23 Şubat 2010 Salı

gerçek kesit-flash tv 'deki değil canım yanlış anladın sen

Geçen bir kedi gördüm.Bir tatlıydı,bir tatlıydı,ölüyorum sandım.Yok canım ne ölmesi kedi işte ama tatlıydı.Ondan bağımsız peşisıra iki tane siyah kedi gördüm,ödü koptu batıl olmayacağım ama gidin uleyn şurdan diye bağıran aklımın.Sonra falımı okudum,cebimde kalmış çilekli falım sakızından gene iyi saçmalamışlar,bunlara kalsa dünyadaki milyar kıza milyar prens izdiham halince dört nala koşarken,mutlu yuvalar diyarındaki mutluluktan göz gözü görmüyor sayın seyirciler diye aklımdan geçirdim.Sonra tepemde konuşan bir insana ey insanoğlu ,yok ey sıkıcı konuşma sertifikasını altın yıldıza boyamış elçi dedim var git yoluna da beynim accık dinlensin dedim,dedim ama içimden,kaba olmamaya çalışıyorum çünkü ...en azından olabildiğince.Neyse işte otobüste bir tıklım tıkış o gün hey mübarek İstanbul bu otobüste yaşıyor sanırsın,bir kadın dayanışmasıdır aldı otobüsün girişe yakın kovuğunu tıkışıklığa tıkışıklık katan ve bundan hiç rahatsız olmayan erkek nüfusunun eziciliğinde...saatime gerekli -gereksiz baktım arada,askerim yeşil -siyah rengini ve bağırsaklarını yarı transparan gösteren yapısını pek sevdiğimden...sonra kafama biri dank diye bir balyoz indirdi sandıydım da meğer kolunu üç yüz altmış derece çevirmeye çalışırken, otuz dereceden fazlasını faturaya yazan alanı sonradan farkeden ,bir özür bakışını sezdiğim kadını gördüm.Sonra,sonrası şimdilik yok hadi iyi geceler bu gecenin son satırı olsun artık...

Geçen bir kedi gördüm.Bir tatlıydı,bir tatlıydı,ölüyorum sandım.Yok canım ne ölmesi kedi işte ama tatlıydı.Ama öldürmeyen tatlılık

