30 Kasım 2009 Pazartesi

kısa yazı

Bir ağırlık çöktü yine...
Çizgilerim oluşmamış henüz ne garip olsaydı daha da derinleşirlerdi şimdi
Ruhunuzun hantallaştığını hissettiniz mi hiç?
Yavaşça sırtının kamburlaştığını ,vücudunuzu da kilitlediğini...
Evet,zordur böyle zamanlar,
Aşılanamayan ruhun hastalığıdır belki de...

İşte bu satırları yazarken aniden bıraktım...Satırlar devam etmiyorsa susmalı insan,sonra saçmalanıyor kendimden biliyorum,el bıraktıysa yazmayı diretmeyeceksin.
Şu benim vurgunu olduğum 'one last goodbye'ın sözlerine baktım yine ,nasıl sözlerdir onlar ,etkilenmemek namümkün müzikle birleşince...Nerden mi çıktı şimdi bu ,bilmem geldi öyle aklıma işte...Bir de az canım sıkıldı,neden mi bilmem öylesine işte...Bu yazı kısa kesilsin mi?Evet sesini duyar gibiyim.Pekala ...bitti.

29 Kasım 2009 Pazar

Evren ağır mı işitir?

Evrenin kulakları sağır mıııı!!? Diye bağırmıştım geçenlerde...Bu soruya bazen diye yanıt verdim sonra , belki de her zaman duyması iyi olmazdı...Şu düzen ,denge ve bilgimizin üstündeki kader meselesinin işleyişi açısından yani...Yine de şikayetçi olmaya hakkım var,kim verdi bu hakkı peki,kendim verdim gitti...Bu arada evren mevren dediğime de bakılmasın yaratıcıdan gayrısı yalan...Birşeyi kalpten istersen olur der teyzem ama gereksiz şeyler istemeyeceksin...İstediğim şeyler o kadar çok ki bunların olmaması şaşırtmıyor beni,arzu halciler varmışya eskiden dert dinleyen saray katında,heh onlara gitsem git suya yaz isteklerini biz yardımcı olamayız derlerdi herhalde...Gerçi bir ben değilim ki,insan olmak böyledir,her zaman bir şeylere açsındır,birşeylerden yoksunsundur,birşeylere ulaşmamışsındır henüz vs vs...Zaten yemi ,suyu verilince susan varlıklar olsak ,yani hayat içgüdülerimizden ibaret olsa,biz biz olmazdık dünyadaki herşey de biz olurdu...Yalnızca şu var gerçekleşmedi diye mutsuz olmak işte buna her zaman hakkımız yok...Ruhun nefsi açtır ama gördüğü bir pastayı yiyemedi diye can vermez,hatta arada diyet yaptırmak gerek ruha yoksa rahata ,sefaya alışır da zamanı gelince yoksunluktan ölüverirsiniz.

Öylesine geldi ki uykum bu satırların gelecek miydi bilinmez sonu yerine rüyalarım beni sabaha tebessümle bağlatır mı diye düşünmekteyim, demek ki gitmeliyim...İyi geceler,iyi geceler,her kim geceye şahit oluyorsa ona iyi geceler...

26 Kasım 2009 Perşembe

KARA KALEM ÇALIŞMALARIM:1

Nevet,burada son iki senedir çizdiğim resimlerin bir kısmını bulacaksınız ...Mini sergimi iki kısma ayırdım ,ikinci kısım daha sonraki başlıkta yer almakta...Ayrıca kara kalem çalışması yapmamla ilgili ayrıntıları daha sonra ekleyeceğim yazıda okuyabilirsiniz...Resimlerin üzerlerine bir kere tıklarsanız gerçek boyutunda görebilirsiniz...Göz zevkinizden bir şey eksiltmemesi dileğiyle...




bir bebek...





uyuyan genç bir adam...





sahipsiz bir göz...









yerli bir kadın...









bir sanatçı eli ...











yalnız ve bitmiş bir adam...











bıçak tutan el...












keman kemancısıyla...

