştirmeye çalışıp gafa düştüğüm şefkat…İçte saklanıp da kimseye layık görülmeyen şefkat…Yoksunluğundan çıldıran insanların var olduğu şefkat…Anne ya da babadan başka kimsenin veremeyeceğine inandığımız şefkat…Varlığından bir haberken duyulan sıcaklığa atfedilen şefkat…Nerde saklanmış ki kurtaracağımız şefkat…Neden yok ki hayatımızda yeterince şefkat ,neden karşımdakinden alabilmemi mucize sayarım?Neden şefkat sarmıyorsun dünyayı,alıp içine saklamıyorsun yavaşça…

PÜRE SEVGİ

Pure love diye bir şarkı çalıp durmakta mağazalarda vs, püur değil de püre diye okusam diyorum püre sevgi püre aşk,püre aşıkların püre aşkları...Ezik ,büzük sevgiler,lapalaşmış,her akşam yediğimiz yemekten farksız verdiği zevk…Damağında yumuşak ama midene inince pişmemiş hamur gibi ağır…Püre sevgi, eline sıvanan ve balçık gibi çıkmayan…Leke bırakmakta acımasız…Kattıklarında cimri,aldıklarında cömert püre sevgi…Yaşarken değil bitincedir azabı…Püre sevgi mi püre aşk mı bir diğerinden daha gereksizdir hayata…İkisinden de kurtulmak gerek bilirsin de nerede ,yerini dolduracak nerede?

CANI SAĞOLSUN…

Canı sağ olsun deriz,bir kötülük gördük mü bir kazık yedik mi deriz bunu.Beklediğimizi yapmadı mı birisi canı sağ olsun deriz,beklentimiz geçtiğinden değil sözde kabullenişten…Sanki birilerinin canının sağ olması yetermiş gibi.Sanki dünyaya sadece sağ olmaya gelmişiz gibi.Sağ olmak yeter ve geçer tek dilekmiş gibi.Canın sağ olsun yine denersin,canın sağ olsun sana bir şey olmadı ya…Can sağlığıdır mühim olan,aklın yerinde mi değil,ruhun parampirçik harabe mi yaw canın sağ olsun…Can sağlığı mühimdir elbet,canımızın sağlığına iyi bakmalıyız ama canımızı can yapan her şey de mühimdir,tek başına yetmez,yetirmez…Canım sağ olsun benim de yazım buracıkta bitiyor,canım sağ olsun her zaman ele avuca gelİr şeyler yazamam, hepimizin canı sağ olsun,ruhunuzu öldürmeyin de canınız naparsa yapsın, canınız sağ olsun….

21 Ocak 2010 Perşembe

Vasıfsız işçiyim karnımda açtır benim

Hiç bu kadar çalıştığımı hatırlamıyorum,hem de bu kadar vasıfsız biçimde...Ne garip hiç yorulmadım,acaba yatağıma uzandığımda mı çıkacak...Olsun farketmez,bundan bir kaç gün sonra eskisinden daha büyük bir huzura kavuşacağımı biliyorum.En azından fonda zira bir başka yerlerim dert edinmeye devam edecek,mutsuzluğu yudum yudum içmeye...
Yeni insanlarla tanıştım bugün,beni gerçekten merak eden insanlarla...Hayal kırıklığına uğradılar mı bilmiyorum ama yaptıkları ıslak kek güzeldi,en azından ıslaktı...Aburcubur sever bir anneyle tanışmak beni pek memnun etti,ona bu halim ilerde geçecektir diye umuyordum dediğimde o hayırr alışkanlığın buysa inan artarak devam eder dedi.Nolamaz dedim içimden ...Neyse canım konu bu değil...Konu mekan değişikliği ve buna bağlı her ne varsa...Ben şimideden benimsedim,kendime göre bişi buldum mu böyleyim hemen alışıveririm,ısınırım kolayca...Ne diyecektim başım da pek ağırlaştı,zaman benzin doldurma zamanıdır,midemin otomotiğine basmış birisi elini kaldırmıyor,ah şu zıpır çocuklar neyse gittim....

20 Ocak 2010 Çarşamba

Tarihte babamlı yıllar...

