30 Ekim 2013 Çarşamba

"Bana bir çay pişir. Bırakalım her şey kendi kendine düzene girsin. Bir şey kaybetmek korkusuyla yaşamayalım. Ne olacak endişesine kapılmayalım. Bırakalım zaman her şeyi halletsin. Bu söz bize korkunç gelmesin. Aynı ırmağa bir kere daha girelim. Acele etme, çay kendi kendine demlenir. ''Sen gideli neler oldu bak'' diyerek her şeyi bir çırpıda anlatmayalım: bu sağlık bozucu davranıştan kaçınalım. Hemen birbirimizi eksiltmeyelim. ''dur ıslanmışsın, sana kuru bir şeyler vereyim'' deme. Nasıl olsa kururum. Günlük yaşantıların küçük koşuşmaları içinde bunalmayalım, nefes nefese kalmayalım. İnsan kendini kaybediyor sonra. "

Oğuz Atay





19 Ekim 2013 Cumartesi

Çanak Ayten

Şarkılardan medet ummanın boşluğu içinde sürüklenirken dinlenilen tınıların etkisine kapılmanın insaniliği korkuturken gereksiz, aranılırken bir çekirdek kabuğu kadar ümit ve yanında dandik asidi kaçmış bir kola içilecek kadar  vakit, daha da garipleşir huzursuzluğun içinde çıldırmış gibi dolanarak ya da bazen öylece çöküp  yıllanmış gibi ya da üstüne basılmış ve ayak izi kalmış ama tekrar dönüştürülmeye hazır bir karton parçası gibi varlığı ve yokluğu arasındaki farkı hissettirmeyen bir  nesne gibi öylece kıpırdamadan gelecek ilk rüzgarı bekleyerek  ya da bir otomobil tekerleğinin daha izine alışarak, yağmuru yiyip buruş buruş olarak beklemek vardı ki, olsaydı bir çöp tankerinde en azından çok ama pis, aromalı bir kalabalıkta olmak yok ya da   etlerini bir kedinin midesinde bırakmış bir balık kılçığı olarak, en azından birinin karnını doyurmuş, bir diğerinin hayaleti olarak şimdilik o kedinin ağzında son tırtıklarının da kemirilmesini umarak , biraz da doğal gazı olmayan ama kömürlü sobaya alacak kömürü de olmayan bir evde üşümeyi unutan bir ev bitkisi gibi hissederek çiçek çıkarmayı bir sonraki mevsime devrederek, ev sahibesinin mutfağından gelen kemik çorbasının doygun ve çaresiz kokusu içinde , en azından suyun eksik olmadığı bu çatıda ölmeden ama yaşamayı da bilmeyerek geçen saniyelerin kıymetini unutup, şükretmeden bir saniyesi geçmeyen karşı camdan ona bakan selvi ağacına hayran olarak soluk almak vardı veyahut  kargaların içini boşaltacak ceviz taneleri aradığı bir balkonda kıdemli bir terlik olmak , hem mavi hem de dandik olmak vardı,basılırdı üstüne de etmezdi şikayet, arşınlarken genişçe balkonun  kirli taşlarını karşılaşırdı yine yuvalarına naylon parçaları taşıyan ve ve onu görünce korkan karıncaların telaşında  bulurdu bir parça mizahı da gururlanırdı elbet de
varken ruhu, görürken gözleri , taşırken acılı bir ümit ve sumaklı biraz sevinç ne farkederdi  yaşamak ha bir gazoz kapağı ha çekmeyen bir çanak anten olarak...

Kaktüs


KAHVESİNE BEYAZ

Açtı gözlerini , sabahı bir ekmek kokusu,
Kapattı tamamlanmamış düşünü ,
Bir parça peynir ve bir kaç buruşmuş zeytine,
Çay kaşığında gördü,
Yorulmuş göz bebeğinin aksini,
Çay kaşığı sordu,
Neydi düşünde gördüğü,
Hatırlamasa da sahibi, 
Anlattı göz bebekleri ,
Bir hayaldi ve serindi gülüşü,
Beyazdı bakışı ve lacivertti sözleri,
Her tınısı kadife ,kadifeydi  elleri,
Ona bakmak , beyazı bulmaktı,
Ondandır göremedi göremedi,
Suallerine cevap, ümidine kahve bakışı.
Hiç bilememişti ki o beyazın içinde,
Saklı sırlar cezve ,
Ve koyu bir telve her bir hece,
Her bir virgül  onun bakışında,
Uzun bir yolculuk gibi tatlı ,
Ve rahatsız bir tren vagonunda.
Çay kaşığı aldı nefes,
Yarı pişman sorduğuna,
Göz bebekleri mahcup,
Ve mahsun hissetti bir sızı,
Sahibi  koparırken ekmeğini,
İçmişti düşlerini demsiz çayında habersiz.
Çay kaşığı suskun, göz bebekleri suskun,
İzlediler acıyarak ,
Sahip suskun, beyaz bakışlar suskun.
Kalktı masadan ve yürüdü pencereye,
Tozdan perdesini açtı elleri,
Baktı bir bulut,
Şekilsiz ve beyaz,
Beyaz ve çok,
Çok ve özgür.
Karışmışken kanına demsiz,
Ve üstüne okunmuş düşü,
Kaybetti dengesini,
Kaybetti de buldu asıl ,
Hatırlayamadığı o beyaz bakışı.
Yarım kalan değildi düşü,
Sadece beyazdı her şey,
Her şeydi  beyaz.
Beyazdı bakışı,
Beyazdı bekleyiş.
Attı kendini sandalyesine,
Çekti nefes,
Bir huzurdu bulmak,
Yarım kalan o düşü,
Soluktu beyaz bakışlar,
Göstermese de kahvesini.
Kapattı gözlerini ,
Dinledi gözbebeklerini,
Daldı o beyaz bakışa,
Daldı derin,
Açmayacaktı belki asla, asla gözlerini...