23 Kasım 2009 Pazartesi

Tarla Faresi ve Melek

Küçücük bir tarla faresiydi o...O kadar minik ve o kadar şirindiki vücuduna bir numara büyük parlak gözleri, ona fare demezdiniz...En yakın dostu Frank ile aynı delikte yaşıyor,aynı arazinin nimetlerini çalıyorlardı pardon onlara göre bu yiyecekleri buraya koyan Tanrıydı ve doyacakları kadar almak haklarıydı.Tarla faresi Damon ilk defa yanına Frank'i almadan keşfe çıkmıştı,hergün aynı kökleri yemekten bıkmışlar ,ilerde meyveler ve taptaze bitkilerin olduğu bir bahçe olduğunu duymuşlardı.Frank ise dün gece bir çiftçinin kazma darbesiyle küçük ama hareket etmesini zorlaştıran bir darbe almıştı ve şimdi yaprağına örtünmüş dinleniyordu.Damon her zaman hızlıydı ve dikkatli. Bu yeni yer içinse heyecan duyuyordu,bu yere ulaştıktan sonra her türlü kökten birkaç parça tadacak ve bir kısmını Frank'e götürecekti,eğer beğenirlerse de burası bir süre ziyafet çektikleri şahane bir restorant haline gelecekti.Damon bir kaç saattir hızla ilerliyordu ve nefesi kesilmişti.Neredeyse pes edecekti ki birkaç insan sesiyle irkildi
-hayatım begonyaları suladın mı?
-evet,yalnız budanacak birkaç şey var makası bulamıyorum.
-garajda olmalı ,geçenlerde Tim koymuştu.
-o karışıklıkta nasıl bulacağım ki of,peki bana soğuk bir bira açsana biraz nefes alayım sonra dönerim

Kulak kesilen Damon boş kalan bahçeye doğru süzüldü.Burası oldukça küçüktü ama bir o kadar da zengin.Her çeşitten tadımlık azar azar vardı ve ağız sulandırıyordu.Hemen yanında getirdiği kendinden büyük çuvalı çıkardı ve yiyebileceği herşeyden hızla toplamaya başladı.Tabi bir yandan da tatlarına bakıyordu.Çuvalı taşıyabileceğinde ağır midesi patlayacak kadar şiştiğinde dinlenmesi gerektiğini anladı.Hatta bir ağaç dibinde kestirmek muhteşem olacaktı.Mümkün olduğunca bahçeden uzaklaştı ve ormana doğru inen patikada bitkilerin arasına ilişti veyemek çuvalını yastık yapıp uykuya daldı.
-Damon neredesin,lütfen oyun yapma çık ortaya
-Burdayım sevgilim,sadece yokuluğumu ne zaman farkedeceksin merak ettim
-Saçmalama Damon ,seni her an yanımda istediğimi biliyorsun
-Biliyorum ama olsun,sana beni ne kadar özlediğini hatırlatmak için bir fırsat vermiş oluyorum
-Ukala,hıh
-Gel buraya ,tatlı meleğim

Damon aniden uyandı ve aldığı hızlı solukları yavaşlatmaya çalışarak düşündü.Rüyasında bir insandı ve bir karısı vardı.Afallayarak,neden böyle bir rüya gördüğünü anlamaya çalışıyordu.Bir kere insanlarla arası pek iyi sayılmazdı,daha doğrusu onlar Damon'ı sevmezdi,ne zaman görseler ellerinde ne varsa saldırır,onun için kapanlar hazırlarlardı.Bu olsa olsa kabustu.Heralde çok yorulmuştu ve bu bahçenin sahibinden etkilenmişti.Bu sırada rüyasındaki eşini düşündü,melek gibiydi gerçekten ve insan olsa onun için eriyebilirdi.Sonra saçmaladığını düşündü .Tükürme gereği hissetti sonuçta şuan bir fareydi ve rüyasında da olsa bir insanı öpmek iğrençti.Çuvalını sırtına aldı ,hemen eve gidecek ve günün ganimetlerini Frank'le paylaşacaktı,sahi o nolmuştu acaba.Yanıbaşına bıraktığı yiyecekler ona birkaç gün yetecek kadar vardı nasılsa,rahat olmalıydı.Yavaşladı birden az sonra hava kararacaktı ve bu da yolculuğa devam edemeyeceği anlamına geliyordu.En yakın ağacın kovuğuna saklandı,güneş doğuncaya dek burada kalır,sonra da yola çıkardı nasılsa.Rüyasını tekrar düşünüp ,kafa silkerek derin bir uykuya daldı.
Bir patlama sesine uyandı,küçücük vücudu ani irkilmeyle birlikte büzüş büzüş olmuştu.Biraz merak biraz da korku içinde dışarıyı izlemeye koyuldu.Bir yönde gözünü alan bir ışık kümesi dikkatini çekti ve ne olduğuna bakmak için ışığa doğru ilerlemeye başladı.Minicik ayakları gecenin karanlığı ve sessizliği içinde yapraklardan çıkabilecek en hışırtılı sesi veriyordu.Damon gibi biri için bile durum korkutucu sayılırdı ama korkusunu dinlemezdi içgüdüsübün ne zaman boşuna ne zaman gerçekten sinyal verdiğini ayırt edebiliyordu.Adımları hızlandı fakat yaklaştıkça ışık küçüldü ,küçüldü...ve vardığını sandığında önünde gördüğü ,ucunda kehribar rengi bir kristal olan bir kolyeydi sadece .Etraf normal gözüküyordu.Herhalde yanlış yöne gelmişti,patlamaya dair hiçbir iz yoktu.Gözleriniyse kolyeden alamadı,antika gibi gözüken birbirine geçmiş halkaların üstünde göz kamaştıran bir taş.Tabi Damon’ının boyutunu düşününce kolye onun yarı boyundaydı.Sırf güzel diye de bu ağırlığı çekmek...Arkasını dönüp geldiği yere gitmeye karar vermişti ki bunu yapmadı.Onu uyuduğu yere taşısa belki..Sonrasını düşünürdü nasılsa.Zincirleri halat gibi beline doladı ve taş kısmını yerden sürükleyerek ağır ağır yürümeye başladı.
Vardığında nefes nefese kalmıştı,son gücünü kolyeyle kendini kovuğa atmakta kullandı.Öeylesine yorulmuştu ki bir şey daha düşünemeden,uyuya kaldı...
Gün doğarken o da gözlerini açtı.Hemen aklına kolye geldi fakat,fakat kolye ortada yoktu.Köşelere bakındı ,kendiliğinden yok olmuş olamazdı.Rüya olması mümkün müydü?.Hayır,her şeyi çok net hatırlıyordu,hatta gece yarısı yorgunluktan kasılan bacaklarının acısı hala geçmemişti.Öyleyse nerede? Bu kadar kolay vazgeçmeyecekti,bu gece de burada kalıp neler olduğunu öğrenecekti.Frank kesin şimdi söyleniyordur ,gerçi daha iyidir şimdi hem beni aramaya çıkması için 2 günüm daha var,anlaşmamız böyleydi bir başka bölgeye gittiğimde 3 günden önce beni aramaya çıkmayacaktı diye geçirdi içinden.



