3 Kasım 2013 Pazar

EKMEK KOKUSU



Kardaki toz parçalarını mikroptan saymadığı gibi, elmayı da üstüne başına silmeden gönül rahatlığıyla yiyordu ki onu izleyen kara kedinin ona dikilen gözleriyle ayağı kalkıp iki haftadır sulamadığı kaktüse sen böyle de yaşarsın bakışını atmadığı gibi cızırtı yapan televizyona da bir yumruk atmaması gecenin uzun soluğunu kısaltmadığı için boğazındaki yanardağı da umursamasa gerek ki bir mona rosa nın gerçekleriyle yüzleşmenin anısına saygıyeten pejmürde pijamalarını kıvırmadı bundan mıdır yemediği simitlerin taneleri de etrafta gözükmez oldu da gene görünmedi umudun kristalleri bir halının kahve dökülmüş koltuğun altında ezilen parçasında ama ne olduysa buğulanan camdaki ışığın renk değiştirmesiyle, kırmızıya çalan maviyi görmek ne kadar zorsa beyaza çalan kara da o kadar imkansız olmaması gerekti velakin gene de gece olmasıyla uzakşılan hayr-ı saatlerin hatrına, ıhlamurun çocukken garip gelen kokusunun şimdi gelen misk kokusuyla olan benzerliği çelişkidar olsaydı da hava bu kadar üşütebilir miydi diye sormanın ne manasız olduğunu bir insandan daha çok ne üşütebilir ki insanı sorusunun öznelliğiyle değiştirmek varken gene de zormuş be zormuş demek her halta ne kadar dürüstlükse , nefsinden geleni aklamanın da mantımsı sarımsaklılığı içinde yol almak ürkütücüydü elbet üstüne içilen bir yudum su dahi olurken geçmez o geniş , patlayası boğazdan, ne anlamı kalır ki ilk rüzgarda dağılan bulutların nostaljisi gibi tek notadan oluşan bir şarkıda yer almak ne özeldi ne de herkes kadar sana da verilen değerin bulgur tanesi kadarlığı içinde yaşamak elbette bir sayının karekökünün düştüğü durumdan hazin sesler çıkması kadar bahtlı bir hikayede kapı stopperi olmak onu korkutmuyor demek bu gidişatı çıkmaza sokmaktan başka nasıl bir şekerpare üstündeki devasa fındığın ağırlığından ezilmiyorsa nasıl bir annenin içtenliğinin tartışılmaz soğukta yerlere basılmaz öğütleri de sonsuzlukta salınacak ve zaman boşluğunun ortasında pi sayısı oranında bir yırtık bulunan bir çorabın tadı neyse ya da nerede bulunursa yolda kalmış olana yardım etmenin turuncusu ya da garibe posta koymanın süprüntüsü o kadar da acıdır ve baharatlıdır yalnızlığın dalgalı borsası ki ondandır tüm şairlerin 97m'si biraz kalabalık ve biraz hederli derindenken vaatler olmasa da vaat varmış gibi yaşamak hüznünü aşkın ya da onun kadar gereksiz bir hindistan cevizi aromasının bulunduğu bir pastayı çatalallamak iştahla olur sanılır da çare anlaşılır vah ki görmez vah ki görmez o en körlerden yardım dilenen ve güçlüymüş gibi görünen mağrur zihninine nüfuz etmek istemek ne kadar da masum ve ne kadar ne kadar da ekmek kokususun sen ve ne kadar zihnimin direklerini kokunla boğuyorsun!

Kaktüs


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder