30 Aralık 2009 Çarşamba

Yıl Başı Zırvalıkları...

Bu başlığa kızmayın nolur ama elimde değil.Marry Christmas yok bilmem ne noluyoruz yahu?Ne zaman Marry Christmaslı olduk?

Orta sınıf yetişkinleri tv başında kola-çerez,orta üst ve üst sınıf üyeleri dışarda biyerde yemek-içki yada evde hobarey artı çam ağacı,hediyeler falan,tüm bu kategorilerin dışında kalan öğrencilerin bi kısmı şarap artı kargaşa burgaşa kalabalık ,benim gibiler içinse içinse geldi mi geçti mi farketmez noluyor yahu diyerek geçen bir gün...
Yıllar geçmekte ,birinden birine son sürat atlamakta,bizse doğumgünlerinde bir yıl daha yaşlandık diye kendimizi avutup ,güya sevinirkenki yaptığımız gibi bilmem kaç yılına geldik lay lay lom diye seviniyoruz.Hem her yeni gelen yıla sövüyoruz yok eskiden şu şöyledi,eskiden bu böyledi,hem de aman ne güzel yılbaşı geldi ikibinleri arşınlıyoruz gittikçe diye havalara uçuyoruz.Noluyoruz ki?İnsanlar kutlamalar ilk Sidney'de başlıyor diye oralara gidiyorlarmış,yer kalmamışmış.Aman ne hoş...Neyse zaten kafam bozuk,kelimelerim de bozulacak diye korkuyorum,nezaket sınırlarını zorluyorlar çünkü yada bahsettiğim herneyin sınırıysa işte....



Bir şu kart resimleri hoşuma gider,karlı marlı sıcacık ,bacası tüten kulübecikler ...Bir de böyle kardan adam yapmak ocağın soğuğunda ama şimdi apartmanlardan kar tutacak temiz bir yerimiz bile yok,hadi toplama kardan biryere kondurduk diyelim o bile faciayla sonuçlanır mazallah araba çarpar da kurban gidiverir o da,yanında da hayal kırıklığı...

Sonuç itibariyle 31 Aralık 12'ye yaklaşırken insanlar saniye sayıp farklı statükoları,yok efendim sınırları içerisinde eğlenicek,tozutucak,azıcak ya mülayim mülayim oturacak...Bense her gün ne izliyorsam onu izleyeceğim,büyük ihtimal hergünün aksine erken uykum gelecek löp diye yatacağım ve hurafelere göre de bütün yılı uyuyarak geçireceğim...Bu kadar sövdükten sonra iyi yıllar dileklerimi en içten klişeğimle sunarım,bari insanlar bu yılbaşı günü sınırını geçmişe bakmak için dönüm noktaları olarak kabul etse de atladığı nokta bir işe yarasa...Neyse bakalım ,bu arada suratımın mahkeme duvarı hali yazıma da yansıdı mı acaba?Bunları sinirimden mi yazdım yoksa gerçek fikirlerim mi bilemiyorum .Neyse gülümsemek güzel,gülümsemek istiyorum az sonra,birkaç saat içinde,hergüne yayılacak şekilde,her anı bal tadında yaşatacak şekilde falan ve filan....

29 Aralık 2009 Salı

Çıkmadan iki satır...

Gözlerim yanıyor ama iki satır yazasım geldiğinden mühim değil.Sevgili Müzeyyen Hanım'ın kitap ödevlerini yetiştirmek adına erken kalkıp noktayı koyayım dedim.Daha sonra belki bahsederim onlardan.Mecburiyetle başlayan okuma Allah'tan kitapların çekiliciliğiyle normal hale dönüştü.Neyse burayı ödev günlüğüne evirmeye çalışmıyorum.
Şu an kendimi amaçsız hissediyorum.Sanki kimseye karşı negatif ya da pozitif hiç bir şey hissetmiyormuşum gibi de aynı zamanda.Ama öyle değil sadece şimdi öyle geliyor.Arkadaşım yokmuş gibi ya da tamamen yalnızmışım gibi...Öyle de değil varlar çünkü ama öyle geliyor...Her insanda vardır belki hani nihilizme dalarsınız kendinizi kaybedersiniz meselesi var ya doğru olsa gerek,bir şeyin hiçliğini düşündükçe herşey domino gibi gittikçe hiçleşiyor...

Konuyu değiştireyim beynimde değişsin,makine lazım bana bir günlüğüne - ve şöyle profesyonel olanından -benimkisi istediğim şey için işe yaramaz çünkü- amma kimseden isteyecek de halim yok.Ha neden almıyorsun o zaman derseniz,param var da almadım mı derim size, siz de heee diye kalırsınız...Neyse bulursam haberiniz olur ve de yaptığım şeyi de görme imkanınız olur...

Çıkmam lazım şimdi,metrobüs,otobüs,yürüyüş hepsi beni bekler...Bundan iki saat sonra okulun üst kanitninde masada kahvemi içiyor olucam,derse kadar bir arkadaş da bulursam iki muhabbet tıngırdatıyo olacağım olmazsa da kitaba talim...Haydi eyvallah.