İnsan tarih kitaplarını karıştırdığında yakın geleceğe bile ne kadar şaşırıyor bazı şeylere hayran kalıyor,bugünkü değişime hayret ediyor.Kendi fotoğraflarımızsa tüm bu dönemlerden ayrıymış,bilmediğimiz bir yer ya da döneme tekabülmüş gibi geliyor,oysa tam da içindeniz her şeyin.Şu an içinde olduğumuz zaman ne kadar gerçekse ve torunlarımızın torunlarının geleceğinde nasıl tarih sayfaları olacaksak,kendi anamızın,babamızın,dedelerimizin,geçmişi de öyle gelmeli aslında.Bu öteki denilen şeye bağlasak ,kendimizi herşeyin üstünde ya da tenzih edilmiş görmemizi sebep sunabiliriz. Geçen sene isminde aile geçen bir ders vardı ve köken araştırması yapmamız gerekiyordu.İşe annemle başladım ve yakın geçmişten,onların gördüğü geçmişten öyle şeyler öğrendim ki.Küçükken dinlemekten sıkıldığım hikayeler meğer çok şey anlatırmış,bilememişim...


Babam yıllar yılı Türkiye'yi dolaşmış,ticaret adamıdır zaten,çok şey görmüş,çok şey edinmiş.Yaşadıkları sıkıntıları hiç gocunmadan anlatır babam...İstanbul'da askerlik yapmış,şanslıydım diyor,gerçi o zamanlar şu an oturduğumuz yerin harabe ve değersiz yerler olduğunu da söyler...Fotoğraflarına bakıyordum da ifadesi hiç değişmemiş,dün birlikte baktık,gerçekten değişmedim mi diyor...Evet ,baba elbette değiştin,kim değişmiyor ki,ama ifaden hala aynı ,duruşun bile öyle ve bu gözleri nerede görsem bu babam derdim diyorum..Başta inanmak istemiyor,onu avutmak için söylediğimi sanıyor.Sonra iç çekerek,demek tanırsın hee diyor...Bi yanı hala inanmamış farkındayım ama onu avutmak için söylemedim,kırışıklar,sarkmalar ,çöküntü bunlar yıllar içinde kiminde yavaş kiminde hızlı oluşacak gerçekler...Amma insanın bir mizacı vardır,bakışı vardır o kalır,kalmış işte...
O kırışmış,siyah beyaz fotoğraflara bakıp dakikalarca incelemek pek hoşuma gidiyor,bazen he he baba bak sen de genç olmuşsun işte baba olarak doğmadın ya diyorum içimden...



Türk filminden çıkmış gibiler değil mi ,özellikle o toplu resim...Herneyse kış geldi,tatil de oldu, e kar da var yazmadan durabilir miyim,yok biliyorum duramam...

Karşı evin Karlı çatısı

Bu kar tutar demişti dün gece Bursa'dan arkadaşım,orada da tutar mı?Belli olmaz demiştim,yağıyor işte.Kalmamış çatılar ve dallardan başka yerde eseri...Karşı çatıda bılık bılık kar yapışmış,her kış ilk oraya bakarım,zaten bakmak zorunda kalırım,cam kenarım... Orada oturan teyzenin adı neydi,Müneccel,Asiye yok o diğernin adıydı,hımm gelmedi aklıma Ayşe Teyze olsun adışimdilik ,hatta yaman Ayşe Teyze olsun,geçenlerde ,geçen dediğim baya oldu, satıcının birine öyle bir fırça kayd ıki pencereden, zavallı adama oracıkta inme inecekti.O kadına fazla dokunmayacaksın,hak ,hukuk konusu oldu muydu 500 metre geride duracaksın ondan,kocası Almanya'da yaşarmış zamanında,tek başına bilmem kaç çocuk büyütmüş ,şimdi gördüğüm güçlü,yaman kadın olmuş işte.Onun büyük kızı lisedeyken dersanemde danışmanlık yapardı,iyi kadındı o da .He bunu da sonradan farkettim,bir gün balkondan bakarken aa o,dersanede gördüğümde ben sizi karşı balkonda gördüm dedim,o da annemin evi orası ziyarete gelmiştim dedi.Bu sırada annesinin benden bahsetmiş olduğunu da öğrendim.Bizim odanın ışığı geç saatlere kadar açık kalır,bazen uyuyakaldığımdan bazen öyle oyalandığımdan,kızına dermiş ki yaman Ayşe Teyze bizim karşı komşunun kızı sabahlara dek ders çalışıyor,çalışkan kız ışığı hep açık ...Pek güldüm,benim saatlerce ders başında kaldığım nerede görülmüş,yapıyorumdur bir şeyler her ne istiyorsam işte...Gene de böyle söylemedim tabi.Beni hala öyle bilir,gördüğünde çalış kızım çalış der,o kadından yumuşak şeyler duymak beni pek memnun eder,herkesle konuşmaz konuştu mu da duman edebilir çünkü.