İstanbul'dan bahsedecekken hem köşesinden, hemde aklından sıyıran yazı

garip şahıs diye bir şey yoktur sadece bazı larıdaha fazla anlaşılmayı gerektirir gibi bi cümle gördüm sevgili Robbins'in kitabında pek bir hoşuma gitti,bu adam garipleri,garip diye etiketlemiyor hakkaten de.... gerçi karakterlerinden de anlamak mümkün, her gün karşılaştığımız tiplerden bahsediyormuş gibi anlatması yok mu,hem illet ediyor hem sevdiriyor...Keşke hayatta da böyle bakılsa değil mi?Cins diye kimse kenara atılmasa,kabuklarına çekilenler ,kozasını yarı aralık bırakıp arada aydınlığa çıkabilseler böylece...Herkesin bir umudu olsa ama kocamanından,bitmeyeninden,bazen seni yitirmeyeninden...Var mı zaten?Varsa iyi canım ,öylesine söyledim,evrensel bir dilek olsun diye...Ne garip,kulağımdaki müziğin bazen cızırtı bazen de dalınası bir şey gibi gelmesi,algı meselesi de var.Heh bundan bahsedeyim,çevremizde bilmem kaç tane uyarıcı olmasından ve bizim isteyerek-istemeyerek bunlardan bir kısmına karşı tamamen ya da kısmen duyarsız veya hakim oluşumuzdan...Böyle bir dünyanın,böylesi İstanbul'unda ,merkezle her şekilde bağlantılı olabilecek şekildeki yaşantısında ne çok şeyle karşılaşıyoruz,ne çok şey görüyoruz,ne çok şey karşısında otobüs camında yapışık ,pervasızca uyur gibi bir tavıra girişiyoruz...Bunu yaptığımız yarı bilinç düzleminde, -tam blinç halininin ancak bir dağ kovuğunda yaşamayı seçerek mümkün olduğunu düşünür oldum da- görmeyi seçtiğimiz şeylerin kaçı işe yarar... Ya da bilmem kaç tanesi boş işten yapmayı seçip günümüze sığdırdığımız şeylerden...Tamam ,tamam bu kadar genelleme biraz fazla,dolu şeyler yapanlar,dolu şeyleri daha fazla seçenler de var tamam.Bu kadarı bilimselliğe ihanet değil bıkkınlığın armağanı sayılıp mazur görülmeli...Ne diyorduk,İstanbul yaptı bizi böyle diyelim mi geri kalan Türkiye'yi şimdilik ve kötü niyetli olmayan sebeplerden dışarda bırakarak...Diyelim bence de...İstanbul...Senin üzerine yazılacak hiç bir şey var ve bu hiç bir şey her şeyi de kapsayan kocamanlıkta o yüzden sana özel bir başlık yaraşır şimdi git bakıyım buradan tıpış tıpış,he şöle biz insanları konuşuyoruz.Oradan oraya koşuşan ,evdeki iki tıngırdatıp eğlenme vakitlerini bile işlerine adayanlardan ,sivilceleriyle boğuşup öss'nin sonsuz mantıklılığındaki yarışında depar atmak isterken gözünü çerçeveli cama hapsedip ,beyninin muslukları kirli su akıtanlardan,muhteşem üniversite kapısından damsız girebildik diye sevincinden tek göz odasında bilmem kaç şişeyle sızıp kalıp ,sevgili özgürlüklerini fondibine kadar yaşayıp hiç bir halttan eksik kalmayan ahlak timsali kişiliklerden, yüzüne yaptığı badanaya ya da vücudunun dış cephe kaplamasına ayırdığı bütçeden bizim oralara yol olacaklardan , otobüste ,kahvede,durakta,bakkalda -çakkalda,kuyrukta,sokakta buldularsa her nerede siyasetin,sporun,haberin anladıkları ,pek çok sıkıntının yaşadıkları kısmından her fırsatta ahkâm kesen ya da vardır bi bildiği amcalardan, küçüçük boylarına sığmayan teknoloji alıcılığındaki yetkinliğe şaşıp kaldığımız oyun hastası, hastalıklı hastalarımızdan , eli çamaşır suyu kokan,hijyeni sevdiğinden değil içinden çıkamadığından çırpınıp duran ,ya sabır dileyen akşama ne pişiriyimcilerden, den den den -diye uzayıp giden-...işte tüm bunlardan bahsedebiliriz ya da akşam akşam ne kafamı boğucam deyip burada kesebiliriz ,hatta yapalım bunu gerçekten ,bilmem kaç saatlik yolu kaç yüzüncü defa aşmışken,pat diye düşüp uyuyabilecek haldeyken,nefis kitabıma doyamadan sabahın meşguliyetleri getirecek yüzüne şap diye bir öpücük konduracakken ne gerek var bunları konuşmaya değil mi?Yo ciddi değilim ama naciddi de değilim...Derken tavana parlasın diye aldığım plastik parçaların parlamadığını ,onların kemik renginden olanlarını alırsam belki parlayacağını öğrendim ,tavanımda parlamayan yıldızlar sürüsü yapıştırılıyken ve geçen gece ay dedesi kafama düşüp de rüyadayım kardeşim deyip de hissetmezken....gözlerim minicik damar yolu ağlarını kırmızıca örmeye başlamışken gitmek isterim ama saate kayınca gözüm tavuk musun bre pehlivan derim,kanlı savaşçımı ,kansız tavuk mı olayım?Buldum kansız savaşçı olucam nasıl mı?yazımı bitiricem ama uyumak için değil bitirmek istediğim için,bitti,tıp.

20 Şubat 2010 Cumartesi

ruhun tükürüğünü mukaddes sayan akıl var ya ona ,ona tükürmek gerek...
ne diye şaşarsın? beşerliğine sığındığında geri mi kalır boynuzların?
sen mükemmel insan ,bazen ne boşsun ve de satırların ne kadar nahoş...

hain

gözümden akmış kalemin karalığı mahvetmiş utançtan kızarmış yüzümü,
saçlarım harpte, bakılmayası, omzun kavisinde...
kokusu başka dünyadan...
ürkek ten ne sıcak ve tüm bunlar ne kahrolasıcalar...

çoluk çocuklu yazılara merhaba

büyüdük dedin ya ,hani bende evet demiştim,
hah ha yok be arkadaşım naptın çocuğuz hala baksana,
biz hala bir şeylere çocuğuz.
biz hala aç karnına en sevdiği çikolatayı yiyen veletleriz...
bizim kalbimizin gözü miyoptur,
anahtarını yuttuğumuz ince bağırsaktan geçerken ki acıda vardır ancak...
moruna hayran siyahını giyen çocuğuz biz,
yeşil ayakkabılarımızın bağcıklarına basar düşeriz...
uf oluruz,af dilemeyi bilir , somurtarak küfrettiğimizi sanırız...


arkadaşım söylesene biz çocuksak onlar kim?
çocukluğumuza niye acımıyorlar arkadaşım?
arkadaşım bir şey söyle nolur?
ağlasın mı çocuklar yoksa ?
ağlarsam gerçek olur muyum,ağlarsam gerçekleşir miyim ki?
çocuğum evet, inandım da elalemin çocuğundan banane
neden yanaşsın benim elimdeki küflü şekere...
arkadaşım biz yaşlı çocuklar olalım mı ?
yaşı büyük çocuk demek ama hala masum...


Çocuk kelimesini öyle severim ki,farkında olmadan üçüncü seferdir çocukla gidiyor yazı aklım daha da gidecek belli bıkılmasın,bıkılırsa hiç okunmasın...Bu yazı da burada bitsin...

Yalan çocuk

Doğruları inkar etmiyordu ama onları bulamamıştı ki,
Gördüğü tek şey düzmeceydi...
O bir iskambil kulesinde ,tek ayak yalan söylerdi
İftira ne masumdu ,günahsızların sözüydü o
Buradaki çirkinliklerin yanında…
Onu ne çok seven vardı kim bilir?
Beni bir sevseydi yalan çocuk,yalandan dokunsaydı yanağıma
Sonra yalan olsaydı,
Yalandan yanan dilimle kurtulsaydım,
Yalan çocuğun kederinden…

Batık çocuk

Batmıştı çünkü hiç karada olmamıştı
Karanın kuru rahatlığı onun ayaklarına batıyordu
Dipteydi çünkü en iyi bildiği yer orasıydı…
Konuşmuyordu orda,
En içten sözcükleri ,titreşim hallerinden önce kaybediyordu…
Balık zihninin file evrimi hiç bu kadar kolay olmamıştı…
Buradaki suların tadı ;tuz, ana kucağı; gözdü…
Batık çocuk aslında batmayı hiç istememişti
Sadece yürümeyi öğrenmek ona henüz nasip olmamıştı…

16 Şubat 2010 Salı

Yalnızlıktan korkmayın desem yalan,ne desem yalan

Yalnızlıktan neden korkuyoruz?Neden tam kendimizle baş başa kaldığımız anda tedirgin oluyoruz?Vicdan ,geçmiş saçakları,günün yargıları vs vs hepsi bu zamanlarda hücum ediyor değil mi?Yalnız kalmak istiyorum der ya filmlerde ergen kız ya da erkeğimiz ailesinin yüzüne kapı çarpar vs…Biraz büyüdüğümüzde ise kapıyı açar ve neden yalnız bırakıyorsun beni diye bağırmaya başlarız…Yalnızlık hep korkutur bizi…Kelimesine bayılırız bizimdir ,bize hastır,hoştur… mecburiyet değil seçim olması durumunda çekilesidir yalnızlığın içinde olmak….yalnız birini gördüğümüzde empati yapamayız ,eğer tam o an biz de yalnızsak onu anlarız,arkadaşım yalnız gözüküyorsun demeyiz kimseye daha da sarılırız yalnızlığımızdan uzak tutan insanlara ve şeylere,hastalık gibidir o an gözümüzde yalnız insan, suratımızı başka yöne çeviririz aman bize de bulaşır…Bir an gelir etrafımızda kimsecikler yoktur, o zaman da o aynı şeyi yapar ,yalnızlıklarımızın intikamını böylece alırız …bilmem ne bookta 500 tane arkadaşın varsa da yalnızsın,mesajların bilmem kaç tane geliyorsa da …Yalnızlık dibinde bekler çünkü ona arkadaş olanlar çıkar mı çıkar elbet ama biz onunla arkadaş olmayı öğrenmediğimiz sürece düşmanımız olur,katilimiz olur,olur da olur…Yalnızlık ürkütücüdür çünkü gerçekleri ört pas etmek zordur ,dalgasını da geçemezsin tek başına ,yokmuş gibi de davranamazsın,düşünmek zorundasın ve hesaplaşmak her şeyle…Düşünmek güzel gelir ama yalnızken savaşmak gibidir,eninde sonunda birkaç ölü yaralı çıkar ,çizikler nişanesi olurken, suratımız bayram yerine dönerken savaş bir dost sesiyle biter tüm bunlar,sevgilinin hayali kurtaramamışken daha evvel...Kafamızdan gelen seslerin tümünü ciddiye aldığımız an durum tehlikelileşir zira bilincin sıcak fırınına henüz gelmiş düşünceler hamdır ve kaçı doğru kaçı eksik belirsizdir…Bu zamansa yalnızlığa dahildir… uzatmayayım…diyeceğim yalnızlığı ne sevgili edinin ne düşman…yaşayıp gidin işte…