27 Aralık 2009 Pazar

MEŞGUL EDİCİLER,BENCİLLİKLER VE ÇOCUKLUKLAR

Ne garip şuan bana üniversite hocalarının verdiği ekstra ekstra ödevlerden söylenirken hatta sızlanıp kafamı duvarlara vururken diğer yandan kafama takıldıkları için çok memnunum.Başka şeylere odaklanmamı engelliyorlar.hem de öyle bir döneme denk geldiler ki...Sadece şu yazıyı yazarken aklımdan geçenler hoşuma gitmeyecek biliyorum sonra zaten sıkıcı ödevime dönerim,en azından bir süre daha idare ederler beni.Tabi birkaç haftadır devam ettiğim bilgisayar kursu da yardımcı bu konuda,sabahın körü vs diye söyleniyorum diğer yandan da bir uğraşım daha olduğuna,oyalanadığıma seviniyorum...
Şu jelibon sergisi yüzünden burayı tamamen kamusallaştırmaya niyetim yok,yani orada güzel bir iş yaptık evet ama ben buraya yazmak istediğim ,içimden gelen ne varsa koymaya devam edeceğim.Demek istediğim öznelliğine devam edecek.Ben bencil biriyim.Kalabalığın içinde de olsam,bin kişi tarafından izleniyor da olsam benim olan vardır benim için,paylaşmakla çoğalır ama benim olmaya devam eder.Kıskanırım hem de çok eğer benden çıkarsa...Tek kardeş olunca da kıskanç olur denir ya ve de bencil.Ben çok kardeşli biriyim ama hala bencilim ,belki de en küçük olduğumdan.Aslında bu soyut şeylerde yani fikir vs bazında çoğunlukta da olsa somutlaştıracağım.Benim 2 tane olan şekerimin birini arkadaşıma seve seve veririm,bende bir şeker varsa yarısını da seve seve veririm,yarım şeker varsa yarımı direkt ona da veririm.Amaaa paylaştıktan sonra bende kalan yarıma dokunulmasına izin vermem,vermem derken dokunulursa kötü olurum ,parçam alınmış gibi.Bir yandan itiraz edemem ama diğer yanım o beniiimm diye bağırır.Bu örnekle de fazla basit oldu biliyorum,bir şeker için hiç böyle hissetmedim zaten ...Neyse bunu yoğun olarak hissetmek kendi açımdan da rahatsız edici,biliyorum evet bu bencilce,olmamalı vs vs ama böyleyim işte.Benim olan benim kalsın istiyorum,benimle anılsın...

Bir başka meseleden bahsedecektim aslında daha doğrusu son günlerdeki rahatsızlıklarımın başlıcasından,güzel günleri kara bulutla kaplayan olaylardan,çocukluklardan...Eskiden olsa gerçekten anlardım,çocukluk işte yapılır böyle şeyler vs...Ama olgunluğun kıta sahanlığına girdiğimiz şu yaşlarda ,günleri saçma kin duygularıyla geçirmek,hem de boş yere,belki de haksız yere ne kadar doğru?Gerekçeyi boşverin,insan önce kendi içine dönecek,kendini bulacak ardından bakacak karşısındakine.Çünkü kendine bakmaktansa karşısındakini çöpe atmak kolay gelir,insan kendini kusursuz görecek kadar kibirli,kendinden başkasını duymayacak kadar gururlu olabilir kimi zaman.İşte bunadır sözüm...Diyeceğim yahu sevgiye bırakalım tüm akışı karşılıksız ve öylesine bir sevgiye,insanları bir arada tutan sevgiye...

25 Aralık 2009 Cuma

AWAKING THE JELLYBONS -VOLUME 1

Bu başlığı çok mu aradın diyeceksiniz yok ilk aklıma gelen film afişi nitelikli ismi seçmeye çalıştım ki gayet uygun olmalı.Her zaman ki gibi Bim'e gitmiştim,bu sefer bir farklılık olsun diye haribo değil de jelly-belly yazan paketi aldım,almamla birlikte kafamda kocaman flaşlar patlatan bir ampül yandı.Geçenlerde de nette rastladığım üzere jelibonlarla farklı kompozisyonlar oluşturmak ve bunları fotoğraflamak.Okula geldiğim gibi bir Elif buldum ve oda çağrıma kulak verdi,bu kutsal görevde birlikte savaşmayı kabul etti.İkimizde yorgunluk,hastalık ve açlık kıyısında yüzdüğümüz dakikalarda bile olsak yılmadık,motive ettik birbirimizi.Çalışmaya başlamadan evvel kantinden ve çantamızdan materyaller edindik.Dışardan jeli jelileri mıcnıklayan deliler gibi gözüksek de bakışlara aldırmadık ve yılmadık.Tabi onları yemekten korumak zordu ama başardık.Kendi nefsimize ise öncesinde göz hakkımızı vererek doyurmaya çalıştık.Setimizi kurduk ve ya bismillah deyip çekimlere başladık.Kah sıkıldık,kah sızlandık ...Herşeye rağmen eğlendik dilerim eğlendiririz de...

Bu ilk denemeydi ,eminim kendimizi geliştirip daha güzel çekimler sunabiliriz gelecek günlerde ,yaparız bence.Yoldaşım Nelife teşekkürlerimi de sunarak ,bu kadar felsefeden sonra sizi jeli jelilerle başbaşa bırakıyorum.




Jelisan samuray kılıcıyla bir kelleyi ikiye ayırırken...






Jelisan samuray kılıcıyla bir kelleyi ikiye ayırırken ama başka bir açıdan...






Jeli Jeli Final Destination 4-Türkçesi:Jeli jeli Son Durak 4






Jeli jeli cemaati ve taptıkları IV.KESİK BAŞ JELİ





Jeli jeli kutsama töreninden...






Bütün jeliler toplandı toplandı,sordular niye ham yapıldık?






romantizma jeliler... ilk denemeydi





iki jeli bir fidanın güller açan dalıdır ...ikinci denemeydi






Jellylight...Böyle bir eli kimse reddedemezdi ve etmedi,herşey bir ısırıkla başladı ve herşey o ısırıklara olan bağımlılıkla devam etti,jellylight'te hayat sonsuza dek devam edecekti...







Ve beklenen an...İşte Awaking the Jellybons-Volume 1 'in set arkası ekibi,yönetmeni,prodüktörü,senaristi ve herşeyleri...Nelif ve bendeniz...

23 Aralık 2009 Çarşamba

Gözgöze gelmek ve otobüsün dörtlü koltuğu

Neden gözgöze gelmekten korkarız?Neden gözlerimizin taa içine bakamayız?Tamam insan pekala en yakın arkadaşına bakabilir ama onlar zaten ufak çaplı şizofrenliklerimize de göz yumanlar değil mi,yani diğerleri üzerinden açtım ben aslında konuyu...Açmama vesile olansa bugün otobüste cam kenarına yapışmışken karşımda otobüste bana bakacak şekilde duran ama bakmayan kadın...Bakmaması değil aslında mesele,o bakmasın da ben baktım hem de gözlerimi kaçırmadan ,neyse sonra bi anda başka tarafa çevirdi kafasını,farkettiğini farkedince gıcıklık değil mi bir daha baktım -bu arada otobüsler kırmızı ışıktaydı- bu sefer de gözlerini direk saatine indirdi.Güldüm kendi kendime ne garip sanki başını kaldırıp baksa bir şey olacak...Yani düşündüm de bir erkek olsaydı yerimde ya da cins tipli bir kız belki de aynı şeyi yapacaktı ama farklı bir rahatsızlıkta...Yani bir insan ona bakanın her hangi bir art yada cins niyet olmadan sırf insan olduğu için baktığını anlarsa daha çıplak hisseder kendini gibi geldi bana...Kalabalık bir ortamda markaja alınırsam özellikle izleyen kadınsa -çünkü erkekse direk niyet değişikliği akla gelir,bu bazen yerli bazen yersiz olsa da içgüdülerimizi -savunma vs- değiştiremeyiz- kıyafetimden,saçımdan başımdan yada her ne haltım içinse işte ondan dolayı bakmadığını bildiğim halde bir garip olurum,niye bakıyorsun niyee diye diye bir gerginlik alır ve neden bulamazsam temelli korunmasız hissederim yalnız bu anlık bir şeydir,saatler,dakikalar sürmez,sadece anlarsınız işte...
Otobüslerde karşılıklı koltuklar vardır ya işte baya bi tartışma konusu olur sanırım.İster uyuyo taklidi yapın ,ister cama yapışın karşınızda size bakan çift diye saymazsak dört tane göz vardır,yani size bakan değil de karşınızda duran diyelim.Sağa baksanız sağdaki sola baksanız diğerine ilişir gözünüz ,hani bir de görüş açımız geniştir ya -başka bir yana baksak da geride kalannın bir kısmını da alır hani- bunu engellemek mümkün değildir.Robotsu hareketlerle sınırlanmak zorunda kalmak bir yana cama bakarken sizin yönünüze bakan kişi sizi izliyormuş gibi bir yanılsamaya uğrar ve rahatsız olursunuz,oysa o da dışarıyı izliyordur,mecburen siz de onun görüş alanı içerisindesinizdir.Hımmm,bunun çözümü de olmaz ki,en iyisi kütük gibi uyumak işte o zaman dünya umrunuzda olmaz,tabi cam kenarında oturmak şerefine nail olduysanız...He bir de öylesi yakın bir mesafede karşınızda uyuyan birine gözünüzü dikmeyi denediniz mi?Tesadüfi mi bilmiyorum ama ciddi bir şekilde baktığınızda bir kaç saniye içinde uyanıyor kişi.Telepati gibi yada böyle olduğunu düşünmek hoşuma gidiyor ama oluyor işte.Tabi uyandığı anda yere bakıyorum ,şey gözlerim rahatsız etti pardon mı diyecektim...
Bir de gözgöze gelmekten tamamen farklı bir biçimde korktuğumuz kişiler vardır amma onlardan başka bir başlıkta başka bir zamanda bahsetmeyi yeğlerim...
Neyse bu konu geyiğe saracak birazdan ,o yüzden şimdi susmak ala,ala...

yokolan izleyici ...

Bakıyorum da mütevazi sayıdaki izleyicilerimden biri yokolmuş...artık okumak istemiyor mu ki?kim olduğunu bilmiyorum ama sırf bunu yaptığı için tahmin etmek kolaylaştı...okuduğun ben değildim ki yazılarımdı...bana küstüysen yazılarıma da küstün...yine de şimdiye dek izleyicim olduğun için sağol ve beni okuyan bir kaç kişiden biri olduğun için...Hımm başka ne diyecektim yok gayrı sustum.