Yaman Ayşe Teyze'yi terkediyorum şimdi,burada oturmaktan hep şikayet ettim ama insan yerine alışır yahu,öyle de alışır böyle de...Olsun diyorum tabi vardır bir hayır...Çok uzağa gitmiyorum ama sokağımın adını değiştirmek zorunda kalıcam,sanırım caddem de değişik...Bu sabah pek hüzünlü baktım çatılara,sanki yeni yerimizden karlar gözükmeyecek gibi...Aslında pek de görünmez gibi,sanki yaz manzarası için yapılmış,şu var ki ben kış adamıyım...Olsun ona da alışırım,neye alışamayız ki?Hadi çatılara birlikte bakalım:

Baktıkkk,şimdi ne yapalım,hımmm son hazırlıklarımızı yapalım,annem nereye kayboldu,puff bu komşular da pek kıymetli oldu bu sıra,neyse bakalım ,geldi,geliyorum anneee...

Kumdan değil bombadan

Bir önceki yazımdan neden fazla hazetmedim diye düşündüm de neyse hemen herşeyden hazetmeme potansiyelim bulunduğundan konuşmama hakkımı saklı tutuyorum...

yüzyıllar nasılda geçti

nükleer süper güçlere nasıl da dönüştü kumdan kaleler

çiçek ve meyva toplayan eller kirlendiler

nasıl da hoyratça sıkıldı mermiler, o mermiler


işte böyle devam ediyor şarkının biri gerisini yayınlamıcam hem daha da karamsar hem de az biraz klişelik payı olan satırlar bulunmakta...İkinci cümleyi çok sevdim ama harbiden sevdim.Neyse orasını burasını sevmişim kime ne değil mi?Kumdan kaleler yaptım senin için falan filanlı şarkılar da pek sevilir zaten demekki en azından anlatımda sıyrılınmasından hoş geldiii.Şimdi napalım biliyo musunuz,ben uyuyayım siz de bu satırların böyle basamak basamak sonusza uzandığını ve sizin istediğiniz bir gerçeğe doğru uzandığını düşünün,sonra da rüyada buluşuruz,97m nin durağında bekliyo olucam ,Akbilim nerdeydiii kahretsin, anneeee geçen....

Şopen'in içtenlik haklarını verirkenki Ajda sesleri

Ah Zara sesin neden bu kadar titrek.Biliyor musun senin sesin titredikçe benim içimdeki bir şeylerin birşeyleri de titreşiyor sanki...O parçalardan hop beyne ve gözü uyarıyor sonuç puslu irisler...Bak yine oldu.Yazdığımı zor görüyorum.Oldu mu şimdi?İçtenlik...İşte her şeyde etkili olan bir eleman,gerçekten buna sahip olun ve istediğiniz iyiliği ya da kötülüğü dağıtın...İçten bulunan bir insandan gelen bir ok ne de kolay ve derince saplanır tam yerine.Ondan beklemediğinden değildir üzüntün,ondan gelidğine göre haketmiş olduğunu düşünmendendir.Küçücük kalırsın yo küçücük hissedersin...İçtenlik hakkı tanımak istemiyorum bu sebepten,kaçıyorum diplere,köşelere...Ya ben,yüzüme vurulursam...Ya benden korkumdan kımıldayamazsam...İçim ne sabırsız ,kelimelerim hizaya alıyor ,bir anda skinleşiveriyorum,belki de ehlileşiyorum...Ah aklıma ne geldi tam şu an chopin ama azizeli mazizeli yani şopeeeeeennn,ne bayılıyorum o filme,Kadir İnanır'ın kibarcık halleriyle gururlu tavrıları ,Şoray'ın muzip güzelliği ne şeker orda..Ouyyy ilk beşimdesiniz...Diğer dördünü daha belirlemedim ama neyse aklıma Tibet de geldi bu sırada ama ondan başka sefer bahsederim ...Ruhum Türk filmi şuanda ondan onlarla dolu.Onların duygularıyla kaplanıverdim.Böyle aşık olup cup ertesi gün evlenmeye,komik gelir ama filmde pek güzel gelir ama sadece filmde...Ajda Pekkan'ın pek eski sesinden bir şarkı kulağımda.Parçanın hakkını vermiş ki parça da ona ne güzel yapışmış.Dinleyenler yere serilsin hafiften lütfen ama çok hafiften...Abii horlamazdın sen ama şimdi bu ses de ne,neyse horlamasını duyan tek insan olarak pozisyon değiştirdive susturdu kendini.Sev demem,sevme demem,dını nı nı nı nııı...Şarkılardan sonra uykunun kucağında olacağım belki yarım saat bilemediniz 2 3 4 yok o kadar olmaz bir saatten sonra...gittim.

18 Ocak 2010 Pazartesi

Ender Saraç bitkisel çözümler ve domuşuk çözümlemesi

Geçen tv'de mr.Ender Saraç nolur erken kalkııınn diyordu,hani vücudun işleyişinin mükemmmeliyete yakın olması açısından,aslında şu doğru erken uyanınca böyle bir hoşluk nüfuz ediyor,tam uyandığım anda bir sarılma duygusu geliyor ,sağa sola kıvrılıp dünyaya hoşgeldiniz burası işte sizin o bildiğiniz ve hala yaşadığınız,hala aynı yerdir yazısını görünce o şevkatli duygular yerini yataktan çıkılmayasıca hallere bırakıyor.Ne diyordum heh Ender evet dediği doğru da kardeşim ruhumun ileyişi açısından kalıcı olan bir şey söyleyiversene,tükkanlara gidiyosun böyle aktarlara neyin, alıosun karga ,ot burnu ,kurbağa üfürüğü ama bana çözüm bulamıyorsun pek ayıp ,pek ayıp...Şaka ayrı yana doğal çözümlerin yanındayım hani ot çöp,baharat falan iyidir aram,zaten annem hastalandığımda doktordan evvel bitki örtüsüne sarılır,bir de terle üstüne lafını duydum mu kendimi pek rahat hissederim.Ah Ender yazıma da girdin bak ama çık şimdi yahu ben senin üzerine yazmayacaktım ki...

Bıdı bıdı etmek istemem de bu tatil bana yaramayı engelleyecek yoğunlukta seyredecek gibi...Akraba işleri,evimizin bir başka yere konuşlanacak olması ,abla mevzuları...Yaw uğraştırmayın bunlarla beni off olması da gerek napsam ki,katlanıcaz tabiki soruya bak.Hormon dengesizliklerimin hat safhada olduğu şu günde gözüme boğuk gözüküyor her şey...Domuşuk geldi aklıma,hani geniş cevahür-ül sülaleyn'de çığırıyorlar ya balık etli kadıncağıza pek hoşuma gidiyor,ablam da hakeret olarak söylediği domuşuğu sevdiğimi görünce kendisine söylediğim mandalina -birinci kısım vurgulu söyleniyor- kelimesine seve seve tabi oldu.Domuşuuuuukk he he çok şeker değil mi?Sıfatlarım ilginçtir zaten,bir arkadaşım canavar der -ama bi tatlı der bi tatlı der ki-,bir diğeri cadıların başkanı der,biri pika pika der -bunu da pek severim-,derler de derler işte...Neyse ortalığı ben bastı,ben benden bıktım cümle bıkmadı...Öyleyse gidiyorummmm...

17 Ocak 2010 Pazar

renklerin içinde dışında ortasında heryerinde....

sabah yediğin kurabiyenin sıcacık kokusu gibi tazeyse anıların suç

değirmencide mi değirmen taşındamı?

kalp zarın mermerden diye övünüyorsun da dışardaki bıçak mı akıtır kanı

içerdeki mikrop mu asıl?

bazen he-man sanırsın ya kendini güç sende mi sen mi gücün elindesin?

zavallı ruh nemli bodrum katında ne kötü kokar,yıkamakla mı geçer üstünü

sıvamakla mı?


yazıyorum ya bıçaklıyorum ya kelimeleri hain hain,ben mi katil ,kelimeler

mi daha ceset?



ve bir yazı da bu kadar çabuk biter,bu kadar çabuk kapıyı kapatır cuuuv evine doğru havalanır,gider yatağına,ımmm yumaşıcık yastığına sarılır canmış gibi,rüyasına da götürmek ister ya yapamaz sonraa sonrasııı rüyaa....

11 Ocak 2010 Pazartesi

Nostalji...

Hava buz gibi üşüyorum.Ayak parmaklarımda hak veriyor bana .Bir battaniye alıyorum sığınıyorum içine.Az sonra ısınacak o da vücudumdaki belli belirsiz akışla…Bir gazete var yanımda,okuyacağım birazdan.Ama bildiğimiz gazetelerden değil sadece öyküler var içinde.Her seferinde farklı bir öyküye dalıp ‘aa’ bitti mi diyeceğim.Bitecek tabi.Bir diğerinin başlaması için bitmesi gerek .Her şey böyle mi yani güzel şeyleri üst üste yaşasak olmaz mı?Yani illa ki de dünyanın döngüsüyle benzeşmek zorunda mıyız?Güneş için karanlık , yağmur için kuraklık çekmek…
Canım çikolata ve çilek istedi.Kırmızı kırmızı çikolataya batırıp yesem… Immm düşüncesi bile nefis.Çocukluğum -atlattığım kanısına nerden vardım- aklıma geldi.Annem bana çilek alır yemekten sonra yiyeceksin ama derdi.Niye ki tam ona bakıp ağzım sulanmışken mideme indirsem olmaz mıydı?Pırasa yemeğini bir yıl yemesem de olurdu sanki.Şimdi olsa dinlemezdim annemi,midem tıka basa doluyken o hafif ekşi ısırığın tadına nasıl varacağım derdim.Şimdi diyebilirim. Peki beni dünyada tek mutlu edecek şeymiş gibi gelen his o yine gelir mi ki?

Bu satırları yazdığım ruh halini hatırlıyorum da şuan kaymakmış,balmış...Acınası...İnsan herşeyi nasıl da arşivliyor beyninde ve nasıl kodlandırıyor ki o ana dair bir fotoğraf,bir yazı ,bir söz herneyse onunla, bir anda tekrar önüne getirip izlettiriyor...Bu bazen enfes oluyor...Oluyor ve ben gidiyorum,yazamam dedim ama yine buradayım işte,el-beyin kordinasyonum devam ettikçe de zor bırakıcam gibi...gidiverdimm...

ÇOK NOKTALI BİR YAZI;karanlıktan süzülen…

Karanlığın sesini duydum adım adım.Yaklaştıkça soğudum,yaklaştıkça ürktüm ondan.O kadar yakındı ki nefesini hissettim.Az sonra saracaktı beni.Beni ve tüm içimi…İkimiz de biliyorduk.Gözlerine baktım karanlığın,karanlığımın… Ayırmadı benden ikisini de.Sesim titredi dur derken.Beni hiç dinlemedi oysa…Rüzgar oldu aniden.Soluğumda duyumsadım gidişini.Ben karanlığın içinde nokta oluvermiştim artık…Kendini karartan ışık olur mu?Karanlığım yaşamama izin verir mi?Ya içimi kemiren akbabalar,ölümümü zevkle izlemezler mi?Çıkmaya çalıştıkça batmak gibi…Bişiler seni sürekli dibe çeker gibi…Herkes kendi sonunu hazırlar,benimse yardımcılarım çok…Bir umut…Beni benden kurtaracak…Uzatamam ellerimi …Yapamam, dur! Ya sen de kaybolursan?Seni de çekersem,hapsolursan?Lütfen,dur!Ha bir ben eksik, ha bir ben fazla…Ama! Peki,madem devam ediyorsun, tut ellerimden,ama sımsıkı.Bütün gücünü kullan,yapamayacağını düşündüğün andaysa bırak beni ama sakın gözlerime bakma!Sakın dalma karanlığıma!Boşluğa sal…Sen hiç korkmuyorsun.Tıpkı eski zaman şövalyeleri gibi .Bişi olmaz mı ki sana?Sen kimsin?Gözlerim,onları açmalı mıyım?Hayır,sızan bu ışık…Gözlerim kamaştı. Nerdeyim, bitti mi?Sen hala yanımdasın.Ellerin sıcacık.Ne huzurluyum.Dört yanım aydınlık.Beni saran sen misin şimdi?Sen,özgürlüğüm gibisin…Sen,hayat gibisin… YAŞIYORUM! anladım…

30mart salı 2008

Bugün eskilerden gideceğim...Aradan bu kadar zaman geçip de okuyunca bir başkasınınmış gibi hissediyor insan...Belki bunu da seviyorumdur...