devamı yazasım gelen en yakın zaman diliminde yazılmaya devam edecektir...

20 Kasım 2009 Cuma

ŞİMDİ:YILLAR ÖNCESİNİN GELECEĞİ OLAN...

Seninle henüz başlayan bir binanın inşaatını izliyorduk,
Otobüs durağındaydık ve ne zaman biter ki bu diyorduk,
Bitti...Hatta çalışanları gezinmeye başladı içinde şimdi...

Senin sevdiğin rengi seçip ikimiz için bir saksı çiçeği almıştım ,adını ne koyacağız diye düşünmüştük,
Hep kararsızdın zaten bulamamıştın,sonradan koydum adını 'muallak'
Ama soldu,çok oldu,ben de yerine bir başka kök diktim şimdi...

Çok sevdiğim bir eldivenim vardı ters taktığım,ellerim üşürdü hep çıkarttırmazdın,
Bir teki birinde kaldı,tekiniyse kaybettim şimdi...

Sana aldığım bir anahtarlık vardı, bir çifti de bendeydi,
Hatta adın Murtaza koymuştum,bacakları koptu onun,
Dolabın bir köşesinde olmalı şimdi...

Birgün yağmurda sırılsıklam olmuştuk çünkü ben şemsiyemi unutmuştum,
Artık hava durumuna bakıp da çıkıyorum dışarı,şemsiyemi de unutmuyorum şimdi...

Otobüste burası evimizmiş oynardık,sen hayatım gene ne çok insan çağırmışsın,
Yol geçen hanına döndü burası derdin,misafirlerle kalamıyorum metrobüse biniyorum şimdi...

Bir kitap vermiştin Sartre' den çok beğendiğini söylemiştin,
Bitiremediğim için verememiştim,bitti o,hatta iki kere bitti,rafta duruyor şimdi...

Sevdiğin tek bir renk vardı ve ben de bir onu sevmezdim,
Dolabımın yarısı o renk şimdi...

Bir dostum vardı sen çok kıskanırdın ,küfredersin hayatımda olduğuna,
Savunurdum onu bende ama koptuk onunla çoktan,görüşmüyoruz şimdi...

Sen tembelliği severdin hep öğleden sonra kalkardın,bense sabah namazı dikilirdim ayağa,
Öğlene kadar uyumak normal oldu ,alamıyorum uykumu şimdi...

Kahveyi ne severdin ve yakıştırırdın kendine,bense alışmaya çalışırdım,
Vazgeçilmezim oldu her gece içmezsem yoksunluk çekiyorum şimdi...

Taksimi hiç bilmezdim,ne nerede senden öğrenmeye çalışıyordum,
Öğrendim neredeyse bıktım şimdi...

İstanbul'dan şikayet ederdim,Bursa'm pek güzeldi derdim,
Üvey evlat oldu Bursa ,İstanbul'u keşfetmeyi seviyorum şimdi...