22 Aralık 2009 Salı

Bir garip adam...

Şimdi nerde olduğunu bilmediğim bir adam...
Birkaç ay evvel görmüştüm onu...
Hayatında biri var mıdır acaba?
Bilmem...
Umrumda mı peki?
Hımm,bazen aklımdan geçiyor,bu sayılır mı?
Çok da uzun zaman olmadı aslında,
Yine de yıllar geçmiş gibi...
Beni görse tanımaz diye korkuyorum...
Ya da tanımazlıktan gelirse...
Yoo,sanmıyorum,bir husumet geçmedi ki aramızda...
Bırakın husumeti hiç bişi geçmedi ki,geçemediki...
İsmimi hatırlasa mucize sayıcam ,o kadar az tanışıyoruz işte...
Bi anda nasıl ısınabileceğimi hissetttimki ona ?
Bilmiyorum ...Hissettim işte..Öylesine ,birden...
Mimiklerini unutmamışım,yapabiliyorum...
O aşırı soğukkanlı halini hatırladım da,
İki metre ilerde bir bomba patlasa ,istifini hiç bozamayacak gibi...
İyi duyamadı mı seni,tek kaşını kaldırıp,kulağını yaklaştırır,
Ve onun kepçesine bir şeyler fısıldayınca çok önemli bir şey yapıyorum sanırsın...
Yirmilerinde...Ama yüzündeki olgunluk kırkı geçmiş...
Teni ve dudakları solgun...Belki sigaradan...
Nereliydi sahi?Unutmuşum,çok önemsemem de bu konuyu...
Vücudu pek cılız...
Belki boyuna vermiştir...Belki de düzensiz gözüken hayatındandır...
Hali tavrı epey rahat...
Hani böyle adamların aşkla ,meşkle işi yokmuş gibi gelir ya...
Ama onun ruhu hassasça göründü bana,
O ruha girmeyi başarırsan seni sarmalayacakmış gibi sımsıkı...
Ya da buz gibi soğukta dışardan gelip evdeki köşesine sığındığında ,
Kahvesini içip,sigarasını yaktığında,
Seni de hayallerine dahil edecek biridir o...
Egosu yok denecek kadar az...
Onu nasıl gördükleri umrunda değil...
Belki de en hoşuma giden şeyi oydu...
Kelimeleri özenli ama kendiliğinden...
Olur ya binde bir sinirlenirse basar küfürü...
Ama öyle yerindedir ki zarar vermez ipeksi ruhuna...
Çocuk yanı da yaşamakta kuşkusuz,
Ona dokundurtmaya da niyeti yok,olmasında ...
Sırf insan olduğun için bile edecek iki laf bulabilir seninle,
Görünüşün,dilin ,ırkın,şuyun ,buyun ne anlamsız onun yanında...
Kin ,çıkar vs uğraşak hali yoktur ki ,
Öyle yaşar,öyle de yaşatmak ister...
Nedense baygın baygın bakar,uyuşmuş gibi,
Yine de tam uymuştur üzerine...
Heycanlandığını görmedim,görecek vaktim de olmadı ya...
Onu şaşırtacak ya da ruhunu titretecek tek şey vardır tahmin ettiğim...
Yalnız kırıldı mı da hiç yapıştırılmaz gibi ruhunun parçaları...,
Hani arkamı döner giderim,bir daha baktığımda da yoksundur zaten dicek biridir...
Sakin görünür ya bir yandan da dişlidir,
Hani neyse odur,düşündüğünü değiştirmeye çalışman yersiz olur,
O da zaten seninkine karışmaz...
O an onun yanındasındır ya,onunla konuşabiliyorsundur ya önemli olan odur...
Küçük düşürmeyi sevmez sanıyorum kendini küçük düşürenleri de,
Belki de sevmemekten bile üşenir...
Yerinden hiç kpırdamayacak kaya gibi...
Bir yandan da yumuşacık...
Nasıl olur ki?
Olur işte...Olur...Olmasaydı o olmazdı...
O bu satırları öyle umarsız okurdu ki...
Kendisini anlattığımı düşünmek zahmet olurdu onun için sanırım...
Belki de hiç bir zaman okumayacak...
Onu tekrar görecek miyim?
Bilmem tasasını çekmeyecek kadar az gördüm onu...
Bu kadar satırı kaplayan insanı kaç gün gördüm peki bilmek ister misiniz?
Hayır istemezsiniz...Tüm bu yazılanlar...
Saçma mı?Öyle demeyin kırılırım...

18 Aralık 2009 Cuma

LOKUM ÇOCUK İLE JELİ JELİ KIZ

Zamanlardan birinde bir ülkede lokum çocuk yaşarmış.Yalnız bu ismi boşuna almamış,öylesine iyi öylesine tatlıymış ki, ahali lokum çocuk geldi ,lokum çocuk gitti derken adı öyle kalmış...Bir de jeli jeli kız varmış,ismi gibi kendi de bir garipmiş bu kızın.Ne istediğini bilmez,kolay kolay mutlu olmaz yine de özünde iyi biri olduğundan çekilir bir kızmış.Bir de kendini pek sevmez,bu yüzden de kendine güzel söz söylendi mi hemen yalan söylediklerini düşünür,hırçınlaşırmış.