10 Ocak 2010 Pazar

yaparken zevk aldığım bir zorunluluk...

Tamamen keyfi aldığım -bir iki kalem daha zenginleşmek adına- İktisat Tarihi dersi için tek sayfalık -bunu özellikle rica etti,gözlerim iyi görmüyor nolur büyük ve okunaklı olsun diye de rica etti,şeker adam sağolsun-,içinde yalnızca kendi düşüncelerimizi yazmamız gereken,tabi ki dersin, daha doğrusu dersin işlendiği şeklin -ki genelde devlet,ideoloji,iktisadın görünürlüğü ve ardındakiler gibi şeyler üzerine muhabbet şeklinde geçiyor- paralelinde bir final ödevi istendi.Bunu ıkına,sıkıla yapmadım çünkü referans vermem gereken bir kaynak,dayandırmam gereken bir teori kesinlikle olmayacaktı.Yazarken zevk aldığımı da farkettim,zaten eleştirmeyi severim.Yazdıklarımı burada da paylaşayım istedim o yüzden...Alacağım notu ise burada paylaşırım belki,bakalım kaç etmiş düşüncelerim....

İDEOLOJİLER HAYATIMIZA NASIL SIZDI?
Bundan birkaç yıl evvel ideoloji dendiğinde yalnızca siyasilerin,bir takım yazarların -aydın kesim diye tasavvur ettiğimiz kitle her neye tekabül ediyorsa- konuştuğu ve bizden uzak daha doğrusu bizim alanımızda görünmez bir kavram aklıma gelirdi.Hatta mümkün olduğunca böyle şeyleri düşünmezdim bile.Üniversiteye geldiğimden beri,yapım aşamasında olan ,sürekli güncellenen ,farkındalığı da bu paralelde artan bilincimle gördüklerim ,beni hem şaşırtıyor hem de rahatsız ediyor.Meğer gördüklerimin perdesinde saklanan o kadar çok gerçek varmış ki…Meğer görmemeye öylesine programlanmış ve programlandırılmışız ki…
Her birimiz yaş fark etmeksizin cüzdanlarımızda kredi kartı koleksiyonları yaparken nasıl fakirleştiğimizi, saatlerimizi –yani geri alamayacağımız tek şeyimizi,zamanımızı- bilgisayar başında sosyalleşme sitelerinde harcarken nasıl da asosyal varlıklara dönüştüğümüzü bilememişiz.Ekranlarda bet bir sesle ‘konuşma süreniz sınırsız’ diye bağıran hat reklamlarına uyup , eşimiz,dostumuz,sevgilimizle sabahlara dek mesajlaşıp ,kulağımızda telefon uyuya kalırken, sınırsızlaşan şeyin muhabbet değil hastalıklı alışkanlıklar olduğunu fark edememişiz –burada hastalık çift anlamlıdır,hem radyasyon,beyin tümörü olasılıkları hem de psikolojik bir bağlanma,alışkanlık-.Bir zamanlar aptal kutusu dediğimiz televizyon ,diğerlerinin yanında pek masum kalmıştır şimdilerde çünkü kuşatıldığımız öylesine çok araç var ki…Gazeteleri hatta kitapları internet üzerinden okumak moda olurken ,kaybetmediğimiz ağaçların sayısı öyle önemsiz kalmış ki…Okuma alışkanlığı tamamen buharlaşmamışken henüz ,okuduğumuz iki kitabı ya da biraz zevk versin diye aldığımız film,müzik cd’lerini efendim napalım çok pahalı diye korsanını alıp,güya protesto ederken ,kendi korsanlığımızı öylesine görmezden gelmişiz ki…Bunlar yetmemiş dükkanlarımıza ‘Kebap Center,Nuray Collection,Shopping World’ gibi isimleri verirken,Osmanlıcadan kalmış kelimelerin çetrefilliliğinden yakınıp aradaki modern Türkçeyi de atlayıp ‘Ok’li ,Bye’lı’ asimile bir dil yaratırken ,neyi yok ettiğimize öylesine körmüşüz ki…Ana haberlerde oynadığı oyuna lanet okuyan 7 yaşındaki şizofren kızı ya da mecliste kim uyuya kalmış,kim kime su dökmüş haberlerini defalarca izlemek zorunda kalırken,dikkat edilmesi gereken gündeme –ki gündem öylesine bir şey ki şu dönemde biri ortaya bir taş atıyor,bir anda aylarca tek bir konu dönüyor piyasada ve bu sırada olan tüm noktaları kaçırıyoruz.- ne kadar uzak kaldığımızı anlayamayacak kadar duyarsızlaşmışız. Dayak yiyen ,zorla evlendirilen ya da intihar eden bir kadını gördüğümüz de bunun sen –ben değil biz meselesi olduğunu,bunun mesele olarak görsek bile sesimizi çıkarmayacak kadar pasifleştiğimizi nasıl da anlayamamışız.
Bunlar bile oldukça açık örnekler, aslında hayatımıza sızan ve fark etmediğimiz ,daha doğrusu fark etmememizi sağlayan –isteyen- o kadar çok ideolojik aygıt-görünenin arkasında,onu yönlendiren her düşünce,güç- vardır ki,bunları yazmak yerine bir bir keşfetmeyi seçeceğim.Dilerim toplumumuzda okuyan,araştıran,bilinç düzeyi mümkün olduğunca açık,pasiflikten uzak ,çözüm arayışında olan bireyler fazlalaşır ve şu an bulunduğumuz nasıl bir seviyeyse daha üstün bir hale geliriz.NOT:Yazdığım her cümle bahsettiğiniz ‘’ benim düşünceme göre ‘’kapsamındadır,genelleştirmemin sebebi yazım gereğidir.