14 Şubat 2010 Pazar

BEYAZ HIRKA ...

Üstündeki ince gri kazağı bile yük gibiydi.Gıcırdayan sandalyesinden kalktı ve pencereden yukarı baktı.Hava oldukça soğuktu,bedeniyse bunu pek az hissedebiliyordu.Masada duran sigara paketini aldı ve portmantodan soluk parkesini giydi.Kapıyı çarparak apartmana fırladı.Merdivenler ne kadar dikti bugün ve ne kadar fazla…Sokağa çıktığında havayı patlayıncaya dek ciğerlerine çekti.Bir sigara çıkardı paketinden ,üstünü aradı ama ne kibrit ne çakmak.Sinirlice yere attı elinden sigarayı.Saat epeyce geç olmalıydı.Köpekler bile ortalıkta gözükmüyordu gerçi kendini onlardan farklı hissetmiyordu ya…Sokak lambaları olmasa ,sokağın ölüden farkı yoktu.Kaldırıma yığıldı ve yere dikti donuk gözlerini ,önünde duran su birikintisinde gördü yüzünü.Belki iki,belki üç gündür uyuduğunu hatırlamıyordu,hoş ,uyumak ve kalkmamak tek isteği olurdu şu anda.Ne kadar da berbat görünüyordu,çoktandır tıraş olmuyordu,saçları ise seyrekleşmiş.düşünmeye çalıştı ama beyni zonkluyordu.O sırada bir araç geçti su birikintisinin üstünden ,bulanık su da yüzü de kayboldu…Üstü ıslanmıştı,yağmur vardı galiba evet evet gök gürültüsü de geç kalmamıştı.Yerinden kalktı ve yalpalaya yalpalaya yürümeye başladı.Darmadağın siyah saçları yağmurla parlıyordu.Neden bişi hissetmiyordu peki?Oysa günlerdir neler…Saçma…Neydi?Aklı oyun peşinde miydi yine?Silinmiş olamazdı…Soğuktan kararmış ellerini cebine soktuğunda bir kağıt parçası fark etti.Çıkardı.Bedenini ateş kapladı hızla.Sol tarafındaki parça nesnelikten çıkmış bedenini yakar olmuştu.Nefes almak neden zordu?Üzerinde üç kelime bulunan kağıdı havada savurdu.O üç kelime;‘’kendine iyi bak’’ tı …Ne diye yazmıştı ki bunu?Vicdan muhasebesi sırasından dökülen kelimeler miydi bunlar?O kendine iyi baksın ki gözüm arkada kalmasın mı demek istemişti?Gerçi şu an ona bu iyiliği yapmaya kuvveti de yoktu…Belki çok düşünmüş sonunda bunlar kalmıştı kaleminde ; ‘’kendine iyi bak’’…Hayatından sonsuza kadar çekip gidiyorum.Hiç bir an ,hiçbir saniye bulamayacaksın beni yanında o yüzden;‘’kendine iyi bak’’…Gitem hayatını sarsacak biliyorum,yapayalnız bırakacağım seni ama ‘’kendine iyi bak’’…Beni arama,sorma,merak etme hiç,sen ,kendine iyi bak önce…Ben bu cümleyle olmadığını düşündüğün vicdanımı rahatlatıyorum ‘’kendine iyi bak…Ben yoluma bakacağım sen de ‘’kendine iyi bak’’…Belki daha fazlasını sığdırmak istedin bu azınlık kelimelere ama…Aklından tüm bunlar geçerken sırılsıklam olduğunu fark etti.Nedenini bilmeden karşıya geçmek istedi .O anda geçen taksiyi duymamıştı bile .Tam çarpmak üzereyken durmuştu şoför ama küfrü de basmıştı camdan…O’ysa duyularını çoktan yitirmişti.Önündeki banka yığıldı ve ufku seyretti.Gözlerini açtığından gün yeni doğuyordu.Kımıldamaya çalıştı ve düşünmeye…Hatırlayabildi,uyuyabilmişti bank köşesinde de olsa.Sahil 20-30 metre ilerdeydi.Denizin onu çağıran bir sesi vardı.Hızlı adımlarla yanaştı ona.Kendini bıraksa…Suyla bir olsa…Bu boş yığını o bile istemezdi ki…Ses,bir ses vardı hayır kesin yanılsamaydı,ortalıkta kimse yok gibiydi.Hayal olsa bu kadar gerçekçi olmazdı.Arkasına baktı.Yok.Sağda evet biraz ilerde biri vardı.Sese kulak verdi.Ağlıyordu ses.Dizlerinin üstüne kapaklanmış ,bembeyaz hırkası ve elbisesiyle…Daha da yaklaştı.Kız adımlarını duymuş olmalıydı ki hıçkırıkları seyrekleşti.Yavaşça başını kaldırdı ,sureti beni rahat bırak der gibiydi.O ise ne yaptığını zaten bilmiyordu.Bankın diğer ucuna oturdu aldırmadan.Ağlamaktan kızarmış gözlerini kırpıştırdı ve neden gitmediğini anlamadığı yabancıya baktı kız,yabancı da kıza…Ne oluyor?Zaman nereye kaybolmuştu?Sanki bir hikaye anlatmaya başlamıştı,kendilerinden habersiz gözleri…Bir an bu kıza ne kadar benzediğini düşündü.Parlayan yuvarlaklardan hayal kırıklıklarını,yalnızlığını,ürkekliğini okuyabiliyordu.Ağlaması da kesilmişti.Yavaşça kızın yüzüne düşen bir tutam saça dokundu ve yana itti.Kız irkilmemiş,geri çekilmemişti.Ne kadar da masumdu.Dün gece her yerini ıslatan su taneciklerinden farksız…Saatlerce izlese…Genç adam ,kapalı duran bir kitabın sayfalarına dokunmaya başlamıştı sanki…Yakın ,çok yakındı ona…Bakışları durmadı…Durduramadı…Neden sonra acıktığını fark etti.Günlerdir ilk defa bir şey yemek istiyordu.Önce kenarda duran simitçiye baktı,sonra cebindeki bozukluklara .Pek de parası yoktu cebinde.Tek bir simit aldı ve yerine oturdu.İkiye böldü elindekini ve kıza uzattı.Karınlarını doyurmayacak büyüklükteki simit ,içlerini ısıtmıştı.İkisinden de ses çıkmadı.Konuşsa her şey biter gibiydi…Kız hafifçe yerinden kalktı çok geçmeden ve yürümeye başladı.Kıza dur demedi,hiçbir şey demedi…Sadece gidişini izledi.Bir yabancıydı işte…Öyle miydi?Oysa bir şeylere dokunmuştu…Sanki bu kız bakışlarıyla seni anlıyorum demişti,kırgın hislerimi izleyebilir,sessizliğimi,karanlığımı paylaşabilirsin demişti…Ama gitmişti işte…Arkasına bakmış mıydı?Niye baksın ki?Kafasını neden meşgul ediyordu bunlar?Günlerdi üstünde duran demir yığını hafiflemişti…Beyni birkaç saatlik zaman dilimini fazla irdeliyordu belki.Ama yalnız hissetmiyordu.Garip…Yaşıyordu…Yaşamak istiyordu…Saatlerce sahili turladı,martılara mırıldandı .Yoruldu ve…Uyandığında gece yarısıydı irkildi birden…Ne?Nasıl?Rüya mı görmüştü yoksa?Hayal?Off off gerçek olamazdı zaten,gerçek olamayacak kadar güzeldi ve güzellikler onu hiç bulmamıştı,bulamazdı da .Önce hiddetlendi hayat,kendine sonra hüzünlendi,gözyaşlarını serbest bıraktı ta ki üzerine örtülmüş beyaz hırkayı fark edinceye kadar…
2007’nin hatırlamadığım bir gecesinde ,oldukça ümitsiz dakikalarda yazılmıştı,aylar sonra yeniden karşılaşınca bu satırlarla kahveli pastama aroma katayım istedim,benim ürkek hikayeme bir merhaba der misiniz?Teşekkürler...