Bir de hayali varmış jeli jeli kızın .Jeli jeli kız hep bir prens düşlermiş.Pencerelerde bekler ,saatlerce hayal kurarmış.Hayalinde prensini her türlü şekle sokar,birlikte koşar,hatta ayın üzerinde otururlamış.Gün olmuş beklediği prens yerine süklüm ,püklüm biri çıkmış karşısına ,dalga geçmiş jeli jeli kız çocukla,arkasından bir sürü atıp tutmuş.Amma gün gelmiş,nasıl olmuşsa çocuğa tutuluvermiş,ondan bahsettikçe daha da bağlanmış bu çocuğa.Çocuk da onu sevmiş zamanla...Jeli jeli kız pişman olmuş daha evvel söylediklerine,itiraf etmiş hepsini ,üstüne onu sevdiğini de itiraf etmiş.Çocuk pek sevinmiş jeli jeli kızın içtenliğine ,birbirlerine kalplerini vermişler.Pek mutlu günler geçirmişler lakin gün gelmiş kıskançlık tohumları serpilmiş kızın kalbine,çocuğun kendini sevdiğine inanmaz olmuş.Çocuk diller dökmüş,yalvarmış ,onu ne kadar sevdiğini anlatmış günlerce.Amma jeli jeli kız hırçınlaşmış yine,benim sevilecek neyim var ,daha iyilerine git sen demiş kızgınlıkla.Çocuk pek içerlemiş jeli jeli kızın sözlerine ,aşkıma inandıramadım seni,öyleyse bana gitmek düşer demiş ve gitmiş.Jeli jeli kız çok pişman olmuş yaptığına,ağlamış,dövünmüş aylarca ama gururundan hiç bir şey de dememiş...Yıllar geçmiş ,jeli jeli kız çocuğu unutmuş ,kendinden şikayet etmeyi de bırakmış ama mutlu da değilmiş.

Derken lokum çocuk çıkmış bir gün karşısına.Pek iyi anlaşmışlar.Jeli jeli kız görür görmez lokum çocuğun ne kadar iyi biri olduğunu anlamış.Aynı zamanda çok kibar ve düşünceliymiş.Jeli jeli kız kendini lokum çocukla iyi hisseder olmuş.Amma öyle bir zaman gelmiş ki jeli jeli kızın karar vermesi gerekmiş.Lokum çocuğa bir şey diyememiş başta çünkü jeli jeli kız aşık değilmiş ona.
Yalnız lokum çocukla öyle iyi vakit geçiriyorlarmış ki onu kaybetmek zor geliyormuş.En iyi doğruyu söylemek demiş jeli jeli kız, zamanında kalbimi verdim,şimdi taş oldu kaldı sevemez oldum demiş,yalnız yanımda ol,göz kulak olalım birbirimize demiş.Lokum çocuk hiç kimseyi üzmek istemezmiş,jeli jeli kızın isteğini kabul etmiş.Günler böylece geçer olmuş...

Şimdi jeli jeli kız kendi hayaline geri dönmüş,lokum çocuksa yeni hayaller satın almış,yine de birbirlerini bırakmamış,destek olmuşlar,böylece kimse üzülmemiş.Yalnız bundan sonra her birinin hayatına kim girecekmiş,prens ve prensesleri onları bulacak mıymış bunu da anca zaman bilirmiş...

Not:Hikayeye ilham olanlara ayrı,isim anneliğinde yardımcı olana ayrı teşekkürlerimi sunarım,hayatımda olmaya devam edin efenim...

Anıları mumyaladım,üzerine kıymetli dokunmayın yazdım ,bir de üstüne onları hep sevdim...

Bugün kağıda yazdım,burada cimri olacağım ondan muhakkak,söylediklerimin baskısını çoğaltamam,aktardım ve onlarla işim bitti.Belki yeni bir kaç şey varsa onlar üzerinden bir kaç kelime söyleyebilirim...Bu sıralar okuduğum kitabın da etkisiyle kendimi şizofren adayı olarak görmeye başladım,en azından ona yakın bir şey işte...Bazen kendimize en yakın bulduğumuz şey,en fazla isteyebileceğimiz şey anılarda saklıdır ve onlar özellikle cımbızla ayrılıp,organları canlılıkları boşaltılıp mumyalanmıştır ya...Ya da bir kısmımızın öyle yaptığını düşünmek,kendi yaptığımı meşrulaştırır düşüncesiydi bana bunu söyleten...Onları öylesine özenle saklıyorum ki...Zaman zaman tozlarını alıyorum,pürüzleri varsa düzeltiyorum falan...Yalnız sorun şu noktada başlıyor benim açımdan,en ufak bir umutsuzluk ya da mutsuzluk anında sarılıveriyorum canlıymışcasına,daha evvel yok ettiğim tüm canlılık izlerini her seferinde yeniden veriyorum o an...İşte bu gerçeklerden kopuş aşamasında çok riskli...O anılar beynimde o değerli,tapılası ,korunası haliyle yerleştikçe,değer çitası daha da yükseliyor ve karşılaştırılıp daha az değerde kalanlar eleniyor...Bu istemsiz yapılıyor,çok değerli bir taş bile kıymet görmeyebiliyor nezdimde çünkü daha değerlisi zaten korunmada olmuş olabiliyor...Neden bu kadar simgeleştirdim bilmiyorum,acaba bence aşikar olan şey başka bir okuyanca da öyle mi?