Seni yaşardım,seni solurdum ,ihtiyaçtın bana çünkü,
Tüm bunlar olduğundaysa solmuştun çoktan,yılları da ekleyinde silikleşmiştin,
hatta yoksun şimdi...


Gelecek,geçiş bağlantısı hep kurcalamıştır kafamı,bu yüzden olmalı ki kalemi elime alır almaz bunlar döküldü dilimden.Hatta otobüste kitap bile okuyamazken normalde,bir anda bir defter çıkardı elim diğer elimse kaleme dadandı ve otobüse göre hızlı sayılan bir kilometrede yazmaya başladılar.Bilmiyorum nedense yorum yapamıyorum,çünkü gerçekler beni korkutur ve burada yazdıklarım gerçeklerden ibaret...Belki geçmişi altın çağ sayıp abartanlar gibi bende abartmışımdır bazı şeyleri...Bilmiyorum...Sanırım onun bendeki şimdisinin etkisi yüzünden bir duygu yoksunluğu var satırlarda bir yandan hüzün gösterir gibi ama bir yandan da demirin soğukluğu gibi merhametsiz,aldırışsız...Bu yazı uzamamalı bitmeli burada ,gittim haydi eyvallah...

18 Kasım 2009 Çarşamba

bu gecenin hatrına

BEN NEYMİŞİM?

bu gece kötümserlerin rakısında ölümcül zehirim ,
bu gece bitmeyen aşkları bitiren aşıkların sigararasındaki yanmaya ramak kalmış sünger parçasıyım,
bu gece ilk günahın ısırığındaki eşsiz lokmadaki riyakar kurtçuğum ,
bu gece rüyalar aleminin baş konsolosluğunda akılsız büyükelçiyim,
bu gece kimsenin geçmediği ıssız yolda yanlış yol gösteren bir tabelayım,
bu gece karısının dırdırından bıkmış adamın çekebileceği son ses zerresiyim,
bu gece pencere kenarında biriken pisliklerin en dikkat çekeniyim,
bu gece kötü bir küfürün hecelere ayrılamayan işe yaramaz parçasıyım,
bu gece uykusuzluğuna çözüm arayan bir insanın göz altındaki en halkalı yerim,
bu gece dolapta bir pastanın kalan son dilimini arayan yumurcağın hayal kırıklığıyım,
bu gece bir gerilim filminde hızlanan müzikteki hazırlıklı korkuyum,
bu gece romeo'nun ölmemeliydim diyebildiği bir romanda öteki dünyayım,
bu gece annesini dinlemediği için üşüten koca bebeklerin yine mi serzenişiyim,
bu gece onu bekleyen benin ensesindeki bitirici hamleyim,
bu gece daha neler nelerim aslında ama uykunun kollarına yenik düşen bir ölümlüyüm aynı zamanda...
kim yazdığı şiirimsiyi böyle bitirir tabiki eti puf yazarımsı birki üç dört beş altı yedii...Böyle şeyler yazabilmem için daha doğrusu belli bir düzen yada tutarlılık içinde olması için illaki bir neden arar beynim,kalbim yazan hangi parçaların kombinasyonuysa işte.Anlatmak istediğim olmadı bundan evvel ki cümle demek istediğim ucundan köşesinden o nedene sahip olmam şart,bu nedeni hayal etmem de yeter...Mutluyken neden yazası gelmez insanın?Bir keresinde öylesine kasmıştım ki kendimi inanılmaz havada hissettiğim bir zamanda,daha çok polyannanın ıslahat fermanına benzemişti.İşte o zamandan beri böylesi ikilem içinde kalmış garip duygu karışımlarını beklemekteyim pusuda...Hımm güzel birşeyler olmakta ta içimde sertoninle hayak kırıklığı hormonu diye birşey varsa onun arasında sıkışıp kalmış çıkıcam ben buradan diyen.Hey herneysen o garip şey daha kötü bir evrimleşmeye girme sakın.Herşey an itibariyle yerinde kalsın amaa yarın ve yarınlar onlar çok daha fazlası olsun,olmayanı oldurtsun ,beni benden etsin ne bileyim işte içime otursun birşey hiiiç kalkmasın...Uyku var,yarına yorucu olacak bir iş günü var o halde gitmek zamanıı...gittim..