11 Şubat 2010 Perşembe

Bu anam için,şu babam için,o elalem için,peki nerede benim için?

Anneme ne olursam olayım bir gün yazar olacağım dedim…Ses çıkarmadı ,sonuçta bir meslek edindikten sonra olacak olması bunu konuşmaya değmez kılıyordu zira yazarlığı ana mesleğim saysam beni caydırmaya çalışırdı.Para nasıl kazanacaksın kızım derdi,seni tanıyacaklar da ,okuyacaklar da…Haklısın anne,içimden ilk gelen şeyi olsam hüsrana uğrardım…Ressam olmak istesem de bu olurdu,mütevazi bir fotoğrafçı da…Onları parası olanlar mı olur anne?Para kaygısı olmayanlar istediği her mesleği yapabilir mi?Ama anne onlar kazanıyor asıl parayı o zaman benim seçimim ne işe yaradı ki?Para her zaman aynı alanda dönecek onu mu demek istiyorsun anne?Para delisi olduğumu sanma anne kızını tanırsın,ilk amacım seni bir nebze daha mutlu etmek olurdu…Senin yaşadığın şu erklik mevzundan ötürü çektiğin sıkıntıya ,su serpmek olurdu,sana bir yardımcı alsam kızar mıydın anne? Şimdi almaya zaten gücüm yok ki anne,kendime zor yetiyorum.Sana bir çift çorap alınca kendimi mutlu hissediyorum biliyor musun anne?Babam eskiden sana sürekli hediye alırmış,gerçi o zaman hediye denilen şeyler mecburi ihtiyaçlarmış ama olsun ,ben onu da yapamıyorum dimi anne?Sana ev alıcam,hani filmlerde derler ya anacım sana bir gün ev alıcam diye,ev alınır be anne tek endişem yüzünü daha yıllarca görebilecek miyim?Allah sınamak için böyle bir yolu seçerse ben naparım anne?Çok mu acıklı oldu tamam anne biliyorum bir yere gitmiyorsun ama ama işte aklımdan geçiyor bazen…Anne ben istediğim şeyi olayım mı olmayayım mı?Mesela seni bırakıp uzak diyarlarda ilim alayım mı?İyiliğimi istersin ama bunu istemiyorsun diymi anne,benden uzak olma da naparsan yap kızım diyorsun değil mi?Ama her napıyorsan boğazın geçinsin…Biliyorum anne,benim de kaygılarım var,bana da bunları aşıladılar,devlete gir refaha kavuş dediler ….Asgari ücreti biraz geçen maaşla dünyalar benim olurmuş,doğru mu bu anne?Tatillerim olurmuş,çalışma saatim belli olurmuş,yani hapisliğimin sınırları belliymiş ne kadar mutluluk verici diymi anne?Ne giyineceğimi,neye bineceğimi bile onlar belirleyecek olsun diymi anne?Senin için böylesi bile cennet diymi anne?Sana fırsat vermemişlerdi sahi…Dedem,canım dedem huzur içinde yatsın ama seni okuldan almıştı diymi anne?Biliyorum annecim en azından ben yapayım istiyorsun…Kuşkun olmasın da ben ne olacağım anne?Okuyorum,okumayı seviyorum ama ne olacağım?İstediğim şey olamayacak mıyım anne?Memur olursam beni daha mı çok severdin anne?Ayrıca doktor olmadığım için beni bağışla anne,biliyorsun hiç sevemedim o mesleği,en başından belliydi …Yine de sırf seni gururlandırmak için olsam nasıl olurdu diye düşünüyorum anne…İnan düşünüyorum…Ama artık geç be anne,bak okulum bitiyor,bir yenisi başlayacak…Anne ,biliyor musun yazarken sana her şeyi söyleyebiliyorum,yüzüne bakarken içim ezilecek şeyleri de….Biliyorum bana hiç kızmazsın,odamın dağınıklığı dışında laf ettiğin şey az be anne biliyorum….Sadece bilirsin işte her şey söylenmez…Bir de sen hiç kırıldığını belli etmiyorsun ya,ondan da korkuyorum.Ya içerlersen bana gizlice…O bile zor biliyorum ,anne niye bu kadar iyisin kendimi kötü hissediyorum,eziliyorum iyiliğinde…Birazcık kötü ol bari,bak sen konduramıyorsun ama ben neler konduruyorum kendime,başkalarına…İşte bu yüzden kıyamıyorum,bu yüzden karşı çıkamıyorum sana,bu yüzden senin istediğin gibi bir meslekte olacağım anne…Üzülme belki bir gün tüm endişeler bir kenara kalkar,Türkiye başka bir yer olur ve bende orada gerçekten yaşarım anne…Sen üzülme tamam mı?Bu kadar söz yeter diymi anne o zaman sustum…