Bir çözüm aramak,bunu denedim,gerçekten denedim...Şimdilik yok...Kendiliğinden iyileşir belki...Bu derde bir de bencil b,r ego eklenince gerçekten kolayla karbonat gibi çok uyumsuz bir şey çıkıyor ortaya,dilerim bir gün bu dengeyi kurarım,dilerim mumyalaradan kurtulabilirim tamamen,dilerim onların yerini taptaze şeyler alabilir artık,dilerim rahatsız rahatlığıma kavuşabilirim bir gün...

11 Aralık 2009 Cuma

Garip:Hımm garip bir nokta...

Hımmm...Garip...bu kelime sadece ucube durumların tanımlayıcısı mıdır?yoksaaa anlamlandıramadığımız ,bir şekilde kapsama alanımıza daha evvel dahil olmamış durumlar için anında dalıverdiğimiz bir sığınak mıdır?Bir şey güzel ya da çirkindir,olur ya ikisini de söyleyemezsek gariptir...Garip...Bu kelimeyi hiç gariban anlamında kullanmadım,türk fimlerinde öksüz garibanlara verilen isimdir hani...Hep olumlama ya da olumsuzlamanın dışındaki üçüncü türün kelimesidir benim için de...Nasıl hissediyordun? -garip... Hımm ,neden peki?Çünkü şöle,böle ,öle ...-heamm evet garip o zaman...Garip değil mi bu düşünce?Garip demem de garip,böyle zincirleme bir bunaltıcılıkta devam edebilirim...
Ben.. bir çekirdeğim,sadece eksi ve artılarım olmasın,sadece eksi yada sadece artı yük ağırlıklı da olmayayım,sürekli çekişme içinde olayım zaman zaman biri ,zaman zaman diğeri galip gelsin.Beni rahat ettirmesin,kendime hakemlik yapmak zorunda kalayım,başımı yastığa ya mutluluktan ya hüzünden koyamayayım ...Akış koştursun beni peşinde,nerdeyim dedirtsin,hey ben buraya çekiliyorum neresi olduğunu bilmiyorum ama gideceğim dedirtsin,tökezletsin gene gideceğim dedirtsin.Garip olsun yani...Garip hissetirsin,gariplikten ağlatsın ,gariplikten saçmalatsın,sırf gariplikten sevdirsin...Beni benden etsin özetle akış...

Göz kapaklarım ve beynim anlaşıp yazıyı durdurdular git sen diyorlar...git başkalarını gıcık et...gidiyim o zaman ben...gittim.

8 Aralık 2009 Salı

Bir Kurabi Bir İnsan...

Nevet dün gece yaptığım kurabilerle dolu bugünkü yazım,hatta yazı yok kurabi var.Her ne kadar yaparken hafif üşengeçlikten yüzleri gözleri kaysa da neşeli dakikalara vesile olduklarından pek güzel gözüktüler gözüme.Kimisi sade,kimisi çokodamlalı kurabilerime tarçınlı şeker de döktüm.Burası pasta börek bloguna döndü.En iyisi smileyli kurabilere ve yiyicilerine bırakayım sözü - üzerlerine bir kere tıklarsanız daha büyük ve keyifli gözükecektir-...



kurabi surat yarışması birincisi





kurabi surat yarışması bir buçuğuncusu



geri kalan tüm adaylar ikinci olmuştur...















kurabi yiyicilerine teşekkür ediyorum,ödülleri yakın zamanda öpücük cinsinden, yanaklarına gönderilecektir...

Bu sefer düşünce yok...

Anlaşılmaz olan ne?
Kelimelerin perdesini aralamadan onlar sana gözükür mü zannediyorsun?
Gizem söyleyenle mi çözülür ki,cevabı sorandan istiyorsun?
Karşındaki taş mı sanıyorsun ki hamlelerinle oynatmak istiyorsun?
Sen hayattan ne istediğini biliyor musun?
Tam şu an tam şu dakika kimi düşündüğünü söyleyebiliyor musun?
Çekindiğin bir şey mi var kaçıyorsun?
Kaçtıkların seni kovalar mı sanıyorsun?
Kaç kere konuşmaktan öldün de susuyorsun?
Sen ,sen neyi bekliyorsun
ve neden artık gelmiyorsun?


Daha fazla yorum yapmam gerekir mi?Sanmıyorum,satırlarım bazen düşünmeden çıkar ki bu da hislerimin hakim olduğunu gösterir ...bunun gibi durumlarda çıkan kelimeler klişe bile olsa umrumda olmuyor çünkü beni yazıyor içine,çünkü aklım devrede olmayınca çekinmiyor duygularım şarkı söylüyorlar bir nevi...

6 Aralık 2009 Pazar

Serendipity gerçek mi?Aborjinlerse zaten gerçek değil mi?