17 Kasım 2009 Salı

hayat kopuk,insanlar kopuk,bağlantım kopkopuk

Nevet abim yıllık izine çıktığından ve evde bulunduğu zamanın yüzde seksenini strateji oynayarak geçirdiğinden notebook'una transfer oldum,o yüzden çok rahat değilim,şu sayfalar durağan olduğundan mıdır nedir,sorun yok ama aktif herşeyin bağlantısı kopuk halde.Alışık değilim ben bu merete yahu,sadece bilgi copy'de zaruri işlerimi hallederken kullanırım,alıştığım şeylerin değişikliğini sevmem ,her parçası bir yana dağılmış ama kapı gibi köşesinde duran yanına kahve bardaklarını koleksiyon yaptığım,cd dağlarından mouse'u zor bulduğum o şeyi seviyorum ben.Bu insanda göçebe hissi uyandırıyor.Yine de hepimiz birgün notebook olmadı netbook bay ve bayanları olacağız gibi görünüyor.Çevremde kim varsa ya yeni aldım ya da alıcam diyor.Dediğime bakmayın ben bile öyle...Neyse bu iyi mi kötü mü yok teknoloji bilmem nesi mi olduk gibi tartşmalara girmeyeceğim,sadece bir hocamın dediği şey aklımı kurcaladı acaba bundan 15 yıl evvel ,cep telefonu çıkmamışken,aman bilmem ne yollayayım telefonla arkadaşıma ,sabaha kadar sevgilimle telefon kulağıma yapışık konuşayım diye yakınıyor muyduk?Ya da bu tür şeylerin yokluğundan eksiklik çekiyor muyduk?Demek ki bir şey patlatıldığı anda meşruiyetini de yanında getiriyor ve bir anda hayatımıza kök salıp ,temel parça haline geliyor.Mesajla kredi almak olayı misal,bırakın 15'i birkaç yıl evvel mesaj ne kadar lakayıt bir şey sayılırdı.Sadece gençler birbirine yazar,onun dışında resmi bayram mesajları falan olurdu genel arasında.Şimdi en saygın kurumlar telefonun içinden parazit gibi sesleniyorlar size.Madem herkese en kolay ulaşacağım şey bu ,tamam be sen de gel mesaj sen de gel facebook sen de gel daha bilmem ne dıtdırılar...Bunların kullanılmasına lafım yok yahu ben de dibindeyim bunların sadece nasıl olup da sınırların bu kadar kolay eriyip,prensiplerin ne kadar muğlak esnekliklere sahip olabildiğini tartışıyorum.
Şu face'in adı geçti benim de kafam kaydı başka konuya haliyle.Kumdan prensiplerimce üye olmam diye diretip aylar sonra tamam be derken ,geçmişimin'çeyrek/2'sini geçirdiğim Bursa'dan arkadaşların beni bulmasıyla hafif bir neşe kırıntısıyla madem öyle kalıyorum dediğim facebook.Sonradan gelen mesaj ve davetlere eshef edip,kalanlar yüzünden çkip gidemediğim facebook.''Hemcinslerim abazanlıktan oduncasına yanarken'' demiş ya sagop insan ,işte,bahsettikleri sararken bulunduğumuz evreni-net evreni- dünya gibi buranın da kokusu çıkıyor.Trojen yada truva atı bir rotası olur bunların,şuraya şunu yapınca git dersin ama bu insanlar heryerdeler ve heryerde aynı amaçtalar, hergün sorsam da niye yaşamaktalar,durduramamaktayım oksijenim bir şekilde yine tüketmekteler...Hımm şarkı mı yapsam acaba kafiyeli çıkıvermiş.Yok çok denedim ama kolay iş değilmiş.En sonunda aklıma mesneviden bir kolaj yapmak geldi,onun da etiğini düşündüm kafamda hala da düşünüyorum.Neyse dedim bari hazırlardan yola çıkayım,aldım bir Can Dündar denemesi okudum Hüsnü'nün klarnetinin üstüne oh mis,hımm peki neye benzedi, ortaya garip ama güzel bişi çıktı ,valla yapın siz de, kendi kendinizin şiir okuyucusu,rapçisi,rockçısı,bilmemnecisi olun.Kendinizi bilin yalnız pek bir halt değilse yaptıklarınız,kendi miinik çevrenizden çıkmayın,kendi çöplüğünüzün horozu olun.Aaa olmaz ki işte gene konu kaymış gene kaymış,bu benim gibi beyniminde odalarının dağınık olmasından mı yoksa dış etkenlere mi yıkmalıyım suçu?Neyse madem bir çöplük laf ettik geri almayalım,kalsınlar burada kokarlarsa haber verin neydi adı bilmem ne çöplüğüne aktarırız bunları,he bir de şey yok o kadar değil iyice karışacak ortalık sonraki yazıya hadi hadi kış ,gittim...

16 Kasım 2009 Pazartesi

Bir şeyler karaladım ben de bir şey anlamadım...