11 Ocak eklentisi:ve notu verilmiş yazdıklarımın (A) ,pek teşekkür ederim ,her sınav böyle olsa...
Yukarı bakın ve başlık arayın ,bakın bakın az daha derine bakın,göremediniz mi bir şey,hımm evet o zaman yok,aslında hiçbir zaman yok,niye mi,baktım her seferinde ana fikir bazında birkaç kelime atıyorum bu seferki de piyangodan çıkıversin nolucak ki...

Okulsal bir uğraş, insanın midesini ayağa kaldırıp ,zihinsel düğümlenme yaşatır mı?Evet efenim gayet de yaşatır.Mecburiyetlerin boyunduruğunda geçirdiğim saatlere mi yanayım ?yoksa,yoksası yok mi yanayım işte...Herneyse gene virüsçükler akın etmiş bilgiyuvamıza,bilmem kaç dakilardır onları bir yere yedeklemeye uğraşıyorum,bunun ne kadar sıkıcı bir iş olduğunu bilirsiniz...Tam şu an da duygusal dumurluk yaşıyorum,hiç bir his yok.Bozmayın ,hayır,yorum yapınca hemen kötüye evrildi en azından tarafımı belli edeyim diye...O kadar da uyudum,neden alamıyorum uykumu,neden tatlı rüyalar göremiyorum bir süredir,neden şuan ki negatif her şey günlerdir devam ediyormuş gibi bir izlenim veriyor bana,az önce ablasıyla dünyanın en iğrenç beatbox taklidini yapıp kahkalar basan çatlak ben değil miydim ki?Hımm kelimelerim balçıktan sıyrılır gibi çıkıyor farkındayım,ondandır ki susmak şuan aladır,hiç konuşmasaydın da denilebilir amma inanın böyle zamanlarda susmak daha kötüdür,saçma da olsa söyleyeceksin bir şeyler ,düşündüklerini şeyleştireceksin,dokunulur yapacaksın ki onlardan bir kaç metre de olsa uzaklaşabilesin,seni başkasıymış gibi görüp o başkası için ah vah çekeceksin kendin için değil...Gittim...

8 Ocak 2010 Cuma

JELİ JELİ BAĞIMSIZ ÇALIŞMA...

Bugün evde canım öyle bir sıkıldı öyle bir sıkıldı ki jeli jelilerle olan samimiyetimize dayanarak onlara sığındım .Yalnız belirteyim bu seferkiler Awaking The Jelibons'un devamı değiller ,bağımsız ...Tabi görüldüğü gibi bir kompozisyon,biçim vs konusunda da dağınıklık mevcut herneyse lafı uzatmayayım.Nelif'e de burdan selam olsun ,ondan habersiz ettim bu işi, sırf canım o an çekti diye... ama volume2'yi beraber çekeceğiz işallah....
yalnız joe...

jeliler jack'le foto çekinirken...

jeli jeli çiftimiz düğün fotoğrafı çektirirken...

jeli jeli sülalesi :ilk kar ve düğün

taze çiftin taze dansı...

jeliler ermiş muradına diğerleri de bakar bön bön...


yalnızlığıma azıcık arkadaş olan çekim dostları jeli jelilere ve mideme giren kısmın anısına itafen...