Tesadüf(Serendipity)...bu filmi daha evvel televizyonda izlemiştim aradan birkaç yıl geçti,sevdiğimi hatırlayıp buldum ve yeniden izledim.Her ne kadar eskisi kadar hoş bir şekilde izleyemesem de -çünkü mantık zincirinden kopmak gittikçe zorlaşıyor- ,böyle şeylerin olasılığını düşünmek bile güzel...Mesela bugünlerde hiç aklımda yokken kitaplığımda alıp,okumayı unuttuğum kolera günlerinde aşka başlayışımla -filmde sera'nın içine adını ve telefonunu yazıp,kader onları birleştirmek isterse onun eline geçer ,böylece ona ulaşabilir diye Jonathan'dan habersiz bir yerlere bıraktığı kitap- serendipity'i izlememin aynı ana denk gelmesinin altında birşeyler aramak isterdim.Sara kadar çılgın olup,bazen kaderin gerçekten bize işaretler yolladığına inanmak güzel olabilirdi.Hiç aklımdan geçmiyor mu peki,elbette geçiyor,bir yanım hala hayallerini sürdürmekte,benim umutsuzluklarımdan yer bulduğu ölçüde akıp gitmekte...

Her an her dakika bilmediğimiz şeyler olmakta,duymadığımız şeyler konuşulmakta,asla bilemeyeceğimiz düşünceler seli akmakta...Bazen yaşayıp görmekten başka çaremiz yok...Hayatımızın bir dönemi kameraya alınsa bütün bir bakışla, ne kadar çok ayrıntı gizli olduğunu ve bizim farkettiklerimizin ne kadar yetersiz kaldığını görürdük sanırım.Farkındalığımız ,hislerimiz,ön sezilerimiz el verdiğince elimizde kalan neyse onunla yetinmek zorundayız şimdilik...Şimdilik diyorum çünkü bunun ötesinin varolabildiği düşüncesi içimi rahatlatıyor.

Aborjinler geldi aklıma ,bir çift yürek diye bir kitap vardı ilk orada rastlamıştım bu insanlara.Ruhlarını o kadar serbest bırakıyorlardı ki,anlaşmaları için konuşmaya bile ihtiyaçları yoktu,en uzak mesafeden bile birbirlerinin dertlerini anlayabiliyorlardı...ya da gizemli bir şekilde tüm hastalıkları iyileşiyordu,birbirlerindeki enerjiyle ...bir antropolog aralarına dalıp yazmasa bunları bir kenara atardım belki de yazılanları,bu ancak masal olur derdim.Demek böyle şeyler gerçekten olabilir.Sonra düşündüm, o kadar ufak şeylerle kirletiyoruz ki ruhumuzu ve zihnimiz öylesine çöplüğe dönüşebiliyor ki bunu başarmak ancak erdemle olabilir...O erdemi bulmak,hımmm zordan biraz daha zor...hastalıklar yok,kendini anlatma derdi yok,huzursuzluklar,çelişkiler, kavgalar yok...Bunu düşünmek ondan da zor...

Umutsuzlukla bitmesin diye ekliyorum bu son satırları,biliyorum çünkü bazen en kötü sonuçları doğuran şeyin ardında kendini patlatmaya hazır düşünceler yatar.Hakim olmak gerek,beklemek gerek,beklerken karanlıktan kafayı kaldırmak gerek,yürümek ve yürümek gerek...

5 Aralık 2009 Cumartesi

KARA KALEM ÇALIŞMALARIM :2

Nevet bu da mini serginin ikincisi,teknolojik buhranlardan ötürü ancak yüklüyorum,diğer başlıktaki dileğim burada da geçerli...



Bir garip adam...




Nicholas



bir yavrucak...





gerçek bir Sahra...





girdaba yakalananlar...





masumsun...



çelist...



o sadece ibrik...



ürken bir melek...



ıslak...

Şimdilik bu kadar...Yarım kalmış ya da eskiz şeklinde olan çalışmaları yayınlamayı şimdilik uygun görmedim,eğer kara kalem nasıl çalışılır gibi bir başlık açmaya karar verirsem orada görebilirsiniz...

Lunatic Ay

Bu defterde sabit yerim olmayacak mı?Hep sayfa değiştirmek neden?Bir sayfanın içinde yaşamak mümkün değil mi?Öyle bir sayfaki içinde hapsolmak ,özgürlük olacak...Filozof olmayan Yalın'ın dediği gibi -ezgili bir şekilde- sorun ben demi anlamadııımm...Bu arada iki gün evvel gördüğüm ayın güzelliğini anlatmazsam içimde kalacak.Düzenli olarak gördüğüm o şey neden bu kadar hoş gözüktü gözüme diye düşünüyorum şimdi.Üzerindeki sis perdesi olmalıydı ama karamsarlıktan değildi,sanki gözleri dolmuş gibi ama hüzünden değil mutluluktan.Eski defter yaprakları rengindeydi,etrafı tonu gittikçe açılan bir lacivertti.Bir süre bakakaldım sokağın ortasında gökyüzüne ama veda ettim hemen,komşular -komşum yokki benim,annemin pencereden konuştuğu insanlar ya da konuşmadan da hakkınız da yorum hakkına sahip olanlar- görüp bu kız deli mi demesinler diye.Ne de olsa delilik kriterleri kitleden kitleye değişir...Neyse güzeldi ,ayın üstüne oturmak isterdim önceden,oradan insanlara bakacağım derdim ,şimdiyse ona bakmak istiyorum...