Birgün uyanırsın ve küfredersin doğan güne,
Beynine gidecek iki lokma oksijene acıkırsın bu pis havada,
Yağan birkaç damla yağmur yeşertmeye yetmez ruhunu,
Çünkü içindeki sağanak canavar köklerini yolar koca bir orakla,
İçten içe bitersin ve tam yokoluyorum derken çektiğin acıya uyanırsın...
İşte böyle başlayan bir şeyler karaladım kağıda nedense devamını buraya yazasım gelmedi ,hatta kağıdı olduğu yerde unutma ve annemin de onu oradan çöpe doğru yolculuğa çıkarma ihtimali çok yüksek,yani gerisi birkaç güne kadar somut varlığını da kaybedecek ama önemi yok.Farkında mısınız hala çırpınmaktayım ısrarla kalemimden gerçekten bir şeyler çıksın diye,inanıyorum bir gün gerçekten olacak.Okumaya kendimin bile doyamadığı satırlar yazmam mümkün olacak...

Hım bugün neden bahsetmek istiyorum,şimdi bana bu saatte yazdırırsanız ülkenin ekonomik paranoyalarından ya da domuzumsu hastalıktan bahsedecek değilim,elbette beynimin sağ tarafı aktif olacak ve elbette sola kıvrık parçam sesini hafiften daha fazla çıkaracak.Elbet hayaller nöronlarımın arasına saçak saçak yayılacak...O sebepten ben cümleleri pelte pelte yaymadan ve romantizmin aşırı dozundan ruh düğümlenmesi yaşamadan keseyim yazımı,her zaman böyle yapmam ama bazen yaymak da iyidir.Neyse bu bitsin,gittim...

12 Kasım 2009 Perşembe

Arkadaş:hımm,iyidir onlar,iyidir...

Arkadaş iyidir,varolduğunu hissettirir insana çoğu.Olmalıdır onlar...
Bunların çay ısmarlayan çeşitleri vardır misal tadından yinmez.Birde üstüne koyu kıvamlı bir muhabbet oldu mu oh oh...Konuşmayı iyi biliyorsa ayrı,dinlemeyi iyi biliyorsa ayrı zevk verir bunlar.Başın çatlasa da ,böğrüne bıçak saplanmış gibi hissetsen de, hem aspirin hem bandaj yerine onlardan alırsın bitane iyileşiverirsin...Ortalık da dolanıp sadece sen de pek şişmanlamışsın,yok bilmem nerenden sivilce çıkmış,saçın dökülmüş kel kalıcan gibi demeçler verenleri vardır ki normalde at çöpe gitsindir . Tabi tek kusuru buysa çöpün dışında da yaşayabilir.Düzenli aralıklarla yenisini isteyebilir insan,taze kan isteyebilir.O zaman sosyalleşelim der kimi de bu laftan pek hazetmem,ülkemizde pek çok kelimenin varlığını evlatlık başka bir anlamla sürdürmesi gibi onun da anlamı kız-erkek ilişkilerine döndü.Neyse işte gidersin bir tane daha alırsın kısaca.Hımm bu kadar basit değil tabi,süre belirtmediğim için sorun yok.Ne diyordum evet ,iyidir onlar seni en uyuz anlarında çeker kimi oy oy o nasıl bir insan evladıdır,iyiki gelmiştir dünyaya.Çıkar için dinleyeni varsa da kafası kopsun tabi(!). Bir taneyle iki taneyle yetinmemeli insan ,bissürü bissürü olmalı.Ortalık çöplüğe dönmesin tabi görünce tanımalı,şusu şöyleydi,dananın tekiydi vs gibi tanımalamalar yapabilecek genişlikte olmalı çevresi.Yüzüne bakmayanları vardır bunların ,selam kelam etmezler,hani öylesine arkadaş sıfatına girivermişlerdir,aman boşverirsin onları ,dursunlar köşede zararı yoktur,asıl dışından selam verip içinden nanik yapan cambazlara takılmak lazım gelir,at gitsin onu da .Kalmaz deme yahu gerekeni atacaksın,yoksa kurumuş dal gibi tüm ağacı kurutur bunlar.Bir de anan -babandan yakın olur bazıları,ne haltlar yediğini ne kadar rahat anlatabiliyorsan o derece yakındır bir nevi.
Düşündüm de kendimce birkaç özellikle bitireyim.Arkadaş dediğin kendini iyi ve güzel hissettirir adama,tamam arada bir dürüstlüğü üst doz tutmak iyidir de bu başka meseleler için gerekli.Neyse onun yanından ayrıldığında içindeki bütün irin boşalmış olmalı,kuş gibi olmalısın.Çene kaslarında bir gerginlik hissetmelisin hem konuşmaktan hem gülmekten.Evet tabiki arkadaş dediğin güldürecek de adamı.Kalasa da anlatırım ben derdimi,farkını belli etmeli bu sebepten .Misyonu çoktur demek istediğim,daha da çok var ama yazıyı uzatmaya taakatim pek yok.İyidir onlar iyidir bulundurun...