Kaktüs



18 Ekim 2013 Cuma

ADSIZ BİR HUZUR

Kaosların şehrinde kaybetmişti adını.
Ne olduğunu anlamamıştı ya da nasıl.
Sorgulamıyordu da, olmuştu işte.
Adı yoktu artık.
Bu koca şehirde adsız kalmak ne demekti?
Islak ekimin ayazında paltosuz dolaştı ve isimsiz.
Üşüdü çokça , üşüdü bakırdan saçları .
Sığındı eskice bir Beyoğlu hanına.
Sıcacık bir çay yudumladı.
Çay ki boğazından geçen her damla ayrı parçasını ısıttı.
Çay ki verdi huzuru, çay ki getirdi tekrar kederi.
Zira hatırlattı ona, ismini çalanı.
Hatırladı da bir yudum çayda kaybetmişti adını.
Adsızdı soludu mübarek günün isini,
Açtı karnı pek, sürüyerek ayaklarını daldı güruhun içine,
Daldı bulduğu ilk kapıya,
Buraya daha evvel gelmiş miydi?
Oturup yerken ve ısınmaya çalışırken ,
Alıştı iyice adsızlığına,
Ve de bir çay daha geldi ,
Çiğ yeşil gözleri gülen çocuk ,
Alırken bomboş bardağı  ,
Baktı ,sustu adsızlığına.
O ise daldı  derin,sustu derin,
Kalktı , eyvallahını aldı yavaş,
Boğazında kalan son sıcağı ederken havaya hibe,
Şikayet etmedi artık kupkuru ayazdan,
Çarpıp da suçlayan bakışlardan,
Etmedi şikayet isimsizliğinden.
İsimsizliğe alışmaya başlamıştı da,
Ya çalanı nerede bulmalıydı?
Çalan memnun muydu ?
Var mıydı  haberi bırakmıştı birini adsız,
Bırakmıştı da bu mübarek günün hatrına,
Çaldığı ismin hatrına,
Taşıdığı ve çaldığı isimlerin hatrına,
Yok muydu verecek bir selamı,
Soracak halından ve af dileyecek,
Gözlerine bakarak,
Her bakışında  adından bir iz bırakacak yok muydu cesareti?
Bilmez miydi o ad çalan?
Yoksa bilip de utandırmak mıydı onda olan?
Bakarken nizami raylara,
Ürktü içinden gelen bütün bu seslere,
İstiyordu susturmak,iterken insanlar onu bir vagona,
Bitmeyen yeraltı tünelinde ,
Aslında orada olmayan tertemiz hava,
Bir kaç basamak uzaktı,
Ve uzaktı ondan ,
Uzaktı adı, uzaktı beklemek ve de zordu,
Bilinmezin adını koymak ama kendi adına kavuşamamak.
Zordu yaşamak şükürdü elbette zordu yine de adını çalandan,
Hala bir nefes medet ummak ve duymak,
O yine de kıymetli , gene de kıymetli sesinden adını,
Ve ermek tarifsiz huzur içinde,
Olmayarak bir hayal, bir uyku serabı,
Unutmak adsız geçen vakitlerin kefaretini,
Bilerek huzur,onunla huzur, o hep huzur...


Kaktüs











13 Ekim 2013 Pazar

ZâRINDA II



Bir suret ki okunmaz elifi,
Elif ki derin,
Derin ki öyle, öyle kalmak...
Kalmak ki güç...
O yer merhamet,
O yer göç,
Amma güç güç...
Elif ki Kaf,
Kaf ona yine de,
Yine de yaşamak,
Tutunamayarak elifin ta ucunda,
Tekinsiz...
Yine de bilerek,
Elif o elif....


Kaktüs

ZâRINDA...



Nazarında bir zerre olabilse,
Zerresine nazar etmek bir,
Olabilse zerresinde bir,
Ürker, ürker nazarından...
Bulut karardığında,
Hissedilmez gölgesi,
Gölgesiyse edemez nazar,
Nazar etmek gölgesine,
Bakmak gibi o kömür kömür buluta...
Nazarında olmak göğün tepesinde,
Mümkün mü karayken gölgesi,
Bulutken kara...
Kara güzel güzel fakat,
Var mı faidesi,
Karayken gölgesi...

Kaktüs





1 Ekim 2013 Salı

NARINDA II


Bencilliği kahrolası bencilliği söküp atmak ister,
Namümkün ...
Devam eder edepsizce,
Dursan ey dursan ey dursan ey...
Ay gibi öylece dursan dursan da ışık olsan...