pufffffffffffffffffffffffffffffffffffffffffffffff ve ardından gelen koca of'lu bir iç çekiş içindeyim, tam şuan, tam burada.f'leri fazla yapınca sıkıntım daha mı fazla demek,sadece rahatlayabildiğim kadar yazayım istedim...Şu lunatic -dolares- ne kadar da uyuyor halime,tedirgin bir tınısı var,dolares'in yükselen sesi bile tam anlamıyla umut dolduramıyor içini şarkının,babam az evvel bir tartışma programında konuşan bir adam onun düşüncesine uyan bir şekilde konuştuğu için benim yerime konuşuyor demişti,şimdi de ben diyorum benim yerime söylüyor ,benim duygularım yerine sesindeki titreşimleri veriyor...Yalnız lunatic değilim ya da öyle olduğumağımı varsayıyorum,yok yok değilim,o mertebeye daha var...
Günün sorusuyla bitireyim mi: Neden?

çelişkiler,makarna ve renk doğrusu...

Aklımdan korkuyorum bazen çünkü o düşüncelerimi silaha dönüştürüp yönünü bana çeviriyor.Kendimden korkuyorum bazen çünkü beynim bedenimi etkisi altına alıp insanlara çeviriyor yönünü ve bu sefer korkması gereken ben değilim onlar...

Bu sözleri söyleten çelişkiden an içinde hoşnut olmasam da, sonradan kendini öylesine meşrulaştırıyor ki içimde özlüyorum...İnsan tek düze yaşamaktan bıkar zaten.Mutluluğunda bile monotonluğa gelemez,arada bir çelişkilere bulaşmak da normal ve olması gerektiği gibidir bu yüzden.İşte aklımız böyle zamanlarda alır eleği başlar ortaya çıkarmaya taşları.Sorgulama aşaması da işte bu işlemden sonra olur, taşların buradaki işlevi ne,bana ne kadar zarar verir,hatta onlar var mı gerçekten yoksa hayal gücüm mü yerleştirdi onları önlem olsun,set olsun bana diye...İşte böyle uzayıp giden sorular ,değerlendirmeler,ah ,of gibi iç çekişler yada heee,hımmm şeklinde farkına varışlar...Konunun fazla öznel olması hali vardır ya bir de .O zaman işler biraz daha karmaşıklaşır.Beyni bilgileri işleyen ve iki lobun içeriğinden yararlanıp,hesap kitap edip yorumlayarak çıkaran bir fabrika olarak düşünürsek,içine attığınız hamurdan makarna yapıp çıkarabilir ama attığınız şey zaten makarnaysa,yani o karışık yapıya baştan sahipse...Makarna, normalde bu yazıda ne işim var diye gelmeye çekindi ama sevdiğimden onu da dahil ettim .Neyse ne diyordum ,işimiz zor ya bazen,bu kısaca.Yine dikkatim dağıldı bakılmasın kusuruma ondan bu bitirişlerim pat diye.Müziğin etkisi de yüksek,dinlendirirken ,dağıtıyor da..Ve diğer düşüncelerin...

Umut ve umutsuzluk arasında ne kadar ince bir çizgi olduğunu farkettiniz değil mi?O alanda ara renkler ne kadar fazladır...Grinin ne çok tonu vardır aslında...Ve biz ne kadar çok tonda ne kadar çok şey yaşarız ve yaşamaktayız...İnsan olmak beyaza programlanmak gibi gelir bana.Tamamen siyah bile olsanız ve bu doğruda bir uç siyah bir uç beyazsa ,siz griye bile adım atmak istemez gözükseniz de ,yerimden memnunum deseniz de özünüz onu istemektedir hani...Ona ulaşamamak korkusuyla tutunmuştur zaten siyaha,hiç değilse ait olduğu bir yeri vardır çünkü...

Siyah güzel renktir bu arada...Asildir...Önceden tek tercihimdi...Şimdiyse aldatıyorum onu ,üzerine başka renkler kokluyorum...Yine de içi rahat olsun asla cart kırmızıya kaymayacak gönlüm...

Bu paragrafı tamamiyle kendime ayıracağım,sadece ben geçecek içinde,ve benim duygularım ...hatta dökeceğim içimi burada,içimden geçenleri anlatan tek noktalama işaretini koyarak kelimelere boğmadan beni anlatacağım bu paragrafta...

3 Aralık 2009 Perşembe

sen artık yazma ...

Bir hoş içim...Bulanık su kıvamında,düzenli aralıklarla içine taşlar atılmakta...Tam durulacakken bir taş daha...
Bazı şeylerin nedenini anlamazsınız sadece yaşar ve görürsünüz...Neden hissedilenler ve görülenler paralel gitmez peki...Birinden biri zahiridir...Bu korkutur ,zaten şüpheci olan insan henüz bilmedikleri için de görmedikleri için de korkar...Gelecek olan zamanın kavgasını eder içinde ...Bazen kaybeder,çöker,gider...Soru şu ben çöküyor muyum?Bildiğim şu, en iyi ihtimal aynı yerdeyim...
Neden yazılarımdan sıkılmaya başladım,neden yazamamaya başladım,bilmiyorum,bilmiyorum ve gittim...