6 Şubat 2010 Cumartesi

Köpüğü parmaklasakta mı yesek sarımsaklamasakta mı Galata sırık fasülyesi kalır ?


Cappucinonun köpüğü parmak daldırılıp yalanır ,dışarıdaysanız da kaşıkla.Çünkü köpüğü kibarlığınızdan orada bırakırsanız ,yüzde sekseni biten kahveyle dibe çöker ve ulaşamayacağınız şekilde yapışır kalır.
Mesela kupamın boyutu,parmak boyumun bir buçuk katı ve eğer köpüğü baştan almazsam yarıya geldiğinde şansımı zaten kaybetmiş oluyorum ki ,kaybettim işte yazıya daldım derken.Neyse ne diyorduk,geçen gittiğimiz bir yerde köpüğün üzerine kahve atmışlar,tamam görüntü pek hoş da bu kadar zifiri bir tat görmedim .
Kimisi filtre kahve severim der.Neymiş efenim biri sorduğunda filtre kahve severim diyecekmişiz,şöyle çekilmiş çekirdeklerden falan da bahsedin ki sükseniz artsın olur aa oluşmazsa.Çekirdekler ortası yarık yarık görüntü fevkalade ,tadı buruktan buruk.Hikayesi hoş,tadı aşina ama bıkılmamış henüz…Neydi Galata yakından bir halta daha az benziyor,öyle yerden bitmiş dev gibi ama uzaktan asimetrik bir uyumu var yanındaki cücelerle,ekranda görünce aklıma geldi de…Her neyse kafa dağınıklığı bu yazıyı damar tıkanıklığından muzdarip kötü kolesterole sürükler ki bu da okuyucuyu tahtalı,suntalı köylere yanaştırır ve bunu istemeyiz...Nelveda...

TERLİKSİ DAKİKALAR

Terliksi günlerin,terliksiz insanları nereye koşturmaktadır bilir misiniz?Terliklerini aramaya mı?Hayııır,aşkı bulmaya...Amaçları budur da ulaştıkları yer hep değişir.İnsanlar yalın ayak çıkar gönül susuzluğunu dindirmeye...Öyle ya da böyle seferden döndüklerinde ayakları ya kesik ve taze ya da nasır ve ölü bulunur.Nasır olması bir nebze iyidir sanki..Terlik yaparlar belki onu korusun diye..Ama ya kesikli olan ,her adım attığındayırtığın fazlalaşıp daha fazla kan akıtan ,sinir uçlarının çektiği acıyı her seferinde daha fazla hisseden ne olucak?Ya bir daha ki sefere çorak bir yer seçerse ayacıklar?
Akılsız başın kuklası ayaklar,bilinmez,kestirilemez yollara elbet gene kayacaktır .Talihleri ve kaderin boyunduruksuz boyunduruğu onu ne tarafa yatırmak isteyecek de çiçek tarlasına düşeceğiz...
Çorabımdan göremediğim ama yüzüne de hasret kalmadığım ayacıklarım,ayacıklarım deyince beni daha bir şeker gözüktürdüğünü sandığım ayaklarım yorganın altında ne rahatlar...Öyleyse yürümek niye?Niyesi var mı?Gönül rahatsız olmak ister ,yok yok açık açık kanamak ister...