7 Ocak 2010 Perşembe

Olmamak ,yaşanmamak değildir ki...

daha yanında olmadan koptun mu hiç?
birlikte olmadan ayrıldığın...
henüz yaşanmamış olana sitem ettiğin...
henüz söylemedikleri için hayal kırıklığı duyduğun...
henüz tutmadığın eli özlediğin...
daha yazmadan ruhunu silmek zorunda kaldın mı?
seveceğini bile kestiremezken küllendiğin oldu mu?
en kötüsü ,daha yokken varlığına alıştın mı?

heh mümkün değil sanılır söylediklerim,değildir.Zahiri olanın ardında neler gizlersin aslında.Hayalinde neleri oldurur ve neleri öldürürsün isteyerek ya da istemeyerek...Hayal evet ama orada da kurtulamazsın kendinden,düşüncenden,orada da mahvedebilirsin ruhunu ya da ettirebilirsin.Bazen tatmak için yaşamak gerekmez acıyı gerçeklik içinde,düşler de yeter...Yatağa yatınca kurulan düşler değil zarar veren her an aklında gezdiğindir aslında.Öyle ki gerçekle düş zaman zaman yer değiştirir,bir kısmıyla mutlu da olursun hatta ama hiç bir şey tek taraflı değildir.Mutluluk hiç bir yerde garanti ve daimi değildir...olmayacaktır da...

4 Ocak 2010 Pazartesi

Kar geliyor imiş ,buyursun gelsin...

kar geliyooor dediler dün gece,pencereden baktığımda eseri yoktu,sabah evden çıkarkense artıklarını görebildim çatılarda ve birkaç otun üstünde buzlaşmış biçimde.Fazla nem yokmuş ,ondan tutamamış dedi yorumculardan biri,doğrudur,onlar ne derse desin ben gene dışarı bakıp kar var ya da yok dicem sadece.Hayatı zorlaştırmayacak kalınlıkta ve tatlılıkta ise de sevinicem güzel güzel...Yalnız ilikleri ufaktan dondurucu bir etki olmuş havada,kamuflajınız bir yere kadar koruyor .Teninizin açıkta kalan birkaç yere keskin soğuk öylesine yapışıyor ki toplu taşıma götürgeçlerine bindiğinizde cehenneme girdim sanıyorsunuz,hele metrobüsler yahu o nasıl bir sıcaktır,dışarda donan adam sizin yüzünüzden üşütecek.Zaten hiç bişeyin dengesini tam olarak kuramıyorlar.Bir tuz dökerler yollara kar kaydırmasın diye onu da abartır yolları parçalatırlar.Neyse yahu şimdi yerel yönetimdi bilmem neydi uğraşacak halim yok.
Bahsettiğim şu tatlı karları hayal edesim var,olur olmadık kaplamış etrafı ve her yer aydınlık,üzerinde yat montunun çıkardığı ize bak ...



Neyden bahsedecektim başka hee neyse vazgeçtim,şimdi içim kalkıyor düşününce bir daha ki sefere anlatayım o yüzden .Hayyam'dan bir dizeyle bitireyim bugün...

Ey dünyanın işinden haberi olmayan sen yoksun
Dünya esen yel üstüne kuruldu..
Varlığımız iki yokluk arasındadır
Çevrendekilerde hiçdir sen de bir hiçsin...

yokum biraz

dünya işleri yoğunlukta bu sıra,sınavlarım başlıyor,stressizliğin stresi sardı şimdiden...gelemiyorum baskıya ,dizgiye...hemen hata veriyorum...ondandır bu rahatlığım,final gecesi şuraya iki satır yazıp da çıkayım demelerim...bana bir şey katana can feda bu ders de olur,insan da...Amma ne insan, ne ders çok azı çok şey katıyor hayatına,pek azı zevk veriyor tad aldırıyor insana...Uykum gelmiş yahu farketmemişim kusuruma bakılmasın başlığı açarken düşünmedim.Haydin iyi geceler...