11 Kasım 2009 Çarşamba

mumlu bir gece,ışıksız kalmış umutlu ruh...

Bir mum,kalem,kağıt ve ben varmışız gecede,

Başımı koltuğa dayamış,

Havada dolanan kelimelerimi bekliyormuşum,

Mum ışığına dalmışım sonra,

Getirmekte olan yavaş yavaş sonunu...

Bense acımışım haline,

Karanlığıma aldırmadan üfflemişim yavaşça onu,

Oysa önce soğumuş,donmuş kalmış sonra,

Bense diner acıları sanmışım,

Mutlu olacağını sanmışım,

Ama farketmişim yanıldığımı hayat belirtisi göremeyince onda.

VE o an anlamışım ki mum yanarak yaşarmış,

Erirmiş,erirmiş ama bitmekten hiç korkmazmış,

Çünkü o cenneti ateşin içinde ararmış,

Çünkü o ışığı için ölmeyi seçermiş...

işte 2008 yılının soğuk ve karlı şubatında ,elektrikler kesildiğinde mum ışığını izlerken bu satırları karalamışım...İtiraf ediyorum bazı yerler klişe olmuş.Bende isterdim her tarafı sıfır model,en orjinalinden bir şiir yazmayı.Umutluyum bu konuda hayat bana çizikler attıkça ben de kağıtlara kolayca karalayabileceğime...Yalnız yukardaki şiirden sonsuz kere güzel olan yazılırken bulunduğum andır.O anı oluşturan herşeydir.İçimde duyguların taştığını hissettiğim ama onları muma yansıttığım için dilimden dökülmemiş olanları hatırlamaktır.Hatırlamak,henüz tazeyken geçen zaman acıdır ama bu kadar ay ve artıklı 1 yıldan sonra hımmm ufak bir gülümsemeyle,ne güzeldiii ne güzeldii diye Nil'in şarkısını söyleyebiliyor insan...

10 Kasım 2009 Salı

yakınlar yakın kalmalı

Nevet günler sonra yine buradayım,dinlenmiş hatta dinlenmekten yorulmuş bir biçime gelmişim.Deniz,yeşillik,sakinlik ve sevilen insanlar...Haftaların toksinini atmaya birebir...Diyeceğim,yakınlarınızı ihmal etmeyin ,vücudunuzun buna ihtiyacı var,tabi onların da...Onun dışında bir ay boyunca hiç denize bakmadıysanız,yeşilliklerin arasında birkaç saat kalmadıysanız,trafik sesi olmayan bir sokakta hiç dolanmadıysanız uzun süredir bilinki inflak etmek üzeresiniz...Pim çekilmeden harekete geçmek lazım,zamandan çalmak onu tıngırdatmamız lazım,lazım,lazım...

3 Kasım 2009 Salı

elektrik gittiğinde, romantizm, mum ışığı hepsi boş...



Nevet ders yok eve kaçtım oh derken,eletriklerin gittiğini farkettim mahallede.Zar zor çıktım merdivenlerden ,annem her zamanki gibi mum arıyordu ve herzamanki gibi bulamıyordu.Üç-beş mum alıp geldim bakkaldan.Bir yandan yaktım bir yandan söylendim,kırk yılda bir erken geldim de ,onda da karanlıkta kalınır mı da,şu da buda...
Normalde karanlık ve mum ışığı pek özel çağrışımlar yapar insanda.O mecburi ama tatlı karanlıkta hayallere dalınır,şiir miir yazanlar olur hatta.Ben ne yaptımd ışardan geldiğimde çok yorgun olduğumu görüp madem ışık yok erken uyurum dedim.Tabi bu kadar mı odun oldum demedim mi evet dedim.Mesela iki kış evvel,yine elektrikler gittiğinde erimiş çikolata gibi hissediyordum kendimi,sanki lütuftu mum ışığı.Ateşinin sağa sola en ufak hareketeni izleyip,büyüye kapılıyordum bir nevi.Etrafında birkaç dize yazdığımı bile hatırlıyorum.

Sanırım kendimizi yaşlandıran,taşlaştıran biziz,gittikçe aynı katılıkta aynı uyuz değişmez bir düzenlilikte yaşamak isteyen formlara dönüşüyoruz.Ne yaptığımızın farkında mıyız peki?Hiç sanmıyorum,sadece benim gibi,bundan bilmem ne kadar önce şöyle yapardım,şuanki halim de nereden çıktı diye şaşırmakla kalacağız.Kimimiz kendini kurtarabilecek,kimisi daha da batacak...