Mahsun kediler çıkmazında...

Mahsun kediler gibi sobanın yanına ilişmissin,böyle dedi annem,ben koca odada kalorifer peteği ile koltuk arasında kalan yer boşluğunda altımdaki ince bir örtü almış otururken...En güzel özelliği o köşenin ,kapıdan bakıldığında kimseyi göstermemesi ve ismim çığrılırken yanı başımda ,sessiz kalmanın anlam ifade etmesi...İyi ,güzel de bir de uyku getirmesi var ...önce vücudun sağa doğru kaykılmalarla mayışır,ardından başa en yakın sert şeye doğru yumuşak bir iniş yapılır,yaslanılır ve gözlerin yarı aralık sessiz direnişinin kâr etmediğini görünce teslim olur,ya sıcak kanlı ve sıcak sulu petek ya da koltuk başı senle bir olmaktan mutlu mesud uyandırmaya yeltenmez ve dalar gidersin...Allahtan uykuyla kenardan sarkan ayaklar ele verir de iki büklüm uyanmak yerine gece gizli bir göz yaşatılmış biçimde kendi yatağında uyanırsın...Neyse sonuçta güzel,mahsun kedi barınağı evet bu olsun ismi...Yalnız bir kedi alır,tonajınız fazla ise rica ederim yaklaşmayınız panosu ise uçan harflerle havada salınır...Köşe ,köşem,köşeler hoştur,barındırır insanı ,barınıldığını zannettirir,bazen gizli kalkanla koruduğunu ...sandırır işte...

3 Şubat 2010 Çarşamba

gerçek gibi geldi belki öyle aklımdan geçti...

Babam,annem ve ben ses çıkarmadan çayın kaydırıcı etkisiyle ekmeği boğazımızdan aşırıyorduk.Birbirimizin yüzüne bakmıyorduk.Önümüzdeki peynir tabağında üç parça vardı ve her birimiz aynı anda ayrı parçalara uzanmış,bunu yaparken sadece tabağa bakmıştık.Anlaşılan yıllar içinde birbirlerinin başına kalacak üç kandaş hafiften kanlıydık bugün ya da kinliydik dünden kalıp bugünü kokutan çöplüğe...Sesimiz içimizde yankılanıp,kalp duvarlarına çarpıp geri dönmüş olmalıydı ki hafif sancılı gururdan biraz da isyanın inancı zayıflatan süngüsünden kaçınmak için susuyorduk...Görünürde olmayan derdimiz ya da dertlerimizi altımızdaki sandalyelerin muşamba kaplı süngerlerini bir demirin rahatsızlığında ve soğukluğunda tutuyordu.Her sabah içtiğimiz çay bu sabah daha bir ziftti.Bu mecburi ,insani merasini ilk sonlandıran her zamanki gibi babamdı,o her şeyi hızlı yapardı kahvaltısı gibi...Çarpan kapı sesinden on saniye evvel mutlaka kapı eşiğinde bulunurdum ki bir mutluluk fotoğrafının kötü kopyası gibi babamı uğurlayayım diye...ama içimden gelmedi,gelmedi bugün...Annemi kendisini hapseden mutfağında yalnız bırakırken bir yanım sızlıyor diğer yanım eline bir kitap alıp bu dünyadan uzaklaşmak için çıngar çıkartıyordu hafif çaplı.Kitabına kavuşunca mırıltısı dinen o diğer yanım uyanınca biliyorum ne var ne yok masada dağıtacaktı ve duvarlarımı çırmıklayıp içimi sarmalayan zarı kanatacaktı ufak ufak...Yaşıyoruz,yaşadığımız ana bakacağız diye çırpınıp duruyoruz,çırpınacağız,çırpınacağımlar...