2 Kasım 2009 Pazartesi

bir dost şiiri ve yanında şekerleme

Yitirdim, ben o şevki bu şarkıda
Artık pek sıradan söz ve müzik
Herkesin diline pelezenk olmuş zaten
Artık sis kokulum diye kime derim ben
Mefkure motorunun beyaz köpükleri ardında
Saçların savur savurken,
Çoktan şarkının içinden çıkıp gitmişsin sen

Kırçıllı hırkama sarılıp,
Bir an körfeze doğru
Ve o beyaz çatılı
Dört duvar arasındakiler kadar yalnız
Söylerken o şarkıyı, sustum hatrına
Şehir beni talan ederken
Ne sen vardın ne bir hatıra
Yalnızca tiz sesli kadın haykırıyordu
Kendi boyadığım ahşap radyoda

Sonu olmayan koridorlu sinema önünde
Beklerken seni elimde bitmeyen kahvemle
Bir tramvay geldi, bir tramvay geçti
Keşke ;
Keşke gelseydin bile demeseydim
Unutucağıma o bakir besteyi
Terketseydim seni, sen beni terketmeden

Ve hediyem, yüreğimdeki şarkım
Ben fütursuz kelimelere sığmam
Hecelere böl unut beni
Ağzımın payını da ver okkalı sözlerle.
Değmezmiş ona, sen haykırdığıma say
Dinlerken seni ışıl ışıl yüzen fenerlere karşı
Hiçbir şey olmamış gibi, sen yine affet beni......

Evet arkadaşım Kerem'in kaleminden dökülenlerle başlamak istedim bugün söze ,aniden okuttu,ben de aniden beğendim bu dizeleri.Ona da söyledim yaşı 35 'e gelmiş karamsar,elinde sigara tüttürerek yazmış bir şair gibisin diye,o demek ki o ruh halindeymişim dedi...İşte bu güzel bir konu...Hergün her an başka bir yaşta olabiliyoruz,elimizde geçmişten ,gelecekten ve yaşadığımız andan o kadar malzeme var ki her kalıba sokabiliyoruz kendimizi.İsteyerek yapmıyoruz bunu,tehlike hissettiğinde renk değiştiren bukelemun gibi ,biz deyaşadıklarımızla renk değiştiriyoruz.Ya da hal değiştiriyoruz duruma göre,bazen bir buz kadar soğuk ve katı,bazense erimiş çikolata gibi sıcacık ve eriyik...Kimi zaman bulunduğumuz kabın şeklini alıyor,kimi zaman bulunduğumuz alana sığmıyoruz,taştıkça taşıyoruz,yayılmak istiyoruz,nüfuz etmek istiyoruz her bir zerreye...Bazen hayat yoruyor bizi,köşemize çekiliyoruz yaş kaç olursa 15 ya da 35...Aslen ruhumuz yönlendiriyor bizi biliyoruz,önemli olan onun canlı kalması biliyoruz,onun sevmesi,onun hissetmesi,onun kendini yok etmek istememesi,bizi evet bizi yaşatmak istemesi...Ruhun da yorulduğu zamanlar vardır işte,bu zamanlarda köşemize iter bizi.Vücudumuz emrindedir,o dinlendim yeter hazırım yeni bir acıya,yeni bir mutluluğa ,yeni bir adıma der ve yerimizden kalkar ve ilerleriz...Zordur söz geçirmek çoğu,çünkü ruh öylesine değişkendir ki, o kendini bıraktığında felç olursunuz.Beyniniz emreder ama vücudunuz yapmaz...Sürekli doyurmak zorundasınızdır onu,susuzluğunu gidermek...Ruhunuz zayıfladıkça,hayattan eksilirsiniz,tamamlamazsanız onu yok olursunuz silinmişcesine ... Doygun ruhunsa keyfine diyecek yoktur,kendisiyle sizi de yürütür semalarda...Öylesine coşar ki içiniz,yer ,zaman bütün mevhumlar kaybolur,toz olur kaybolur rüzgarda...Birgün ruh istemese de ayrılmak zorunda kalacaktır sizden,o zaman siz toprağın ruhunu alırsınız.Çiçeklerin kokusu vardır artık,kökler sarmıştır bedeninizi...Her tohumla can gelir bedeninize ve bu sahip olduğunuz yeni ruh öylesine evrensel ve sadıktır ki ,kainatın sonuna kadar sizinle olacak ve huzur verecektir,her bir hücrenize...Yok olmadınız o yüzden,olmayacaksınız,unutmayın evrende varlığını kanıtlamış hiçbirşey tam manasıyla yok olmaz,hal değiştirir ve siz aslınıza dönmüşsünüzdür...